Eski İstanbul Adamı

Emre Kundakçı
emrekundakci
Published in
5 min readFeb 17, 2019

Bazı yazarlar vardır ki onları İstanbul’dan ve İstanbul’u da onlardan ayrı düşünemezsiniz. Onları İstanbul sayesinde mi sevdiğinizi yoksa İstanbul’u onları hatırlattığı için mi sevdiğinizi ayırt edemezsiniz. Benim için bu isimlerin listesi Abdülhak Şinasi Hisar ve Tanpınar ile başlar ve uzar gider. Bu liste içerisinde, şüphesiz hiçbir belirgin sebebi olmasa da Asaf Halet Çelebi de vardır. Belirgin olmadığını söylerken; mesela şiirlerine baktığınızda öyle yoğun bir İstanbul motifi göremezsiniz. Asaf Halet’in eserlerinden ziyade asıl kendisi, bütün incelikleri ve donanımıyla tam bir İstanbul beyefendisidir.

İstanbul Ailesi

Asaf Halet dededen İstanbulludur ve özellikle çocukluğu tam bir İstanbul ailesi içerisinde geçmiştir. Sarayda aşçı olan bir adama dayanan aslı, onun yarı saraylı bir İstanbul ailesinde büyümesine olanak sağlamıştır. Cihangir’de, maalesef günümüze ulaşamamış, 4 katlı bir konakta geçirdiği çocukluğu, 1922 yılında taşındıkları ve ömrünün sonuna kadar yaşadığı yere, Beylerbeyi’ne taşındıklarında son bulmuştur. Çocukluğunun son bulmasından kastım hem artık çocukluğun son yaşlarına rastgelmesinden, hem de ailenin içine düştüğü maddi sıkıntılardan dolayıdır. Eskiler derlermiş ki İstanbulun en güzel yeri Boğaziçi, onun en güzel yeri Beylerbeyi ve Beylerbeyinin en latif binası Hasip Paşa Yalısı. İşte Asaf Halet’in hayatını geçirdiği Beylerbeyi’ndeki ev, bu Hasip Paşa Konağı’nın civarında bir yerdeymiş. Maalesef bu konağın yerini de bilemiyoruz.[1]

İstanbul Konağı

1900’lerden sonra yavaş yavaş azalan konaklar, İstanbul’un kültüründe ve İstanbullu bireyin yetişmesinde önemli mekânlardı. Harem ve selamlık olarak ayrılan bu büyük yapılar içerisinde geniş aile biçiminde yaşanır; böylesi bir mekânda büyüyen çocuklar apartman çocukları gibi yalnızca anne-baba ve kardeşlerin tesiriyle kendini oluşturan bireyler olmazlardı. Geniş yapıların da yarattığı bir imkanlarla, anne babanın sürekli denetiminden uzak çocukların, onlara bir miktar sorumluluk da yükleyen bir özgürlüğü vardı. Çocuklar, kendileri olarak ve toplum içinde bulunarak yetişirler, konakta birlikte yaşadıkları büyükanne ve büyük babalarının, diğer akrabalarının davranışlarını görerek ve mukayese ederek görgü sahibi olurlardı. Böyle bir ortamda yetişen gençler, küçük kasaba/köy hayatına benzer şekilde bir birey olarak ve ailelerinin bir temsilcisi olarak daha ihtiyatlı ve dürüst olmak zorunluluğu hissederlerdi. Aynı zamanda konak, gelip gidenleriyle, kalabalığıyla çok-fikirlilik oluştururdu. Bu ister yüksek perdeden edebiyat/siyaset/sanat mahfili olsun, isterse eve gelip giden kimselerden dinlenen günlük havadisler olsun, bütün bu insanlar bireyde muhakkak bir şeyler inşa ederdi. Bu noktada önemli bir görevi de evin hizmetkârları üstlenmekteydi. Osmanlı konaklarında hizmetkarlar, çocukların terbiyesine katkıda bulunanlar arasında gelirdi. Onlara masallar, dini hikayeler anlatırlar; gerekirse dini bilgiler verirler, çocukların davranışlarında yanlışlıklar gördüklerinde gayet de sert bir dille onları uyarırlar, hatta azarlarlardı.[2]

