Türkiye’nin Seküler Muhalefetsizliği

Özgür Özer
Düzensiz
Published in
6 min readJul 21, 2020
Bomonti Bira Fabrikası Enkazı

Bir süredir mutfakta pişen bir yazı bu. Kaleme alındığı gün, tarihi Bomonti Bira Fabrikası’nın yıkıldığı haberi geldi. Hakkında yasal süreç devam ederken, hukuk gibi tali hikayelerle uğraşmayan devlet yöneticileri yıkıma başladı ve araziyi Diyanet’e tahsis etti. Eğer burada dini bir bina, cami, mescit gibi bir şey inşa edilirse yakınlarda bulunan içkili mekanlar kapanmak durumunda kalacak. Daha önce bir etkinlik vesilesiyle bulunduğum ve değerli bir girişim olan Bomonti Ada’nın hayatı kısa sürmüş olacak.

Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararına herkes kendi köşesinden bir yorumda bulundu. Kahramanlık türkülerinden Cumhuriyet’in mezarına çakılan son çivi yorumlarına kadar çeşitli fikirleri okuduk, dinledik. Devlet burada kendi vatandaşlarına bir devrin kapandığı sinyalini mi veriyordu? Yoksa diğer ülkelere Türkiye’nin girdiği yeni paradigmanın ilanı mıydı bu? Kararı verenler muhtemelen biraz ondan, biraz bundan, güç gösterisi yapmayı uygun gördü. Erdoğan’ın bir sene önce düşünülemez bulduğu politikayı bugün hayata geçirmiş olması belki de en kritik noktaydı.

Bu yazıyı yazma ihtiyacım da bu tartışmadan ortaya çıktı. Başta sosyal medya olmak üzere seküler gençlerin, muhalefetin bu karara karşı gösterdiği tarafsız ya da destekler tavrından rahatsız olmasını üzülerek takip ettim. Bunun üzerine, son yıllarda ortaya çıkan Türkiye’nin Seküler Muhalefetsizliğini tartışma gereği gördüm.

‘Devleti’ Kaybetmenin Şoku

Daha önceki bir yazımızda Türkiye’nin kurucu ideolojisinin günahlarının CHP ve şehirli/seküler Beyaz Türklere yüklendiğinden ve 70 sene geçmesine rağmen adı geçen kesimin bu ilk günahtan kurtulamadığından bahsetmiştik. 1950–2002 yılları arasında doğru düzgün iktidara gelmemiş bir parti ve onun doğal tabanı olarak görülen kesim, bürokratik vesayetin bütün olumsuzluklarıyla anılır oldu. Bazı kesimlerde Cumhuriyet’e karşı öyle bir kin vardı ki İslamcı siyasetten çeşitli tarikat ve cemaatlere açık çek vermeye kadar şaşırtıcı işlere imza attılar. İktidar’ın resmen “sizinle işimiz bitti, artık bizimle değilsin” demesi bile bazılarının bu desteğini azaltmadı. Cumhuriyetten öç almaya çalışanların bir kısmı koşulsuz destekledikleri politikaların kurbanı olduklar, hapis yatmaktan yurt dışına kaçmak gibi haketmedikleri zorluklarla başbaşa kaldılar. Gezi olaylarında ise net bir şey ortaya çıktı: O zamana kadar hala devletin sahibi olarak görülen Beyaz Türkler’in aslında devletin gözündeki makul vatandaş skalasında en altlarda yer aldığı gerçeği tokat gibi suratlara çaktı. 2020 itibariyle kamuda bir yerlere gelmenin, devletle iş yapmanın gerekli şartlarından birisinin dindar bir aileye mensup olma zorunluluğu artık insanların tartışmaya değer bulduğu bir durum bile değildi, sindirildi.

Bir zamanlar gençlik parkı

Haşa! Kızlı Erkekli Havuzlar — Belediye Tesislerinde Biralar

Toplumsal dönüşümün siyasete yansıması aslında suda kaynayan kurbağa misali yavaş yavaş olsa da, belirli noktalarda sistem uyarılar verir. Bazen bu Gezi gibi şiddetli bir şekilde olsa da genellikle dikkat edenlerin görebileceği söylem ve eylemler olarak ortaya çıkar.

Burada ele almak istediğim şey Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım ile seçim öncesinde yaptığı tartışmadan bir kaç cümle.

