Solculuk ve Solcu ‘hatalar’ üzerine

Zeki Seskir
Düzensiz
Published in
4 min readOct 8, 2016

Gündelik politik pratikler içerisinde sürekli olarak kullanılan en temel kavramlardan birisidir Solculuk. Gerek düşman görenler gerekse de kendisini ona dahil edenler tarafından sürekli farklı yönlere çekiştiriliyor olsa da, bir şemsiye kavram olarak oldukça açık, net ve temizdir. Kendini ona dahil edenlerin yaptığı ‘hatalar’ ise bir o kadar çeşitli, karışık ve karmaşıktır.

Solculuk

Sol-sağ ikili siyaset anlatısında sol, toplumsal eşitliği, sağ ise toplumsal hiyerarşiyi savunan pozisyonlardır. Gelir eşitsizliği olgusu soldan bakan bir birey için problem teşkil ederken sağdan bakan bir birey için olağandır (sağdan bakan bir birey de gelir dağılımını pek tabi problemli bulabilir ancak ‘gelir eşitsizliği’ olgusunu problemli bulmaz). Aynı şekilde toplumu oluşturan kültürler birliğinin bir parçasının anadilde eğitime erişim hakkı varken bir diğerinin olmaması yine aynı problematize etme pratiğinde yer alır.

Burada sol ile solculuk arasındaki farkı vurgulamak önemlidir. Sol politikalar, toplumsal eşitliği savunan politikalar klasmanında yer alırlar. Ancak siyaset anlatısında bir politikanın sola düşüyor olması, uygulayıcısını solcu yapmaz. Pratik veya siyasi nedenlerden ötürü toplumsal eşitliği destekleyen politikaları savunan ancak ideolojik olarak böylesi bir pozisyon alma işine hiç dahil olmamış bir iktidar son derece mümkündür. Sol(cu) kurum, oluşum ve birey taraflıdır, toplumla olan ilişkiler üzerine kurduğu değerler bütünü de taraflıdır. Bu temelde solculuk (bazı solcuların iddia ettiğinin aksine) mantıksal bir zorunluluk değil aksine politik bir seçimdir.

Bunlara ek olarak, değinilmesi gereken en önemli noktaysa toplumun tek bir çehresi olmamasıdır. Ekonomik, kültürel, politik(etik) ve bunun gibi (farklı teorilerde farklı şekillerde öne çıkan) pek çok toplumsal durum mevcuttur. Toplumda kültürel eşitliği savunan bir partinin ekonomik eşitliğe dair görüşleri son derece ‘sağ’ eksende kalıyor olabilir (veya tersi de mevcuttur). Böylesi bir durumda, partiyi topkeyün sağcı veya solcu olarak isimlendirmekten ziyade politikalarını sağ-sol eksende tanımlamak anlaşılabilirlik açısından daha verimli olacaktır. Bu ne yazık ki ülkemizdeki ‘taraf seçmek’ pratiğinin yaygınlığından ötürü siyasi arenadaki olayları bazen anlaşılmaz kılan en büyük etmenlerden birisidir..

Solcular ve ‘hata’ları

Türkiye’de sol tarihi devrimci pratiklerle oldukça iç içe geçmiş olarak anılmaktadır. Bunun en büyük nedenlerinden birisi, siyasi arenada ‘sol’a en yakın politikaları izleyen ana-akım partilerin bile Türkiye siyasetinin gelişiminden ötürü, militarist (ve dolayısıyla toplumsal hiyerarşiyi destekleyen) tutumlara sahip olmasıdır. Böylesi bir çevrede ise taraf olarak ‘solcu’ olmak, otomatik olarak kişiyi (veya kurumu) yerleşik düzenin karşısında bir pratiğin içine koyar. Bu yargı, seneler içerisinde toplumsal algı ile perçinlenerek devrimci ile solcu kavramlarını toplumsal hafızada aynı noktaya koymuştur. Devrimciliğe atfedilen değerler solculara, oradan sol’un kendisine aktarılmış ve toplumsal eşitlik fikri (hali hazırda yerleşik yapıyla çatışır olması nedeniyle sorun yaşadığı bir coğrafyada) hepten toplumda önyargı oluşturan bir olgu haline gelmiştir.

