İlhan Berk: “Söze Dayalı Şiir”den “Şiir”e Yolculuk

Emre Kundakçı
emrekundakci
Published in
5 min readFeb 17, 2019

Türkiyede yapılan bazı poetika çalışmalarına şairlerin kendi beyanatları da karıştırılır ve hatta bu veriler daha değerli gösterilir. Oysaki şairin kendi şiiri hakkında söylediği sözler ikincil kaynak olarak değerlendirilmelidir. Zira ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Çalışmalara karıştırılmasını bir yana bırakalım, şairlerin kendi şiirleri üzerine konuşmaları dahi bence doğru değildir. Elbette şairlerin şiir hakkında kafa yormaları, konuşmaları ve bizlere bu konuda ipuçları vermeleri gerekli ve yararlıdır. Ancak bana göre iş, kendi şiirini yorumlama ve açıklama noktasına geldiğinde irite edici bir hal alır. Bu böyleyken, kendi şiiri ve şiir anlayışındaki değişimler üzerine durmadan, inatla, sistematik ve çözümlemeci bir tavırla konuşan bir şair var karşımda; İlhan Berk. Sanırım, şiirin tabiatı hakkında değişen düşünceleri sebebiyle bölünmüşük hissettiği için böyle bir savunmaya geçmiş, şiirlerini bu kadar “açıklamak” zorunda kalmıştır. Fakat bu durumun, İlhan Berk’in 1950’lerden itibaren gelişen şair kimliği, şiir üzerine düşünceleri ve bu doğrultuda eserlerinde yansıttığı “tanımlanamaz” şiirleriyle çeliştiğini düşünüyorum.

*

Bu yazıda İlhan Berk’in iki döneme ayrılarak incelenebilen şiir serüveninden bahsedeceğim. Öncelikle 1955 öncesi toplumcu gerçekçi şiir anlayışından ve bu anlayıştan uzaklaşarak İkinci Yeni şairleriyle ortaklaşan bir şair olma macerasından söz edeceğim. Sonrasında Galile Denizi kitabından yahut Saint Antoine’ın Güvercinleri şiirinden sonraki şiir anlayışı ile ilgili birkaç söz söyleyeceğim. Bunu yaparken ben de şairin poetikasını onun söylediklerinden yola çıkarak yazıyormuş gibi olacağım. Ancak yazdığım şey poetika değildir. Ben, bana göre şiir eleştirisinde ikincil kaynak olan, eleştirmenin algısını bozma ve onu yanıltma tehlikesi taşıyan şeylerden; şairin kendi şiiri ve şiir anlayışı hakkında söylediği sözlerden yola çıkarak İlhan Berk’in sanatsallığı ön plana koyuş sürecinden ve iyi şiirden bahsetmek amacındayım. İlhan Berk’in şiirini açıklama kaygısı gütmüyorum.

*

İlhan Berk, merkeze sanatsallığı koyanların, şiirin kendisi için var olması gerektiğine inananların takdirini kazandığı ikinci döneminin, Galile Denizi (1958) adlı şiir kitabının öncesinde toplumcu gerçekçi bir şair görüntüsü çizer. İstanbul (1947) / İstanbul Kitabı (1980), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953) ve Köroğlu (1955) kitaplarını içine alan bu dönemde şair, toplum adına kalemiyle mücadele vererek ezilen ve mağdur olan kesimin sesini yansıtır. Onlara dikkat etmekte ve okuyucusunun dikkatini onların üzerine çekmektedir. Daha sonraki dönemlerde edebiyat tarihçilerinin değerlendirdiği gibi İkinci Yeni şairi hüviyetine bürünmüştür. Berk, şiirin anlaşılma kaygısının en keskin olduğu toplumcu gerçekçi şiirden, şiirin kapalılıktan beslendiği ve kendisi için gerçekleştiği İkinci Yeni şiirine evrilmesi bakımından ilgi çekici bir şairdir.

I.

