Ödül Eda Çakıcıoğlu
edebiyatdukkani
Published in
3 min readMar 8, 2018

--

YÜRÜMEK, SEVGİ SOYSAL

Yürürken arkanıza bakar mısınız? Mümkün mü? İnsan yürürken sadece önünde beliren ileriye odaklanır. İşte tam da söz konusu romanımız burada başlıyor: “Yürümek”…

Yürümek eyleminin kendisi bile, zamanı geldiğinde cesaret ister. Bu cesaret de kadınımızda, insanımızda var, inanıyorum ben.

Yüksek derecede öznel yorumlar içeren bu kitap yorumumum biraz uzun olacağı uyarısını da baştan yapmak isterim.

Kitaba geçecek olursak, kitap iki karakter üzerinden gelişiyor. Ela ve Memet…

Kitap hakkındaki yorumlara baktığınızda, cesur tarafının cinsellik içermesi olduğunu yazar. Bu yüzden kitap türlü badireler atlatmış, sansürlenmiş, daha fazlası… 1970 yılında Başarı Ödülü aldıktan sonra. Bense kitapta sansürlük, erotik, dozunu aşan bir cinsellik göremedim. Bence en güzel yanı, iki gencin, çocuk yaştan büyüyüp tanışana, hatta tanıştıktan sonraki zamanlarına değin anlatılan katmanlı, sınıflı toplum. Çok ince, oya gibi işlenmiş bir sınıfsal eleştiri var kitapta. Bununla birlikte, kadına yüklenen misyonu, aynı şekilde erkeğe çizilen sınırları, farklı sınıfların bakış açılarına tanık olarak görebiliyoruz. Çok etkileyici.

Az gelişmiş toplumlarda kadına ve erkeğe yüklenen cinsel roller etrafında örülmüş. Küçükken yaşadığımız/yaşatılan travmatik bu cinsel rollerin, ilerleyen yaşlarda büyük mutsuzluk krizlerinin de temelini oluşturduğunu görüyoruz. Bunu ele alırken de çok güzel bir Türkiye panoraması çiziyor Soysal. Kimlik sorunu, kadın sorunu, azınlık sorunu, sınıf sorunu…

Zaman sıçramalı. İleri-geri sıçrayışlar var hem de. Tek bir çizgide hareket etmek mümkün değil. Ancak bu sayede hiç kopmadan, karakterlerin bugünlerine, dünlerine, yaşadıklarına dair önemli kırılma noktalarına şahit oluyoruz.

Kitap bir aşk romanı gibi görülebilir ancak ayrı zamanlarda, farklı yerlerde bulunmuş gençlerimiz kitabın sonuna doğru “kavuştuğunda” da meselenin aşktan çok ötesi olduğunu bir kez daha ispatlıyor Soysal. Ela ve Memet buluşsalar da, hayattaki konumlanışları, kabullenişleri oranında da ayrışıyorlar. Ela’nın en başından beri, devamlı içinden yükselen hayatı sorgulayan ve cevap arayan soruları bizleri de tartışmanın içine çekiyor.

Sevgi Soysal’ın iç konuşmalardan, kişilik ve duygu betimlemesini çok başarılı yaptığını düşünüyorum. Net bir tablo çıkıyor karşınıza bu betimlemeler sayesinde. Sadece kadın gözünden değil, erkeğin gözünden de görüyoruz dünyayı.

Bunlarla birlikte Soysal kitapta ara geçişlere doğa betimlemelerine yer vermiş. İlk başta, ne alaka, dedirtse de aslında her geçişte doğa tasvirlerinin konuyla bağdaştığını görüyorsunuz. Doğadan insana geçiş… Ben bu doğaya değinmenin, kentleşen ve bireyleşen toplumda özünden kopan insana da gönderme olduğunu düşünüyorum. Metoforik benzetmelerle doğa ve insan olgusu harmanlanıyor. Biraz dışardan okuyunca bu kesitleri, anlaşılmaz değil, köprü olduğu izlenimi edindim ben.

Son olarak, Ela karakteri, bence mevcuttan kopuşu simgeliyor. Fazlasıyla Sevgi Soysal’ı buldum ben karakterde. Sistemin gri rengini üstüne giymeyi red ediyor Ela, Soysal gibi. Kendisine tanımlanan, evcil bir dişi hayvan gibi, sınırlarının belirlenmesi, dar kalıpçı bir cinsellik anlayışına mahkum edilmesi, amaçsız, sıradan gündelik hayatın eziciliği Ela’nın içinde derin boşluk hissi yaratıyor. Kimseyle tamamlanamayan derin bir boşluk hissi. Fotoğrafı hep farklı görüyor Ela. O yüzden de cesurca Yürüyor, arkasına bakmaksızın.

Şiddetin dozunun her gün arttığı memleketimde kadın olmak… Değerli bir kadın yazarımızın kitabına değinerek 8 Mart Emekçi Kadınlar Günümü, günümüzü anmış olmak istedim.

Ele aldığı konular açısından halen çok güncel bir roman. Keyifli okumalar.

--

--