Yenilmezlik

Ekim Kaya
Ekim Nazım Kaya
Published in
2 min readJun 10, 2023

--

Yenilmezliğin sırrını buldum.

Çok özetle, duygularınızı tamamen bir kenara bırakmak. Durum ne olursa olsun. İster bir ölüm karşısında, ister işle, ister aşkla ilgili.

Aslında bunu zaten farklı şekillerde pek çok videomda ifade ettim. Ama şimdi Amerikalıların deyimiyle ‘Kristal netliğinde’ belirdi zihnimde.

Şimdiye kadar söylediklerim, ‘olmuş gibi’ düşünmeye dairdi. Yani ‘Olumlu düşünceler, duygular, olumlu davranışları doğuruyor.’

Ama aslında ona da ihtiyacımız olmamalı.

Yani bir şeyi olumlu ya da olumsuz diye tanımlayan biziz. Ve bu tanımlamayı kendi deneyimlerimiz, beklentilerimiz, varsayımlarımız doğrultusunda yapıyoruz.

Ve bu deneyimler, beklentiler, varsayımlar çok kısıtlı veriler ışığında, çoğu zaman yanlış ve eksik şekilde yapılıyor.

Şöyle düşünmek, berraklığı sağlıyor:

Evren 13.7 milyar yaşında.

Her şey, bilimin (ya da tanrının, nasıl bakmak isterseniz) belirlediği çerçevede gerçekleşiyor.

13.7 milyar yıllık evrende bir milisaniyelik bile karşılığı olmayan bir hayatı yaşayıp, göçüp gidiyoruz.

Deneyimlediğimiz küçücük bir gerçeklik var. Deneyimlemediğimiz gerçekliğin %0.000000000001'i bile değil.

13.7 milyar yıldır, her an çok net ve katı kurallara göre gerçekleşen şeyler içinde neyin iyi, neyin kötü olduğuna dair kendimizce çok haklı kararlara varmakta beis görmüyoruz. Ne kadar da iddialıyız böyle!

İşte ‘Bu böyle olmalı. Böyle olması iyidir, olmaması kötüdür. Böyle olursa iyi olur ve mutlu olurum, olmazsa olmam’ durumu hayatımızı müthiş zorlaştırıyor, ama bunun farkında değiliz.

Böyle olmalı dediğimiz şeylerin çoğu üzerinde kontrolümüz ya hiç yok, ya çok sınırlı.

Politika. Hava durumu. Başka insanların bize davranışı. Ekonominin durumu. Her şey, her şey aslında büyük oranda bize dışsal. Bunu kabul etmek, rahatlamanın ilk adımı.

Dışsal olmayan ne? Kendi hissettiklerimiz.

Duygusal roller coaster üzerinde bir yukarı, bir aşağı savrulmak yerine, bir stabiliteyi sağlayabiliriz.

Ne üzülmek, ne sevinmek. Doğa gibi. Su gibi, hayvanlar gibi.

Nazım’ın dediği gibi, ‘Tek işi yaşamak olan canlılar’ gibi.

Doğada yaşayıp, doğadaki diğer canlılardan bu konuda bu kadar farklı olmamız açıklanır gibi değil.

Düşünebiliyoruz ya, sırf bu yüzden, beklentileri ve varsayımları kendimize hak görmüşüz.

Madem o kadar akıllıyız, doğada yaşamanın en iyi yolu değil mi, ‘doğal’ olmak? Başka hangi canlının hayattan beklentileri bizimkiler kadar yüksek?

Zihnimizde sürekli biri konuşuyor ve o ses bize hizmet etmiyor. Zihnimizden ibaretmişiz gibi, onun söylediklerini hep dikkate alıyoruz. Ama o motivasyonunu hayatta kalma dürtüsünden, yani korkudan alıyor.

Gerçekleşmesi çok da muhtemel olmayan şeylerden bile sürekli korktuğu için bizi de sürekli kendi korku çerçevesi içinde yönlendiriyor.

Bu ses, örneğin geçim derdi yaşayan birini sadece dürtüleriyle hareket eder hale getirebilir. Korku çok güçlü bir duygu. Kontrolü ona verdiğimizde, korktuğumuzun başımıza gelmesi ihtimalini artırıyoruz. Çünkü fırsat, başarı, rahatlık, huzur değil, tehdit, tehlike, risk arar hale geliyoruz. Aramadığımızı değil, aradığımızı buluruz. Bilimsel karşılığını merak ederseniz, ‘Reticular Activating System’ doğru arama terimi.

Zenginin daha da zenginleşip, fakirin daha da fakirleşmesi bu yüzden.

Instagram’daki gönderilerimin altındaki yorumlarda her gün görüyorum. İnsanlar hayata baktıkları pencere nedeniyle, gözleriyle gördüklerine bile inanmaz hale geliyorlar.

Peki, çözüm duygularımızı bir kenara bırakmak diyorsun. Bunu nasıl yapacağız?

Pratik öneriler, bir sonraki yazımda.

--

--