Öncelikle şunu not etmek istiyorum. İktidar olmak isteyen bir siyasetçi olarak Ekrem İmamoğlu o tartışmada doğrusunu yapmıştı. Daha sonra, yine İmamoğlu üzerinden örnek vereceğimiz diğer konularda da doğrusunu yaptığını düşünüyorum. Danışmanı olsaydım, o sözleri duyduğumda içimden “çok güzel” diye geçirirdim. Burada anlatmaya çalıştığımız mesele biraz daha teorik ya da toplumsal.

Kendisine “belediye tesislerinde içki satacağınız söyleniyor” şeklinde yöneltilen soruya İmamoğlu: “Ben 9 tane sosyal tesis açtım Beylikdüzü’nde. Birinde alkol var mı allah aşkına” diyerek cevap verdi ve ekledi: “Yahu kardeşim ben 2 tane havuz açtım. Saatleri ayrı günleri ayrı”. Bu sözlerini ise “uzlaşma” ve “kucaklaşma” amacına bağlayacaktı programın sonunda. Bu söylemlerden sonra sola yakın birkaç isim İmamoğlu’na oy vermeyeceğini açıkladı. Daha sonraki tartışmalardan sonra da kendilerince haklı tutumlarından bahsedeceklerdi.

İstanbul’da yaşasaydım bu söylemler benim oyumu değiştirmeyecekti, zira Türkiye’de kitle siyasetinin nasıl yapılması gerektiğini çok iyi biliyordum. İşte tam bu yüzden, partneriyle havuza gidip iki bira içmek isteyecek gençlerin hassasiyetleri ile empati yapabiliyorum. 10 sene öncesinin Ankara’sında, aşırı muhafazakar bir halkı olan ilçenin AKP’li belediyeye bağlı havuzunda kızlı-erkekli yüzmüş bir birey olarak; çocukluğumda yine Melih Gökçek’e bağlı bir belediyenin gençlik parkında gördüğüm içkili eğlence mekanları anımsadım. 10 sene öncesine kadar ODTÜ’de yaşadığım üniversite şenliklerinin, konserlerinin, eğlencelerinin siyasi denge gereği hayalini bile kuramayacak gençler…

Photo by Zen zeee on Unsplash

Aradan zaman geçti. Sokakta şiddete uğrayan hamile kadının “ama kadın olduğum bile belli değildi”, şort giydiği için otobüste saldırıya uğrayan genç bir kadının ise “elimdeki poşetlerle bacaklarımı örtmüştüm” diyerek kendini savunma ihtiyacı hissettiği bir Türkiye’ye evrildik. Bu tip olaylar elbette her zaman oluyordu, ancak mağdurların ilk aklına gelen savunmalar bulunduğumuz nokta açısından bir şeyler söylüyordu. Uzlaşma ve kucaklaşmanın şartı belirli yaşam tarzına sahip insanların gettolarına çekilmesiydi: Bu gettoların ortak özelliği ise kamu kaynaklarından kesinlikle faydalanılmayacağının kabulü üzerine yükselmesiydi.

Son zamanlarda dikkat çeken bir şey oldu: Ekrem İmamoğlu, İstanbul şehrini fetheden Fatih Sultan Mehmet’in tarihi bir tablosunu satın aldı. Bir şehirle ilgili bu kadar önemli bir eserin belediye tarafından satın alınması doğaldır. İmamoğlu içinse mantıklı bir siyasi hamledir.

Sonrasında çeşitli eleştiriler dile getirilmeye başlandı, liberaller belediye bütçesinden yapılan gereksiz harcamayı eleştirdi, neo-Osmanlıcılardan haz etmeyenler Fatih’in tablosu olmasını. Bunlar doğal eleştiriler olsa da belirli bir kesimin bu eleştirilere karşı “sizin bu sözleriniz Erdoğan’a yarar, şahsi hezeyanlarınızı siyasete karıştırmayın” sözlerini duyar hale geldik.

Yeri gelmişken ekleyeyim: Bence bir genç çiftin rahatça havuza gidip kenarında bir bira içmek istemesi bütün büyük anlatılardan, idelojik ütopyalardan çok daha meşru bir siyasi taleptir.

