Isaac Asimov Soruyor, “İnsanlar Yeni Fikirleri Nasıl Yaratırlar?”

Emre Kundakçı
emrekundakci
Published in
6 min readFeb 17, 2019

YARATICILIK ÜZERİNE, Isaac Asimov

Çev: Emre Kundakçı

Yazarın arkadaşı Arthur Obermayer’ın notu:

Ben 1959’da Boston’daki Allied Research Associates şirketinde çalışıyordum. Şirket MIT’nin bir yan kuruluşuydu ve hava taşıtlarındaki nükleer silahların etkileri üzerine yoğunlaşmıştı. Şirket kısa ismi GLIPAR olan bir araştırma projesine dahil olmuştu. Balistik füze defans sistemleri üzerine devlet desteğiyle yürütülen bu çalışmada devlet, varolan teknolojiyi geliştirmek için ne kadar para harcanırsa harcansın yeterli olmadığını farketti. Bizden ve projeye dahil olan diğer şirketlerden şunu talep etti: “Sıradışı” düşünmek.

Ben projeye dahil olduğumda, iyi bir arkadaşım olan ve bu iş için uygun insan olduğunu düşündüğüm Isaac Asimov’u önerdim. Kendisi katılma isteğini dile getirdi ve birkaç toplantıya geldi. Fakat sonunda devam etmemeyi tercih etti. Zira herhangi bir gizli bilgiye, onun ifade özgürlüğüü kısıtlayabileceğinden, ulaşmak istemiyordu. Yine de ayrılmadan evvel, bu yaratıcılık üzerine yazıyı tek resmi belge olarak kaleme almıştı. Bu yazı hiç yayınlanmadı veya bizim küçük grubumuz dışında kullanılmadı. Yakın bir zamanda eski dosyaları temizlerken bu yazı elime geçti. İçeriğinin yazıldığı dönem kadar günümüzde de oldukça geçerli olduğunu farkettim. Yazı, sadece yaratım sürecinden ve yaratıcı insanların doğalarından değil aynı zamanda yaratıcılığı geliştirecek ortamdan da bahsetmektedir.

İnsanlar yeni fikirleri nasıl yaratırlar.

Sanırım, yaratıcılık süreci, her ne kulvarda olursa olsun; bütün dallarda ve türlerde temelde aynıdır. Bu, yeni bir sanat formunun gelişimi, yeni bir icat, yeni bir bilimsel prensip olabilir; hepsi benzer sebeplere bağlıdır. Bizim aklımıza “yaratıcılık” denildiğinde en çok yeni bir bilimsel ilke yaratımı yahut eski bilgilere yeni eklemeler gelir. Ama biz kendimizi bunlarla sınırlandırmayalım.

Bu problemi incelemenin bir yolu, eski fikirlerin nasıl oluşturulduğuna bakmaktır. Maalesef, fikirlerin nasıl bulunduğu metodu yaratıcılarının kendileri için bile asla o kadar açık değildir.

Peki ya dünyayı değiştiren fikir aynı anda ve bağımsız olarak iki insanın aklına geldiyse? Belki, sahip oldukları ortaklıklar onların aydınlanmasında etkili olmuştur. Charles Darwin ve Alfred Wallace tarafından birbirlerinden bağımsız olarak yaratılan doğal seleksiyonla evrim teorisini düşünün.

Bu ikili arasında büyük bir ortaklık bulunmaktadır. İkisi de uzak yerlere seyahat etmiş, hayvanların ve bitkilerin farklı türlerini ve mekânlar arasındaki farklılaşan özellikleri gözlemlemişler. İkisi de bu duruma bir açıklama getirmeye isteklilermiş ve ikisi de Malthus’un Nüfus Artışı Hakkında Araştırma adlı eserini okuyana kadar başarısız olmuşlar.

Her ikisinin de aşırı nüfusluluk ve yok oluş kavramını yorumlayışları (Malthus’un bunu insanlara uygulamıştı) doğal seleksiyonla evrim doktrinine uyum sağlamaktadır.

Açıkça görülüyor ki, gerekli olan şey sadece iyi bir altyapıya sahip bir insan olmak değil, aynı zamanda birbirleriyle oldukça ilgisiz görünen iki şey arasında bağlantı kurma yeteneğine sahip olmaktır.

Şüphesiz 19. yüzyılın ilk yarısında birçok büyük Doğa Bilimci, türleri birbirlerinden ayıran davranışlar üzerine çalışmıştı. Bu büyük araştırmacıların çoğu Malthus’u okumuştu. Belki bazıları hem türler üzerine çalışmış hem de Malthus’u okumuştu. Ama gerekli olan; türler üzerine çalışmış, Malthus okumuş ve çapraz bağlama yeteneğine sahip olmaktı.