Öncelikle Berk’in toplumcu gerçekçi yılları ve bu çizgiden çıkış/kaçış sürecini ve sebeplerini irdelemek istiyorum. Bu konuda yazılmış pek çok yazı bulunmaktadır. Ancak bütün bu yazıların dayandığı ve beslendiği kaynak bizzat şairin kendisidir. Zira şair, toplumcu gerçekçi anlayışla kalem mücadelesi verdiği yılları hakkında düşüncelerini bana göre bir “mücrim hissiyatı”yla paylaşmıştır. Güneşi Yakanların Selamı’nı reddeden şair, şiir yazmaya -toplumcu gerçekçi anlayışın görüldüğü- İstanbul ile başladığını söylemektedir. Her ne kadar şiir yazmaya İstanbul ile başladığını söylese de bu eseri ile başlayan dönemi hakkında ortak bir ideolojinin sesi olan “koro” edebiyatı nitelemesi yapar. Ona göre bu dönem kaleme aldığı şiirler ortak bir bilincin eseri olan ve şiirsel değeri eksik eserlerdir. Bildiğimiz üzere -ikinci döneminde- ona göre şiir, kendisi olan ve yeni bir şeyleri barındıran, varlığı ile anlamlanan özgün bir şeydir.

Galile Denizi ile başlayan dönem ise onun gerçekten şair olduğunu hissettiği, ortaya şiir koyduğu dönemin başlangıcıdır. İlhan Berk bu dönüm noktasında bir siyasi kimlik değişimi yaşamamıştır, o yine eskisi gibi topluma, bu toplumun yapısını etkileyen ekonomik yapıya ilgilidir. Sola sırtını dönmemiştir. Burada sırtını döndüğü şey şiirin propaganda metni olduğu, ortak bir bilinç ekseninde kaleme alınan eşsesli şiirlerdir. Bu noktada bana göre oldukça değerli bir sanatçı duyarlılığı göstermiştir.

Bilindiği üzere Berk, toplumcu gerçekçi anlayışla yazdığı şiirlerinde komünist propaganda yaptığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemesinde yargılanmıştır. Bu davalardan beraat ettikten sonrasına rastlayan bu poetik değişim nedeniyle korkaklıkla itham edilmiştir. Bu ithamların komik olduğunu söyleyen şair, siyasi düşüncelerini hiçbir zaman değiştirmediğini yalnızca düşüncelerini farklı bir tarzda ifade etmek istediğini belirtir. Öte yandan kendisinin de ifade ettiği gibi o ezilen sınıfa ait bir insandır, onun toplumcu şiirler yazmasının sebebi bir davaya inanmışlıktan çok kendi realitesidir. Şairlik hayatının ilk yıllarında bu siyasal tercihin/durumun etkisiyle toplumcu şiirler yazmasını doğal görür. Zaten ona göre her iyi şairin başlangıç noktası ezilen sınıfıdır. Ben bu sözünü muzdarip olan, kaygılı olan kimsenin sanatçı olabileceği düşüncesiyle bağdaştırmak istiyorum. Döneminde dünya siyasetinin ve felsefesinin temel problemlerinden birisi sınıfsal ayrımdır. Berk’in bu durum karşısında her gerçek sanatçının yapacağı gibi duyarlı ve tepkili olması da gayet normaldir.

Orhan Koçak ve İskender Savaşır’ın kendisiyle yaptığı bir röportajında, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu adlı kitaplarından sonra Galile Denizi’ne geçiş evresinin temel sebebinin “söze dayalı şiir”e karşı yazma ihtiyacı hissetmesi olduğunu ifade eder. Bunun ilk belirtilerinin de Galile Denizi’nden dört yıl önce yayınladığı “Saint Antoine’nin Güvercinleri” şiirinde görülmeye başlandığını söyler. Yine aynı röportajında İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir anlayışının ortaya çıkışındaki dağınık ve organize olmayan yapıdan da bahseder. Ve hatta henüz İkinci Yeni şiirinin en belirgin isimlerinin -Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever- şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanmadan önce bu “söze karşı şiir” anlayışının kendisinde oluşup olgunlaşmaya başladığını belirtir. Diğer şairlerin ise “yerden biter gibi” birden türediğini ifade eder.

Burada vurguladığı “söze dayalı şiir”, söylemek istediğini doğrudan ve en kısa yoldan ifade eden, anlaşılmak kaygısı ile yazıldığı için tek boyutlu anlama sahip, imgelemsiz şiirdir. Berk için toplumcu gerçekçi şiirleri söze dayalı şiirlerdir ve Saint Antoine’ın Güvercinleri onun kurtuluşudur. Nazım Hikmetin ve Orhan Veli’nin şiirleriyle dolu olan ve kendisini boğulmuş hisseden şair, ne anlattığını önemsemekten uzaklaşıp nasıl anlatacağına odaklanmış ve bu sayede kendisine göre -bana göre de- daha sanatsal olan yola girmiştir.