Ayasofya’nın cami yapılması kararı sonrasında muhalefetin sessizliğinden ve onayından bahsetmiştik. Yine CHP’nin müstakbel başkan adayı olarak görülen İmamoğlu Ayasofya’nın kendisinin gözünde hep cami olduğunu söyledi ve ekledi: Zaten orada yıllarca ezan okunuyordu, bu kararın soğuk kanlılıkla yorumlanması gerekirdi. Toplumsal diyaloğa çağrı yapıyor, olası sonuçlarına dikkat çekiyordu. Siyaseten doğru açıklamayı yapmıştı ama nedense sözünün bir kısmı alıntılandı ve tepki gösterenler oldu. Bazıları için Ayasofya’nın cami olması hayati önemdeydi. Ülkenin kendileri açısından yaşanılmaz hale gelmesine bir adım daha atılıyordu bu kararla. Abartıyorlar mıydı? Belki de. Ama demokrasi zaten hassasiyetlerin yarıştığı bir siyasi ortam değil midir biraz da? Tepkilerini kendilerini temsil ettiği sanrısından kurtulamadıkları partiye gösterdiler zaten, hassasiyetlerine demokratik adres bulmak istediler.

Bugüne geldik. Bomonti Bira Fabrikası yıkılıyor. Muhtemelen yakınındaki bulunan eğlence ve konser alanı da kısa sürede kapatılacak. Yine CHP’den tepki bekleyenler var. CHP bu konuda da beklenen tepkiyi muhtemelen göstermeyecek. Zira İktidar olmak isteyen kitle partileri için rasyonel bir hamle olmayacağını bilecek kadar Türkiye siyasetini öğrendiler.

Photo by Suhyeon Choi on Unsplash

Peki Seküler Gençler Nasıl Temsil Edilecek?

Kısa cevap: Ortak düşman AKP iktidarı bitene kadar temsil edilmemeyi kabul edecekler, aksi halde şahsi hezeyanlarını siyasete yansıtmakla suçlanacaklar.

Uzun cevap: Bu kadar geniş bir kitle on yıldan uzun zamandır siyasette temsil edilemiyorsa, üstelik kendilerini temsil ettiğini sandıkları siyasetin temsilcileri “sabır kardeşim, sabır” diyerek hayatlarından fedakarlık etmesini talep ediyorsa adı geçen kitle ne yapabilir? Siyasetinde temsil edilemediği ülkeden gitme eylemini gerçekleştiremiyorsa bile söylemiyle kendisini duyurmak gibi yöntemlere başvurabilir. Gidenler ile ilgili her kitap raflarda yerini aldıkça, her video YouTube’a düştükçe seslerini duyurmuş olurlar. Çok daha ilginç bir sosyal fenomene rastlarız bu noktadan sonra: Türkiye’den gitmenin çok da şart olmadığını söyleyenlere tepkilerini yansıtan gençleri görürüz. Türkiye’de kalmak istemek, suçtur. Zira ellerindeki tek siyasi mesaj verme yöntemlerine, yani gitmek istemeye muhalefet etmiş oluruz. Türkiye’yi yaşanabilir görenler adeta işbirlikçi olarak yaftalanır.

Toparlarsak

Bu yazının amacı İmamoğlu’nu eleştirmek değildi. Daha önce de not ettiğim gibi, tam tersine, kendisi siyaseten doğru kararlar vermesiyle şaşırtıcı derecede başarılı bir performans sergiliyor. Sekülerleri temsil ettiği sanrısı azalarak devam eden CHP için de durum yeterince iyi. Alternatifsizlikten “tıpış tıpış sandığa gidip oy veren” kesimin hassasiyetlerini önemsemeyip %2 %3 kilit oy için başkalarının gönlünü almaya çalışmak herhangi bir siyasi parti için büyük lüks. Karşısında sekülerlerin oyuna talip olma ihtimali olmayan bir AKP, sekülerler içinse herhangi bir alternatif üretemeyen Türkiye siyaseti varken toplumun başka kesimlerine, kendi tabanının hassasiyetleri pahasına ulaşması gayet kolaydır.

Peki partneriyle havuz kenarında iki bira içip serinlemek isteyen gençlerin bu talepleri neden gayrımeşrudur? Anksiyete dolu gençlik yıllarında kendilerine düşen, Covid-19 ile birlikte gerçekleşmesi iyice zorlaşan yurtdışı hayalleri ile oyalanıp ekşisözlükteki “türkiye’den s*ktir olup gitmek” başlığında Türkiye’nin Seküler Muhalefetsizliğinin alternatifini oluşturmak mıdır?

Sabır kardeşim, sabır.

Blog yazılarımın yanında artık bir YouTube kanalında fikirlerimi paylaşmaya çalışıyorum. Düzensiz’deki makaleler hakkında yorumlar da içeren, yazarların konuk olacağı programlarımı takip etmek için:

Düzensiz Dergi olarak yeni içeriklerden haberdar olabileceğiniz bir e-posta bültenimiz var: Üye Olmak İçin Tıklayınız

--

--