Bir Londra Hikayesi!

Berkay Işık
Elit Köşe
Published in
7 min readJul 1, 2017
Objektifimden bir Londra panoraması..

Bundan tam bir sene önce Londra’ya ayak basmış; ilk yurt dışı tecrübemin en çok hayalini kurduğum şehir olmasının mutluluğunu yaşıyordum.

Dönüp baktığım zaman Londra, turistik açıdan gerçekten bir çok şehrin gerisinde kalır. Dünyayı gezip bitirdiğimi söyleyemeyeceğim ama internetten okuyup öğrendiğim kadarı ile bu çıkarımı yapıyorum. Şehrin en büyük özelliği olan Thames Nehri ben renk körü olmama rağmen o berbat rengi ile hiçbir turistik özellik sunmuyor bana göre. Masmavi bir boğazı olan İstanbul’dan sonra maviden başka bir renge tahammül edemiyorsunuz. Bunu çıkartırsak elimizde Tower Bridge, Big Ben, London Eye ve Hyde Park kalıyor. Tabii ben çok yüzeysel olarak söylüyorum bunu. Dördü de bulunmaz Hint kumaşı değiller. Dolayısıyla turistik olarak Londra bana göre pek tercih edilebilecek bir yer değil.

Peki nesi var bu şehrin? Organizasyonu, kuralları, yeşili ve düzeni var. Bu altın değerleri seven insanlar için bire bir şehrimiz güzel insanları da barındırıyor. Daha ikinci günümde şehrin en büyük organizasyonlarından biri olan British Summer Time Hyde Park festivalinin bitişinde 60000 kişinin hiçbir sıkışıklık olmadan nasıl dağıldığını gördüğüm zaman sistemi çözdüm bile.

Kurallardan bahsettik, kurallar İngiliz insanları için önem arz ediyor. Türkiye’nin aksine, kurallara uymayanların cezalandırıldığı bir sistemde insanlar robotikleşmesine rağmen düzen kuruluyor. Bu da her zaman gıpta ile baktığımız ülkelerin temelinde yatan ilke oluyor aslında. Hep duymuşsunuzdur, “Avrupa’da kimse korna çalmaz” diye. Haklılar. İngiltere’de korna sesi duyduğum çok nadir zamanlar vardı; hepsinin sebebi de kurallara uymayan yayalardı. İngiltere’de yaya önceliği çok popüler. Yaya geçidinde yola adımınızı attığınız an araçlar duruyorlar. Fakat, yaya geçidinde değilseniz veyahut size kırmızı yanarken karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorsanız sürücülerin tepkisi ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kurallar hayatın her anına hakim anlayacağınız.

Londra kalabalık bir şehir. Fakat bu kalabalık popülasyon çok başarılı dağıtılmış. Şehrin içi veya dışı farketmeksizin yaşam ortamı barındıran cadde ve sokakları çoğunlukla tenha oluyor. Alışveriş veya eğlence mekanlarının bulunduğu yerler nispeten kalabalık olsa da yaşama alanlarının yaşayanlara özel olması çok takdir ettiğim bir durum. İstanbul’da en çok şikayet ettiğim şeylerden biri evlerimizin bulunduğu sokakların araçlar veya yayalar için ulaşım yolu olarak kullanılıyor oluşu. Londra’da merkez kısmını gözardı edersek merkez dışındaki yaşam alanları genelde ring yapan sokaklar veya çıkmaz sokaklara kurulu. Bu da, işi olmayanın sizin yaşam alanınıza giremediği anlamına geliyor.

Yaşam alanı demişken yürüyüş yaptığınızda sık sık karşınıza çıkan yeşil alanlar ve insanlardan bahsetmeli. Üç ayda Londra’da 900 km bisiklet sürdüm, takip edemediğim kadar da yürüyerek mesafe kaydettim. Bir rotaya bağlı kalmadan gezmenin en güzel tarafı sürekli köpekleri ile yürüyüş yapan ve size selam vermeyi ihmal etmeyen insanlar ve bu insanların dolu olduğu parklara rastlıyor olmanız. Yer yer sadece çim alanın bulunduğu parklar, yer yer ise ağaçların güzel gölge alanlar ve dinlenme imkanı sunduğu güzel parklar Londra’da yaşamın içindeki stresi aslında çok kolay bir şekilde atmak için size fırsat sunuyor. İnsanlar da bunu kaçırmıyor, yazın öğle vaktinde sandviçini alıp bu parklara koşan insanları şehrin içi veya dışı farketmeksizin görmek mümkün. Londra’da size gerçekten muazzam huzurlu dakikalar temin eden parklardan bahsetmek gerekirse;