Berk’in 1955’ten sonra gerçekleşen bu poetik değişimi, şairin “şiir” kavramı ve algısı üzerine düşüncelerinin olgunlaşmasına bağlanabilir. Berk, şiir ve ideoloji arasındaki ayrımı fark etmiş, her ne kadar diyalektik esaslı bir ideoloji olsa da marksizmin -bütün ideolojilerin doğasında bulunan- köreltici ve körleştirici etkisinden kurtularak sanata ve şiire yönelmiştir.

II.

İlhan Berk’in ikinci döneminde ortaya koyduğu şiir anlayışını akademik bir tavırla bilimsel kaidelere münasip olarak tespit etmeye çalışmak oldukça zordur. Zira onun ikinci dönemine ait şiirlerinin temel dinamiği, değişim ve şiirin kendisi için var oluşudur. Mütemadiyen değiştirdiği üslüp ve teknik malzemeler, her eserine ve hatta her şiirine yeni bir başlangıç hüviyeti kazandırır. Her şiiri bir tarzın yahut tekniğin denemesidir. Berk, bu döneminde şiire bir anlam/görev yükleme kaygısı gütmez, ona göre şiir; şiir ise anlamlıdır ve tanımlanamaz. O, bir mısrayı kurarken dahi şiire dair görüşünü değiştirebilir. Ona göre şiir kendi başına bir serüven yaratır, yaşar ve yaşatır. Bu noktada şiir şairinden uzaklaşmaktadır. Kendisinin de bu ahval içinde şiir yazdığını söyleyen şair, bir sonraki şiirinin ve hatta bir sonraki mısrasının nasıl olacağını çoğu zaman kestiremez. Şiiri, onu yazdığı andaki duygu ve düşünceleri belirlemektedir. Bu durum ona şiirin bütün imkanlarını kullanabilmeyi sağlamaktadır. Berk, yazdığı temada yahut kullandığı yöntemde derinleşmek yerine genişlemeyi tercih eder ki bu da şiirini zenginleştirmektedir.

Toplumsal sorunların ifadesinde düzyazının yeterli olduğunu düşünen Berk, şiir için ayrı bir dil arzular/kurgular. Şiirinin dilini bilinmeze tutunarak, yaslanarak yürütür. Çünkü düzyazının “verili dili” çabuk anlaşılır ve tüketilmeye müsaittir. Bu gündelik dilden uzaklaşılarak şiir tüketilmekten kurtarılabilir. Düzyazı diliyle şiir dilini ayıran Berk, düzyazı kaleme alan kişinin anlaşılma isteğinden de uzaklaşır. Bu sayede okur tarafından çabuk tüketilmeyen, uzun süre yürürlülükte kalan şiirler kaleme alır. Dilin temel denkleminde gösterilenden uzaklaşan gösteren (dil), nesnesine sırtını dönerek kendi içine çekilir. Burada söz edilen şey anlamsızlık değildir, anlamın sadece arka plana itilmesi ve bu sayede tek anlamlılıktan kurtulmaktır.

Okurun şiiri anlamlandırması kendi yaşanmışlığı doğrultusundadır. Okur, şiiri anlamlandırabilmek için belli bir kültürel birikime sahip olmalıdır. Belli bir birikime sahip olmaktan kasıt, edebi eserin okurun yaşanmışlıklarıyla kesişmesidir. Hiç aşk acısı çekmemiş bir insan, Berk’in ayrılık temalı şiirini anlamlandıramayacaktır. Yahut yaşanmışlığı doğrultusunda/ölçüsünde alımlayacaktır.

İlhan Berk’in şiir hakkında olgunlaşmış düşüncelerine katılıyorum. Bana göre de şiir; varlığı ile anlamlanan, herhangi bir görev yüklenmemiş, anlam ifade eden ancak tek anlamlılıktan uzaklaşmış ve her okuyucunun kendi yaşanmışlığı doğrultusunda alımladığı özgün bir şeydir.

--

--