Her ne kadar Asaf Halet’in, ailesinin maddi sıkıntıları olduğunu bildiğimiz için, böyle ihtişamlı bir konakta büyümediğini düşünebilirsek de ailesinin kökleriyle ve ev ahalisiyle ilgili bilgilerimiz ışığında müspet bir ev eğitimi aldığını düşünebiliriz. Cihangir’deki konağa girip çıkan Bektaşi, Arap ve Çerkez kadınların anlattığı masalların onun muhayyilesini zenginleştirerek şekillendirdiğini söylemek mümkündür. Onlardan dinlediği masallar ile ilgili, ömrünün sonuna doğru “Masal Dünyamız” adlı bir konferans vermiştir.[3]

İstanbul Maneviyatı

Asaf Halet Çelebi’nin kültürel kimliğinde her ne kadar babasından gelen Kadirî kimliğinin izleri olsa da Mevlevîliğin de önemli bir yeri vardır. Öyle ki 7 yaşında sema çıkardığını söyleyen yazarın, hayatı boyunca Mevlevî kültüründen çokça etkilendiğini/etkinlikte bulunduğunu da söyleyebiliriz.

İnsanların günlük hayatı ve dünyayı algılamalarına tesir edecek derecede etkili olan başta Mevlevî kültürü olmak üzere tasavvuf düşüncesi, fetihten sonra önceki yüzyılların da mistik düşüncesini bağrında taşıyan İstanbul’da inkişaf etmiştir. 12. yüzyıldan itibaren Türklerin kültürel coğrafyalarına tesir eden bu felsefe, mimariden görsel sanatlara, musikiden şiire ve dile kadar birçok açıdan toplumu şekillendirmiştir. Örneğin tasavvuf inancının sızdığı tekkelerin hazireleri dahi insana ruhsal anlamda şekil vermiştir. Asaf Halet de bu maya ile yoğrulmuştur. Tasavvuf ile iç içe geçmiş İstanbul kültürü, Asaf Halet’in kimliğinde önemli bir yer tutmaktadır. Bugün hakkında varılan “mistik şair” görüşünün temellerini bence İstanbul’da, bu şehrin sokaklarında, binalarında, boğazında ve mezarlıklarında aramak yerinde olacaktır. Zira Asaf Halet bu paragrafta saydığım bütün satıhlara şöyle ya da böyle dokunmuş, her birinde bir nebzeye kadar muvaffak olmuştur. Bu yazının diğer bazı alt başlıkları, bu paragrafta anlatılanların birer açıklaması olarak görülebilir.

İstanbul Sesi-Sanatı

Günümüzde İstanbul’un sesi denildiğinde kalabalığın gürültüsü, vapur düdükleri ve araç sesleri akla gelir. Fakat Asaf Halet’in yaşadığı ve kimliğini oluşturduğu yıllarda, İstanbul ne bu kadar kalabalıktı ne de vapurlar bu derece anlamlarını kaybetmiş, arabalar bu derece yaygınlaşmıştı. 1900’lerin ilk yarısında İstanbul ve İstanbul kültürü henüz bu derece bozulmamış, Osmanlı’nın ve dinî hayatın damarları kopmamıştı. Geçmiş günlerden gönlünde kalan son tortular ile Asaf Halet, döneminin önemli musikişinaslarında derslere devam eden, musiki ile epeyce ciddiyetle ilgilenen, dinlediği bir eserin en ayrıntı notalarını bile duyabilen bir insandı. Hattatlığı da vardı ancak icazet almış bir hattat değildi.

İstanbul Türkçesi

Ziya Gökalp’in, Türkçülüğün Esasları eserinde “Lisanî Türkçülüğün Umdeleri” başlığı altında değindiği, İstanbullu hanımların Türkçesinin her ne kadar bazı kimseler tarafından en fasih ve en bozulmamış Türkçe olduğu söylense de; aslında bu Türkçe son derece zenginleşmiş ve değişmiştir. Bunun sebebi elbette İstanbul’un kozmopolit yapısıdır. Birçok farklı kültüre, hançereye sahip insanı yüzyıllar boyu barındıran bir coğrafyanın dilidir bu Türkçe; bu yüzden çok farklı dinî, siyasi saikin etkisine maruz kalmış bir dildir. Kısacası; saraylının dilinden, halkın dilinden, tüccarın dilinden, Müslümanın dilinden, Yahudinin dilinden, Hristiyanın dilinden, Lazın dilinden, Çerkezin dilinden, kabadayının dilinden, Kadıköylü hanımların dilinden, Mevlevinin dilinden, ulemanın dilinden etkilenmiştir. Bütün bir İstanbul’un etkileyip şekillendirdiği, güzelleştirdiği bir Türkçeden bahsediyoruz. Asaf Halet’in de bütün bu saiklerin teşekkül ettirdiği dil ile, tekellüflü bir İstanbul Türkçesiyle konuştuğunu, o Türkçe ile yazılmış eserleri beğendiğini biliyoruz.

