Hoş Bir Fethiye — Kaş Kaçamağı

Berkay Işık
Elit Köşe
Published in
8 min readDec 6, 2020
Babadağ’dan Ölüdeniz manzarası, kapak olmaya yakışır bir fotoğraf.

Pandemi bütün yaşayış şeklimizi bir anda değiştirdiği zaman eminim ki herkes bir şekilde planlamasını değiştirdi. İnsanlar tatil için planlarını bozdular, yurt dışı hayalleri suya düştü, memleket ziyaretleri askıya alındı. Ancak turizm sektöründeki kaygılar yüzünden 1 Haziran itibariyle açılımların olmasıyla büyük bir çoğunluk yurt içi olsa da tekrar planlar yapmaya başladılar. Evet, tatil bizim insanımız için önem taşıyor.

Yaşım küçükken ailemin Antalya’da bir otelde devremülk hakkı vardı ve bu hak büyük bir grubun oteli satın alması ile haksız bir şekilde iptal edildi. Bu devremülkte belki 7–8 sene tatil yaptım. O hakkın iptali ile Kuşadası’nda başka bir otel bulduk ve 4–5 yaz da tatilimi orada o şekilde geçirdim. Kısacası, Türkiye’nin tatil güzergahlarına çok hakim olduğumu söyleyemeyeceğim.

Ancak küçük arkadaş grubumuzla 2 sene önce başlayan Bozcaada seyahatimiz bir sonraki sene Sığacık ve bu sene ise Kaş — Fethiye ile devam etti. Ben de aslında covid-19 virüsü ve bu virüsün yarattığı pandemi yüzünden iptal olan yurt dışı tatilimizin alternatifi olarak gerçekleştirdiğimiz bu kaçamağın bana kattıklarını ve aslında kıyı şeritlerimizdeki saklı cennetlerimizi nasıl ihmal ettiğimizi kaleme almak istiyorum.

Öncelikle İstanbul’dan araçla yolun çok uzamasını göze almak istemediğimiz için korkarak da olsa uçakla Dalaman’a seyahat ettik. Programımız ilk iki gün Kaş, ardından üç gün Fethiye şeklindeydi. Dalaman ise nispeten son gün Fethiye’ye yakın olduğu için tercih ettiğimiz yer oldu. Dalaman’dan Sixt aracılığı ile kiraladığımız Seat Leon ile oldukça konforlu ve keyifli bir 5 gün geçirdik. Bu ilk araç kiralama deneyiminin ise sıkıntısız geçmesi beni bundan sonrakiler için rahatlattı desem yeridir. 3 saatlik yolun ardından öğleye doğru vardığımız Kaş’ta 2 gün konaklayacağımız Nirvana Aparts’a yerleştik. Burası birkaç blok binadan oluşan bir konaklama tesisi diyebiliriz. 2+1 odalı dairemiz oldukça tatminkar, özellikle sadece konaklama yaptığımızı düşünürsek. Ancak yazlık evi konseptinde daha uzun kiralamalarda da memnun etmeyecek bir yanı olduğunu düşünmüyorum, zira evin içinde olanaklar fazla.

Nirvana Aparts’tan manzaramız.

Buradan hemen hazırlanıp Kaş Marina’ya inerek bizi Limanağzı’na götürecek ufak tekneye atladık. Kısa bir yolculuğun ardından ise Bilal’in Yeri adındaki tesiste günümüzü geçirip yorgunluğumuzu atlatmak adına kiraladığımız locaya vardık. Kişi başı 50 TL’lik harcama yapmak koşulu ile tesisin şezlong, loca ve plajından faydalanabiliyoruz.

Bilal’in Yeri, Kaş ise karşıda kaldı.

İlk defa Kaş’a giden biri olarak, denizin ilk girişimde beni inanılmaz etkilediğini söyleyebilirim. Hayatımda ilk defa bu kadar engin ve bu kadar mavi bir deniz gördüm. Ve bu denizde yüzmek inanılmaz keyifliydi benim için. Yemekleri hariç Bilal’in Yeri’nde keyifli bir gün geçirerek akşam üzeri yine tekne servis ile Kaş merkezine geri döndük ve akşam yemeğimiz için önceden rezervasyon yaptığımız Sardelaki Restaurant’a geçmek için hazırlandık. Sardelaki’de bize ayrılmış olan köşe masa ile eşsiz manzaraya karşı güzel bir akşam yemeği keyfinden sonra ertesi güne enerji toplamak amacıyla kaldığımız yere geçtik.