Hyde Park’tan çektiğim bir fotoğraf.
  • Hyde Park: Şehrin en popüleri, içinde Serpentine Gölü’nü de bulunduran park merkezde olmasının avantajını sonuna kadar sağlıyor. Çok kalabalık olmasına rağmen kimseden rahatsız olmadan tadını çıkarabildiğiniz enfes bir yer.
Richmond Park şehrin en büyüğü, uçsuz bucaksız.
  • Richmond Park: Şehrin en büyüğü, içinde göller, geyikler, kafeler, ve sayamayacağınız kadar bisiklet bulunduran bir park. Eğer bisiklet ile Londra’yı keşfediyorsanız, Richmond Park kesinlikle rotanızda olması gerekiyor.
Regents Park
  • Regent’s Park: Meşhur Mimar John Nash tarafından tasarlanmış bu park bana göre Londra’nın büyüklük ve güzellik göz önünde bulundurulduğunda en güzel parkı. İçinde piknik yapılacak çok güzel yeşilliklerinin yanında spor yapabileceğiniz harika alanlar da mevcut.
  • St. James Park: Şehrin merkezinde olması, bütün popüler yerlere yakınlığı ve güzelliği ile dikkat çekiyor.
  • Bushy Park: Richmond Park’tan sonra şehrin ikinci büyüğü, gez gez bitmeyen ve uçsuz bucaksız yeşiliyle göz dolduran bir yer.
  • Holland Park: Bana göre Londra’nın butik parkı. İçinde Japon anıtlarından tutun güzel bahçelere kadar bir sürü güzel nokta var.
  • Primrose Hill: Burası da alabildiğine büyük bir çim alan. Bu park Londra’da nadir bulunan yükseltilerden birini bulunduruyor. Yükselti olunca da dümdüz şehre yukardan bakma fırsatı yakalıyorsunuz. Güzel bir Londra silüeti için bu parka gitmenizi öneririm.
  • Bonus: Kew Gardens. Girişi paralı olan Kew Gardens hayatınızda hiç görmediğiniz bir dünya bitkiyi barındıran bir park. Benim amiyane tabirimle tam bir cennet bahçesi. Diğerlerine nazaran ücretli olsa da kesinlikle ücretin hakkını veren inanılmaz bir yer.

Londra’da yine bana göre yapması en keyifli etkinliklerden biri Cuma ve Cumartesi akşamını tam bir şölene dönüştüren çalışan kesimin manzarasını izlemek. Açıkçası eğlenmeyi çok iyi bilen İngilizler özellikle şehir merkezinde Cuma iş çıkışı pub kapılarında muazzam kalabalıklar oluşturuyorlar. İstanbul’da Cuma trafiği diye bildiğimiz araç trafiği Londra’da tam olarak insan trafiğine dönüşüyor. Fakat o ortamın verdiği keyif İstanbul’daki trafiğin sıkıcılığına nazaran paha biçilemez oluyor.

Cuma akşamı.. (Temsili değil)

Daldan dala atladığımın farkındayım fakat aklıma geldikçe konulara değiniyorum. Sırada ise ulaşım konusunu ele almak istiyorum. Öncelikle Londra’da araç fiyatları ucuz. Çoğu kimsenin de şahsi aracı var. Bunu kaldığım yerlerde sokakların araba ile dolu olmasından anlayabiliyorum. Fakat şehrin içindeki yollarda öyle deli bir trafik olmuyor. Bu konuda şuna da açıklık getirmek gerekli. Londra’da İstanbul’daki gibi bir acele yok. Dolayısıyla oluşan trafikler de benim gibi trafik fobisi bulunan bir insan için bile büyük bir sorun teşkil etmedi. Zaten güzel planlanmış bir şehir olduğu için sürekli bir noktada büyük trafikler oluşmuyor. Herkes nereye park edeceğini, nasıl araç kullanacağını bildiği için trafik güzel bir akış ile gidiyor. Şehrin büyük yükünü çeken taşıtlar ise bisikletler. Sokaklarda bisiklet kullanan bir sürü insan görebilirsiniz. Tabi bu öyle kendiliğinden oluşmuş bir şey değil. Büyük caddelerde bulunan bisiklet yolları sayesinde bisiklet sürmek oldukça kolay ve keyifli. Birkaç İngiliz’in beni “Dikkat et burada bisiklet kullanmak tehlikelidir” diye uyarışına aldırış etmedim bile. Zira İstanbul’da bisiklet kullanmanın direkt olarak can sağlığı tehlikesi olduğunun farkında değiller. Hiç de söyledikleri gibi değil. Londra’da bisikletliye herkesin saygısı var. Şöyle açıklayayım, bir sokakta şerit ortasından bir aracın önünde seyredip, sinyalinizi verdiğiniz takdirde dönüş yapabiliyorsunuz. Karşıdan gelen araç sinyali gördüğü an durup yol veriyor. Arkadaki mi? Dönüp arkanıza bakmanıza gerek bile yok! Ayrıca Londra’da sadece bisikletlere özel yollar da var. Bunlar Cycle Superhighway olarak adlandırılıyor ve uzunlukları onlarca kilometreyi buluyor.

