Post-post Kemalizm Üzerine Notlar

İlker Aytürk’ün Post-Post-Kemalizm: Yeni Bir Paradigmayı Beklerken isimli makalesi üzerinden birkaç yorum, birkaç not.

Özgür Özer
Düzensiz

--

Aytürk’e göre post-Kemalizm Türkiye’nin bitmeyen vesayet problemine konulmuş yanlış bir teşhistir. Gezi süreci sonrasında yıllarca koşulsuz destek verdikleri iktidarın takındığı pozisyon sonrasında kendi içinde dallanıp budaklanan bir fikri camiayı tespit ettiğiği söylenebilir bu kavramın. Benim için post-Kemalizmin temsil ettiği düşünce yapısı Türkiye tarihinde yaşanan her türlü olumsuz olguyu geçmişten, kültürden, coğrafyadan, çevre ülkelerde ve dünyada olan gelişmelerden bağımsız bir şekilde Kemalizm adı verilen paradigmaya fatura etmektir. Aytürk de makalesinde Türk Devlet Geleneği’nin tarihsel bağlamından bahsedip, Göktürklerden Osmanlıya kadar devlet yönetimindeki elitist tavıra dikkat çekmektedir. Cumhuriyet projesi en ücra mecradaki köylüyü dahi paydaşı olarak görmesiyle ve ona ulaşmaya çalışmasıyla belki de pozitif bir ayrışma olarak yorumlanabilir.

Yazara göre siyasallaşan her şey gibi post-Kemalizm de bir noktada banallaşmıştır. 80’lerden itibaren muhafazakar ve İslamcı aydınlarla kurulan ittifakın altı çizilmelidir.

Aytürk’ün altını çizdiği, post-Kemalistlerin “kim olduklarını çok da bilmeden onlara kefil” olması olgusu yukarıda yaptığım ve Türkiye ile ilgili her türlü olumsuzluğu Kemalizme fatura eden zihniyetin temel hatalarından birisidir. Daha önceki bir yazımızda bahsettiğimiz gibi Kemalizmin doğal tabanı olarak görülebilecek kitlelere karşı beslenen olumsuz algı da bu görüşten beslenmektedir.

Post-Siyonizm Analojisi

Yazarın benzer bir görüş açısından incelediği post-Siyonizm dönemini ilgi alanım olmadığı için kendi yorumlarımı katmadan aktarmayı uygun görüyorum.

Akademik paradigmalar aslında “sadece akademik” paradigmalar değildir. Dünyayı şekillendiren büyük siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerin yedeğinde ortaya çıkarlar, bu gelişmeleri olumlayan sorular sorarlar, bu gelişmelerin yeni nizam haline gelmesine vesile olacak bilgi ve kavram dağarcığını üretirler ve, sonra da, oturmuş düzen yıkılırken onunla birlikte tarih sahnesinden ayrılırlar.

İsrail’deki post-Siyonizm dönemi de ülkenin kurucu paradigması olan Siyonizm’in eleştirisi ile başlamıştır. Birçok kitap, makale yayınlanmış hatta devlet televizyonunda yayınlanan Tkuma (Kurtuluş) isimli belgeselle bu paradigma zirvesine ulaşmıştır. Aytürk’ün benzetmesine göre bu program “ Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yıl kutlamaları için Ali Bayramoğlu, Ahmet ve Mehmet Altan, ve Ayşe Hür’den oluşan bir ekibe bir modern Türk tarihi belgesi hazırlatıldığını ve bunun 1998 yılı boyunca haftalarca TRT’de…” yayınlanmasına eşdeğer bir etkiye sahiptir. Altın çağların kendisini takip edecek yok oluşu da getirdiğini not eden yazar Camp David sürecinden İsrail ile Filistin arasında bir barış anlaşmanın sağlanamaması sonrasında İkinci İntifada ile birlikte en az 1000 İsrailli sivilin öldüğü süreci bizlere hatırlatmaktadır. Sonrasında, toprak karşılığında olsa bile barışı savunabilen (post-Siyonist) geniş halk yığınları bir anda buharlaşmıştır. Post-Siyonist hareketin önderleri artık “Oslo haini”¹ olarak yaftalanmaktadır. İsrailin kuruluş döneminde Filistinlerin maruz kaldığı etnik temizliği belgeleyen, 1988 tarihli bir kitap yazmış olan Benny Morris, post-post Siyonizm döneminde ise fikirlerini radikal bir biçimde değiştirmiştir. 2004 yılında verdiği bir mülakatta İsrail vatandaşı Filistinlileri saatli bombaya benzetmiş, ilk fırsatta ülkeden sürülmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Adeta iki post kavramı matematiksel anlamda birbirini götürmüş, Siyonizm günleri geri dönmüştür.