Sabah ise bambaşka bir heyecan ile uyandık, çünkü 2. günümüzün planı tamamen tekne turuna ayrılmıştı. Kaldığımız yerde kahvaltımızı yapıp çıktıktan sonra yine önceden rezerve edilmiş olan Bermuda Boats’ın teknesine doğru yola çıktık. 5 dakikalık araç yolculuğumuzun ardından kişi başı 150 liralık tekne turuna başladık. Tekne turu Kaş’ın birçok koyunda yüzme keyfinin yanı sıra Kekova ve Kaleköy’ü görme fırsatını da içeriyordu. Açıkçası tarihe ilgisi çok da fazla olmayan şahsım adına bu tekne turunun en iyi tarafı Kaş’ın güzel mavi suyunda yüzmek olacaktı. Öyle de oldu; Kaleköy, Kekova ve Batık Şehir esnasında ne kadar sıkıldıysam birbirinden güzel koylarda yüzerken de o kadar rahatladım. Bermuda Boats’tan bahsedecek olursam; işini çok önemseyerek yapan bir işletme. Kaptan ve tahmin edersem yeğenleri hizmet anlayışı olarak oldukça samimi ve başarılılar. Bu yediğimiz yemekten, kullandığımız tuvaletlerin temizliğine kadar kendini hissettirdi açıkçası.

Tekneden bir görüntü, suyun rengi muhteşem.

Akşam tur bittiğinde ise ön göremediğimiz bir problemle karşılaştık, hepimizin başı dönüyordu. Ancak günümüz henüz sona ermemişti, dairemizde hazırladığımız akşam yemeğinin ardından bir önceki gün canlı müzik sesleri ile ilgimizi çeken Echo Bar’da rezervasyonumuz vardı. Doğru merkeze indik. Meğer Echo popülaritesi zaten oluşmuş bir mekanmış. Burada Cem Tunçer’in önderlik ettiği bir blues grubunu dinleyince ne baş dönmesi kaldı ne bir şey! Gecenin sürprizi ise yeni günün ilk dakikalarında yeme keyfine eriştiğimiz meşhur tava dondurmasıydı. Tadı gerçekten eşsizdi.

Üçüncü gün bizim için hem macera hem de yolculuk günüydü. Bunun için ise güne erken başlamak gerekiyordu. Rota ise Patara Kumsalı idi. Muazzam bir gün doğumunu yakalamak için sabahın erken saatlerinde daha güne ilk ışık dahi vurmadan yola çıktık. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuğun ardından, çok da düzgün olmayan yollardan geçerek belirsiz bir noktaya vardık. Gün ışıkları çok yeni gösteriyordu kendini. Çölleri andıran büyük bir kum tepeliğine varmıştık. Önümüz alabildiğine deniz, arkamızdan ise güneş doğuyor. Biz ise 1–2 saatliğine anın tadını çıkardık, bol bol fotoğraf çektik. Türkiye’de böylesine kum tepeleri ve güzel bir kumsal olacağını hiç düşünmemiştim doğrusu. Alan tabi büyük çöller ile kıyaslanamayacak kadar ufak ancak yine de insana keyifli anlar yaşatıyor.

Güneşin doğmasına az kala kum tepeleri.

Buradaki keyifli dakikalarımız sona erdiğinde Kaş’ta kaldığımız Nirvana Aparts’a geri dönüp eşyalarımızı topladık, kahvaltının ardından da yola koyulduk. Üçüncü gün programı en yoğun programdı bizim için. Ufak bir Kaş merkez ziyaretinden sonra Kaputaş Plajı’na gitmek için arabaya atladık. Saati çok öğlen etmemek gerekiyordu çünkü Kaputaş malum meşhur bir yerdi ve kalabalık özellikle covid salgınının da mevcut olduğu bugünlerde insanı korkutuyor.