İstanbul Kedisi

Kedi ve İstanbul hakkında pek de malumat vermeye hacet yok. Hele ki şair/yazar ve kedi ilişkisi hakkında konuşmak dahi istemiyorum. Artık onun da suyu çıktı. Kedilerin yaklaşık 6–7 asırdır İstanbul’un hâkimi olduklarını ve Osmanlı dönemlerinden beri beslenip kollandığını söylemekle iktifa edelim. Diyebiliriz ki son 700 yıldır kedisiz bir İstanbul düşünmek mümkün değildir. Öte yandan aslında kedisiz bir müslüman mekânı da düşünülemez. Özellikle İstanbul’da, cami, tekke, türbe vs. gibi yerlerde bir kedi görmek olağandır. Hz. Muhammed’in kedi sevgisi ile ilgili anlatılan menkıbeler de cabası. Ayrıca Kâfiristan’da birçok can alan veba salgınlarının mülk-i İslâmda o denli zarar vermemesinin kerametini de farelere aman vermeyen kedilerde arayabiliriz.

Asaf Halet’in kedi sevgisi ise çocukluğunda başlamıştır. Çocukluk yıllarında Cihangir’deki konaklarının çatısında kedisiyle beraber manzarayı izlediğini anlatan şairin, Beylerbeyi yıllarında işe giderken her gün kendisini takip eden kedisi, onunla köşedeki fırına kadar gider, şairin alıp ona verdiği halkasını yedikten sonra geri eve dönermiş.

İstanbul Vapuru

İstanbul ve vapur ilişkisini konu edinen pek çok yazı, şiir, hikaye bulunabilir. İstanbulluların hayatında vapurun yeri ve önemi ise yadsınamaz bir gerçektir. Günümüzde, yazılan romantik yazıların ardında vapur, artık sadece insanları bir yerden bir yere taşıyan bir vasıta haline gelmiştir. Asık suratlı insanların birbirlerinin yüzlerine, daha da acısı boğazın sularına dahi bakmadan yolcuk ettiği günlerdeyiz. Oysaki Asaf Halet Çelebi’nin vapura bindiği 1940’lı yıllarda, insanların birbirleriyle kaynaştığı, dostlukların kurulduğu, bir ortaklık hissinin yaşandığı mekânlardı vapurlar. Asaf Halet’in vapur seyahatleri ve devrin vapurlarına yansıyan insan incelikleriyle ilgili de epeyce olay anlatılır. İşte şair, vapurla işe gidip-gelen, vapurda insanlarla hasbihal eden, böylelikle tam bir İstanbul hayatı yaşayan bir beyefendidir. Ömrü boyunca, devrin önemli simalarından olan Peyami Safa, Necip Fazıl gibi isimlerin yaşadığı Beylerbeyi’nden başlayan yolculuklarında etrafındakilere incelikler yaşamış/yaşatmıştır.

[1] Ayrıntılı bilgi ve Asaf Halet Çelebi ile ilgili muhteem bir biyografi okumak için bknz: Beşir Ayvazoğlu, He’nin İki Gözü İki Çeşme: Bir Asaf Halet Biyografisi, Kapı Yayınları, 2014.

[2] Bu paragrafta anlattığım konak hayatı ve çocuk terbiyesi hususunu bir yerde okumuştum. Şuanda o yazıyı bulamadığım için dipnot veremiyorum. İlgili yazının yazarına teşekkürü borç bilirim.

[3] Hakan Sazyek, Asaf Hâlet Çelebi’nin Bütün Yazıları Üzerine, Adam Sanat, Sayı: 141/Ağustos, 1997, s. 35–41.

--

--