Türkiye’de post-post Kemalizm

İsrail’de bir benzerinin yaşandığı gibi post-Kemalizm için de kendisini var eden koşulların bugünlerde bir bir ortadan kalktığı yazar tarafından not edilmiştir. Aytürk’e göre zaten bu baştan yanlış bir düşüncedir: Türkiye’nin yaşadığı demokratikleşme sorunları ve vesayet sistemi sadece Kemalizmden dolayı yaşanmamaktadır. İttihat ve Terakki ve Cumhuriyetin kurucu kadrolarının hangi koşullarda, nasıl ortaya çıktığını etüt etmek gerekir. 1908–1945 arası dönem hakkında literatürün kalabalıklığına nazaran 1945 sonrası hakkında çok daha az sayıda akademik çalışma olmasına yazar tarafından dikkat çekilmiştir. Daha önce sitemizde işlediğimiz bir konu olan, ilk günah temasından ve Kemalizme bunun atfedilmesinden yine Aytürk’ün makalesinde bahsedilmektedir. Post-Kemalistlere göre Kemalist devletin mağdurları muhafazakar Müslümanlar ve Kürt halkı merkeze gelip devlette söz sahibi oldukça Türkiye’nin demokratikleşeceği beklentisi de ayrıca not edilmelidir. 2010 referandumu ve 2011 seçimi ile birlikte İslamcı bir elitin Erdoğan eliyle devletin mutlak hakimi olması yazarın altını çizdiği önemli bir bilgidir.

Photo by Liz Weddon on Unsplash

Bitirirken: Post-Kemalistleri Yorumlamak

Yukarıda İlker Aytürk’ün makalesinden bazı yorumlarla bahsettik. Yazımızı salt kişisel görüşlerimizle bitireceğimizi not ederek devam edelim.

Öncelikle post-Kemalistlerin siyasi olarak öbeklendiği bir grup olan yetmez ama evetçiler hakkında daha önce yayınlanmış bir yazımızdan bahsetmemiz gerek. Bu kesim Siyasal İslamcıları yukarıda anlatılan sebeplerin de olduğu belirli fikirlerden ötürü iyi niyetle desteklemiş olabilirler. Ancak burada not edilmesi gereken birkaç nokta var:

  1. Siyasal İslamcıların İslamcı olduğunu kabul etmenin zorluğu: Kemalizm yıkılsın da kim yıkarsa yıksın görüşü bir kenara, İslamcılardan Avrupa Birliği standartlarında demokrasi beklemek, güç dengelerini gütmeleri yüzünden demokratik tavır takındıkları birkaç seneden sonra onlara sınırsız çek vermeye devam etmek siyaset bilimciler kadar Volkan Vamık gibi alimlerin de ilgi alanına giren bir tartışmadır.
  2. Çeşitli zeminlere atılacak farklı temel türleri üzerlerine dikilecek binaların mimarileri açısından belirli kısıtlamalar yaratır. Bu minvalde, Türkiye’de özlenen AB standartlarında demokrasinin Kemalistler tarafından inşa edilemeyeceği ortadayken, İslamcılara (ve hatta Kürt Siyasi Hareketine) de bu konuda olumsuz bir bakış üretmek, Türkiye’de bu hedefin hiçbir zaman gerçeklemeyeceğini kabullenmek demektir. Maç başlamadan biter, söyleyecek söz kalmaz.
  3. Osmanlı döneminde Balkanların kaybı, Ermeni tehcirinden güncel siyasete kadar birçok alanda yorum yapmadan önce aklımızda bulundurulması gereken bir olgudur. İmparatorluğun ana yurdunun kısa bir süre içinde kaybedilmesi ile kendisini Anadolu ile baş başa bulan kadroların, bir daha etnik ve demografik sebeplerle benzeri bir felaketin yaşanmaması için döneminlerin ruhuna uygun bir şekilde azami dikkati göstermesi reel politiğin bir dayatısı olarak görülebilir.
  4. Artık beylik bir laf olmuş olsa da coğrafya bu tartışma çerçevesinde her daim göz önünde bulundurulması gereken bir etkendir. Son yılların Dünya gündemine baktığımızda Irak ve Suriye iç savaşları önemli bir yer kaplamaktadır. Bin kilometrenin üzerinde sınırımızın olduğu bu iki ülke herhangi iki Orta Avrupa ülkesi standartlarında olsaydı bugün çok daha farklı konuları konuşuyor olabilirdik.
  5. Türkiye son 70 senede nüfusunu beşe katlamıştır. 20 Ekim 1940 sayımına göre ülke genelinde 17 milyon olan nüfus o yıllarda çok daha dağınık bir yapıdaydı. İstanbul dahil hiçbir şehrin nüfusu bir milyona ulaşmamıştı. Bu kadar kısa sürede bu kadar büyüyen ve şehirleşemeyen (insanların şehirlere yığıldığı ama şehirlerin şehir vasfını kaybettiği) kalabalıkların arttığı bir ülkeden beklentilerimizin fazlalığını sorgulamamız gerekiyor olabilir.

Fikri dünyada post-Modernizm’in moderniteyi yıkması sonucunda Batı’da ortaya çıkan the Progressive ideoloji bugün adeta bombardımana tutuluyor, her seçim eski güzel günleri vadeden bir siyasetçi daha göreve başlıyor. Türkiye’de ise post-Kemalizm ile yaratılan boşluğu Siyasal İslam’ın doldurmasıyla birlikte yeniden umduğunu bulamayanların eski paradigmaya dönmesi en alakasız kesimlerde bile gözlenen bir olgu olma younda.

Kemalist paradigmanın yıkılmasında önemli katkısı olanlar yarattıkları vakumu dolduran ideolojiden sorumlu mudur? Bu da geniş bir siyaset etiği tartışması sorusu.

  1. Türkiye’nin çözüm sürecine benzer bir şekilde İsrail ile Filistin arasında da Oslo görüşmeleri gerçekleştirilmiştir.

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--