Kaputaş Plajı

Kaputaş hakkında ne düşüneceğimi açıkçası bilemedim. Tepeden bakınca oldukça keyifli görünüyor aslında, özenle oluşturulmuş bir plaj görüntüsü var. Aşağı indiğimizde ise hafta sonu olmamasına rağmen epey kalabalıktı. Zaten Türkiye gibi kalabalık bir nüfusu düşündüğümüzde Kaputaş gibi ufak bir yerin günün her saatinde dolu olması oldukça beklenebilecek bir şey. Su dalgalı, plaj kalabalıktı. Denizine girmiş olmak için girdik ancak sakin bir zamanda da deneyimlemek gerek açıkçası. Biz çok keyif alamadık bunu itiraf etmeliyim, buz gibi duş suyu hariç tabi! O nemli sıcak havada inanılmaz iyi gelmişti. Kaputaş’dan ayrılıp Saklıkent Milli Parkı ve meşhur kanyonu görmeye doğru yola çıktık. Bu kaçamağa bir heyecanlı aktivite sığdırmak istiyorduk açıkçası. Bu Fethiye’de yamaç paraşütü olarak başlasa da ekonomik sebeplerden ötürü vazgeçtik. Benim bu noktada umudum biraz da internetten okuduğum kadarıyla Saklıkent’te yapılabilecek rafting idi ama buna değmeyeceğini de daha oraya araçla giderken gördük dolayısıyla vazgeçtik. Yaklaşık 3 saatlik Saklıkent Kanyon yürüyüşümüz de buz gibi suda ayaklarımızın donması ile sona ererken Fethiye Ölüdeniz’de kalacağımız Monta Verde Hotel’e doğru yola çıktık.

Yola sanırım Likya Yolu’na da dahil olan Yedi Burunlar da olarak bilinen sahil şeridine paralel olarak geçen yoldan geçtik diyebiliriz. Başta bu yolu tercih etmemizin sebebi sürüşü en azından keyifli olur diye idi ancak, tam da Türkçe 90'lar pop şarkıları aracı inletirken bir yandan da yorgun olan bizleri hareketlendirmeye çalışıyordu. Bol virajlı yolda seyrederken anlık olarak aşağıda deniz görmem ile arabayı sağa çekmem bir oldu ve sonrası açıkçası bizler için anlatılmayacak, tarifsiz birkaç dakika ile doldu. 27 seneyi doldurmuş ömrümde, bugüne kadar hiç karşılaşmadığım bir manzara ile karşılaştım. Kulaklarımızda hala MFÖ yankılanırken, araçtan inmemiz ile ortamda kuş sesinden başka bir sesin bulunmaması havanın güzelliği ve doğanın dinginliği ile birleşti.

Böyle eşsiz bir manzara karşısında insanın nutku tutulmaz mı?

Nispeten kötü geçen 2020 senesinin değil, belki de hayatımın en huzurlu anlarıydı orada geçen birkaç dakika. Yolun devamında birkaç defa daha benzer manzaralar ile karşılaşıp durup ruhumuzzu dinlendirdik. Bu, günümüze son bir aksiyon katmak için planladığımız Faralya’da gün batımını kaçırmamıza mani oldu diyebiliriz. Son birkaç dakikasına yetiştiğimiz gün batımında son bir efsanevi manzara ile günü kapatıyorduk. Sonrası ise yaklaşık yarım saat yolculuk ile otele gidiş.

Faralya da muhteşem bir koy olsa gerek, bir dahakine suya girebilme umuduyla.

Otele girdiğimiz an sanki 2016 yazını geçirdiğim Londra’ya geri dönmüş gibi hissettim, zira sağımdan solumdan kulağıma genel İngiliz aksanlı konuşmalar bana eşsiz anılarımı hatırlattı anlık olarak. Ölüdeniz’in İngiliz turist akınına uğradığını hep duyarız ama standart üstü olmayan bir otelde bile misafirlerin belki de %80'inin İngiliz olması beni dumura uğratmadı değil.