Toplu taşımada ise adamlar resmen aşmış! Çözümlediğim üzere şehrin ana alterlerine ulaşım hep metro ile sağlanıyor. Londra metrosunu tarife gerek yok sanırım. Metronun veya diğer raylı alternatiflerin ulaşmadığı her güzergah ise otobüsler ile çözülmüş. Böyleşe kargaşaya ve karışıklığa gerek kalmadan bir noktadan diğer bir noktaya ulaşım çok rahat bir şekilde çözülüyor.

Ve Londra hakkında herkesin olumsuz konuştuğu belki de en önemli konu; hava. Ben yaz aylarında kaldığım için genel olarak harika bir havaya maruz kaldığımı söylemeliyim. İstanbul’un yaz sıcağı ile alakası olmayan, nem oranının insanı bunaltmadığı temiz bir havası var Londra’nın. Sizi yormuyor. Ayrıca yaz da olsa sık ama zararı olmayan yağmurlardan da nasibinizi elbet alıyorsunuz. Bunun için tek çözüm var, o da yağmurluk. Bunun dışında yazın dikkatimi çeken başka bir şey daha; hava çok geç kararıyor. Tamamen kararması 22:30 sularını buluyor. Bu da günü daha dolu yaşamanız için size fırsat sunuyor. Bunun dışında İstanbul’dan daha temiz bir havası olduğunu söylememe gerek yok.

Kuralların, düzenin ve organizasyonun hakim olduğu; engin eğlence alternatifinin yer aldığı şehir Londra. 3 günlük kısa bir tur için önereceğim bir lokasyon olmayabilir fakat dolu dolu geçirmek istediğiniz birkaç ayınız veya yılınız var ise süper bir yaşam şehri. Kusursuz işleyen bir sistem; medeniyetin geliştiği şehirde sizi asla mutsuz etmeyecek bir ortam var. Gidin, görün, yaşayın.

Yazıya ufak notlar eklemem gerekirse;

  • Londra yaşaması pahalı bir şehir. Ev kiraları ve ulaşım gerçekten yüksek bir maaşla çalışmayan bir kişinin en büyük stresi olabilir. Fakat buna nazaran gıda alışverişleri ve diyer küçük ihtiyaçları oldukça düşük bütçe ile halledilebiliyor.
  • Londra’da her an ama her an yağmur yağabilir. Buna her şekilde hazırlıklı olmak lazım. Şemsiyenin dahi yetmediği durumlar olduğu için insanın yanında her zaman yağmurluk bulundurması ve sürekli hava durumu kontrolü elzem oluyor.
  • Londra şehir ve insan olarak yeşillik ve çiçekleri seviyor. Her yer park, her yer çiçek dolu. Eğer yeşilden haz alıyorsanız Londra’yı gerçekten görmenizi, bu kalabalık şehrin arasında kalmış parkları deneyimlemenizi tavsiye ederim.
  • Selam vermekten, özür dilemekten ve teşekkür etmekten kaçınmayın. Ben Türkiye’de zaten ayağıma biri bassa dahi dönüp kendim özür diler pozisyona düşüyorum. Londra’da aynen bu kural mevcut. Bir çarpışma sonucu suçlu kim olursa olsun iki taraf da mutlaka birbirine dönüp özür dilemekten kaçınmıyor. “Sorry!” kelimesi orada en çok kullandığınız kelime olacak. Bunu unutmayın. Ayrıca yoldan geçen özellikle orta ve ileri yaş insanlara selam verdiğinizde samimi bir geri dönüş alıyorsunuz. Aynı zamanda onlar da size hiç beklemediğiniz bir anda selam verebiliyor. Ve teşekkür, Londra’da otobüsten inerken dahi insanlar şöfore teşekkür ediyor! Bu üç kalıp Londra’da keyifli yaşamanın anahtarlarından.
  • İngiliz insanı küçüklüğümden beri duyduğum gibi barbar değil! Elbet sıkıntı çıkartan bir dünya insan oluyordur. Özellikle alkol tüketiminden sonra. Fakat polis yoğunluğu fazla ve insanlar genel olarak size saygıyı elden bırakmıyor.

Bu serüveni genel hatları ile size bu şekilde özetlemeye çalıştım. Sorularınız olursa cevaplamaya hazırım.

Yirmiyedimag’ı Twitter’da takip edin; twitter.com/yirmiyedimag

--

--

Berkay Işık
Elit Köşe

İnşaat Mühendisi, amatör bir voleybolcu. Müzik dinlemeyi ve konserlere gitmeyi çok sever.