Eski devrimci pratiklerin toplumda rahatça karşılık bulabildiği bu değerler, özellikle 80 sonrası şekillenen algı nedeniyle toplum tarafından eskisi kadar kabullenilebilir olmaktan da çıkmıştır. Sanılanın aksine yalnızca sol ve solcular devrimcilik üzerinden kötülenmemiş, toplum bir taraftan da ‘sağ’laşmıştır. Günümüz solcularının öncül olarak düştükleri en büyük ‘hata’lardan birisi budur, “toplumun eşitlik arzuladığı varsayımını yapmak.”

Toplumsal hiyerarşi,

*militarist gelenekten kaynaklı askeri sınıf ve pratiklerin daha değerli görülmesi,

*ataerkil yaklaşımdan ötürü erkek rolünün ve erkeksi olmanın üstünlüğünün kabulü

*coğrafi-geleneksel muhafazakarlığın pratiklerinden gelen aile içi hiyerarşinin keskinliği,

*Osmanlı geleneğinden gelen devlet eşrafı — halk uçurumundan ve onun günümüze yansımalarından

*işveren-çalışan ikiliğinin hiyerarşi pozisyonları olarak kabulünden

Gibi nedenlerle, -daha da örnekler verilebilir, yani oldukça fazla yönden- Türkiye coğrafyası insanları arasında yerleşik ve kabul edilen, hatta yüceltilen bir olgudur. Böylesi güçlü bir toplumsal hiyerarşi anlayışı karşısındaysa bir bireyin (veya kurumun) kendisini ‘solcu’ olarak isimlendiriyor olması aslında gerçekten çok büyük (ve genellikle farkında olunmayan) bir sorumluluktur.

Bahsedildiği üzere bu bir tercihtir ve objektif bir çerçevede bakıldığında diğer tercihlerden (yani sağcı olmaktan veya bu ikili anlatıya dahil olmamaktan) daha değerli değildir. Kimse üzerine aldığı sorumluluktan ötürü alkış beklememelidir. Kendi aydınlık gelecek algısını topluma iradi olarak dayattığının farkında olmalı ve bunun arka planını kendi içerisinde sağlam kurmalıdır. Sol anlatıda en çok sığınılan ‘yabancılaşma’ olgusunun doğal kabul edilerek o doğala yabancılaşma olarak teorize edildiğinin farkında olunmalıdır. ‘Doğal’ olanın da aslında toplumsal bir kurgu olduğundan habersiz yapılan ‘solculuğun’ ise bilinçsizliğe ve hatta tam olarak da gidermeye çalıştığı toplumsal adaletsizliğin yeniden üretimine düşeceği unutulmamalıdır.

Bitirirken

Kısmi kurulan sol bilinçlerin (gerek durumlara belirlenim kazandıran algı unsurları olarak gerekse de amaçlara yönelik eylemsellik geliştirilen odaklar olarak) Türkiye sosyo-politik arenasına getirdiğiyse ‘sol içi’ çatışma geleneğidir. Solculuğu yalnızca kendi mücadelelerine indirgeyen oluşumların, kalanları kendi pozisyonlarına çekmek için uyguladığı iradi şiddetin temeli ise burada yatmaktadır. Tanımadığı mücadeleyi düşmanlaştıran sol bilinçler, kendi varlıklarını meşrulaştırmak amacıyla diğer sol bilinçlerle bir nevi ‘tanınma’ kavgasına tutuşurlar (burada Hegel’in köle-efendi anlatısına ve tanınma-recognition- felsefesine bakmak faydalıdır). Tüm bu süreçler içerisinde, bütünlüklü bir sol anlatısının ve ‘her yönüyle’ eşit bir toplumun mümkünsüzlüğü bir kenara bırakılarak mücadelelerin birbirlerini tanımaması üzerinden bir ‘siyaset’ler silsilesi yürütülmektedir. Teorinin pratiğe uygulanmasında uğraması gereken dönüşümler, ideolojik yaklaşımlar tarafından göz ardı edilmekte ve toplumsal mücadele platformuna çıkılamadan sol içi mücadelede politik enerjinin çoğu tüketilmektedir. Mücadelelerin çokluğu ahenkli ve zengin bir zemini işaret ederken bunun toplumsal yansıması ‘sağ’ bir tutumla mücadelelerin hiyerarşisine dönüşmekte, bu coğrafyada kurulan her bilinç gibi, sol bilinçler de ne yazık ki kutsanan değerlerimizden nasiplerini almaktadır…

duzensiz.org yayın tarihi: 30 Temmuz 2014

--

--

Zeki Seskir
Düzensiz

METU \\ M.Sc. — Physics and STPS \\ Ph.D. candidate — Physics \\ Part-time blogger on http://www.duzensiz.org/.