Bu otel de bizim için sadece beslenme ve barınma niteliği taşıyordu, zira kalan 2 günümüzde görülecek eşsiz yerler vardı. Dördüncü günümüze Ölüdeniz’e yakın tarihsel bir mekan olan Kayaköy ile başladık. Dediğim gibi, tarih ve tarihsel mekanlara olan ilgim çok sınırlı olduğu için burada geçirdiğim zaman benim için sadece bir sonraki aktivitemizi düşünmek manasını taşıyordu. Yaklaşık 2 saatlik antik kent gezimizden sonra çok farklı bir rotaya doğru yol aldık. Hareketli geçen 3 günün ardından biraz dinlenmek istedik (Sanki genel konsept dinlenme değilmiş gibi!) ve aslında ne ile karşılaşacağımıza çok emin olmadığımız bir koya, Darboğaz’a doğru araçla yol aldık. Darboğaz esasında araçla ulaşımın mümkün olmadığı bir bakir koy. Gemiler Koyu’na araçla ulaşım var, o yolun üzerinde aracınızı park edip tahminen 1 kilometrelik bir doğa yürüyüşünün ardından bu bakir koya ulaşıyorsunuz.

Darboğaz’a giderken.

Biz vardığımızda yaklaşık 10 kişi vardı. Sessiz ve doğa ile bütünleşebileceğiniz bir yer olarak düşünürken karşı koya ve bulunduğumuz koya yaklaşan tur gemileri bir miktar keyif kaçırıcı oldu ama genel olarak huzurlu birkaç saat geçirdiğimizi söyleyebilirim. Ancak gün, bizim için bitmemişti. Fethiye’ye gelmişken Babadağ’a gitmemek ve o manzarayı görmemek olmazdı. Bir de otele uğrayıp şıkır şıkır giyindik, manzara fotoğrafı çekilecekmişiz ve günü batıracakmışız. 2 mühendis 2 de doktor, yerin 2 km yüksekliğe sahip dağa çıkarken ortamın soğuk ve rüzgarlı olacağını kestiremedik. Rüzgar neredeyse bizi aşağı savuracak kadar şiddetli ve insanı kesen cinsteydi. Sonuç mu, saçlar ve kıyafetlerin uçuştuğu birkaç fotoğraf. Manzara ise görebildiğimiz kadarıyla eşsizdi, kapak fotoğrafı oldu kendileri.

Ve son gün, bugün uçuşumuzun da olduğunu düşününce günü tamamen off day mantığı ile kurguladık ve kaldığımız otelin işletmecisi hanımefendinin bize önerdiği Sun City Beach Club’a doğru yola çıktık. Deniz ve yüzme keyfi olarak Kaş’ın mavi sularının albenisi her ne kadar farklı olsa da buradaki suyu da ömür boyu unutamayacağım herhalde. Beach Club giriş ücreti olan 50 lira ve içerideki yemeklerinin lezzetlerini düşününce yaklaşık 100 liralık maliyeti ile bir günü geçirmek için ideal. Zira kalabalık olmayan bir koyda, tepenizde Babadağ’dan hareketlenen renkli yamaç paraşütleri ile oldukça keyifli anlar yaşıyorsunuz.

Son gün Ölüdeniz’de sakin geçti, deniz ise muhteşemdi.

Akşam üzeri toparlanmamızın ardından uçakla tekrar İstanbul’a geri döndük. Sabiha Gökçen’in çıkış kapısından çıkar çıkmaz suratımıza vuran sigara kokusu zaten İstanbul’da olduğumuzu anında hissettirdi.

Beklenti olarak çok da yükseklerde tutmadığım bu tatil benim için inanılmaz motive edici bir unsur oldu açıkçası. Ülkemizde gerçekten saklı cennetler olduğunu ve bu bölgelerin güzelliğini kaçımız biliyoruz acaba? İnsanın kendini rahatlatması için ille de beş yıldızlı otellerde konaklaması gerekmiyor. Kendi adımıza uygun fiyata getirdiğimiz bu tatilden mental kazanımlar açıkçası kendi adıma çok oldu. Bilhassa karşılaştığım manzaraların eşsiz olması, ülkemiz değerlerini çok ihmal ettiğimizi bana hatırlatıyor ve kıyı şeritlerini daha çok keşfetmem gerektiği dersini çıkarıyorum. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki yaşamın İstanbul’a göre çok daha az hareketsiz olması ise insanı kıskandırmıyor değil.

Umuyorum gitmeyi planlayanlar ve kararsız kalanlar adına bilgilendirici bir rehber olumuştur. Buraya kadar dayanabildiyseniz bir teşekkürü hak ettiniz.

--

--

Berkay Işık
Elit Köşe

İnşaat Mühendisi, amatör bir voleybolcu. Müzik dinlemeyi ve konserlere gitmeyi çok sever.