Önemli olan bu az bulunur karakter özelliğine sahip olabilmektir. Bir kere çapraz bağlama gerçekleştiğinde her şey daha anlaşılır hale gelir. Thomas H. Huxley Türlerin Kökeni’ni okuduğunda muhtemelen “Bunu düşünememiş olmam ne büyük salaklık” diyerek hayıflanmıştır.

Peki o, neden onu düşünemedi? İnsanlığın düşünce tarihi, bütün gerçekler ortada ve elde olsa bile bir düşünceyi oluşturmanın kolay olmadığını gösterir. Çapraz bağlamayı gerçekleştirmek belli bir derecede cesaret ister. Elbette, her çapraz bağlama da cesur olmayı gerektirmez ve “yeni düşünce” geliştirmez, bazıları sadece “eski bir düşüncenin gerekçesini” sunar.

Yeni bir fikrin mantıklı görünmesi zaman ister. Başlangıçta genellikle mantıksız görünürler. Dünyanın düz değil yuvarlak olduğunu ya da güneşin değil dünyanın döndüğünü ve yahut eşyaları sadece hareket ettirmek için değil durdurmak için de güç gerektiğini farzetmek en başta mantıksızlık abidesi gibi görünmüşlerdi.

Sebeplerle, otorite ve gene kanıyla yüzleşmek isteyen kimse önemli ölçüde özgüven sahibi olmalıdır. Bu insan modeli çok ender bulunduğu için toplumun geri kalanına (en azından bu bağlamda) “ayrıksı” görünebilir. Bir konuda ayrıksı olarak nitelenen insan genellikle diğer konularda da ayrıksı olarak damgalanır.

Sonuçta, yeni fikirler geliştirmeye en yakın insan, alanında iyi bir altyapıya sahip ve kendi alışkanlıklarında geleneksel olana aykırı kimsedir. (Uçuk olmak değil, farklılıklarında samimi olmak.)

Aradığınız kişileri bulduğunuzda, onları bir araya getirmeyi ve böylece problem üzerinde ortaklaşa tartıştırmayı mı yoksa herbirini ayrı ayrı bilgilendirip onları kendi başlarına problem üzerinde çalıştırmayı mı tercih edersiniz?

Bence yaratıcılık söz konusu olduğunda izolasyon en gerekli olan şeylerden biridir. Yaratıcı insan ele aldığı konuda sürekli çalışır. Aklı, bilgilerini sürekli harmanlar, hatta bunun farkında olmadığı zamanlarda bile. (Uykusunda dahi petrolün yapısı üzerine çalışan Kekule örneği iyi bilinir.)

Yaratıcılığa ket vurduğundan, ötekilerin varlığı sürece sadece engel teşkil edebilir. Sahip olduğun bütün yeni iyi fikirler, senin doğal olarak göstermek istemediğin yüzlerce binlerce saçma fikrini barındırır.

Yine de başka insanlarla tanışmak, yaratım edimi haricinde, çok farklı sebeplerden ötürü insana cazip gelebilir.

Hiçbir iki kişi, birbirlerinin bilgilerine dair zihinsel birikimlerini kopyalayamaz. Bir insan B’yi bilmediği halde A’yı bilebilir, öteki B’yi bildiği halde A’yı bilemeyebilir, A’yı ya da B’yi bilerek, ikisi de bir fikir geliştirebilir- ama tabii tam o anda ya da hatta çok geçmeden olması şart değildir.

Daha da ötesinde bilgi, sadece A ve B bireysel parçalarının ürünü olmayabilir, hatta kendi içinde önem arz etmeyen A-B ikili kombinasyonlarının da. Ancak eğer bir insan A ve B’nin alışılmamış kombinasyonundan ve bir başkası da A-C’nin alışılmamış kombinasyonundan bahsederse, belki ikisinin de kendi başına düşünmediği A-B-C’nin kombinasyonu bir cevap getirebilir.

Bana öyle geliyor ki, düşünme toplantılarının amacı yeni fikirler geliştirmek değil, katılımcıları gerçeklik ve gerçeklik kombinasyonları, teoriler ve kimi serseri düşünceler hakkında eğitmektir.

Peki yaratıcı insanları bunu yapmaya nasıl ikna edeceğiz? İlk ve önemlisi; rahatlama, gevşeme ve genel bir özgürlük hissi oluşturulmasıdır. Dünya genellikle yaratıcılığı onaylamaz ve toplum arasında yaratıcı olmak özellikle kötüdür. Hele toplum içinde yorum yapmak oldukça rahatsız edicidir. Toplumun bakış açısına göre bireyler, ötekilerin itiraz etmeyeceği görüşlere sahip olmalıdır.

Eğer mevcut tek bir birey böyle bir toplantıda oluşacak bir aptallığa karşı anlayışsız olursa, diğer her şey/herkes donakalacaktır. Bu anlayışsız birey bir bilgi madeni olabilir ama bu bilgi madeni verdiği zararı karşılamaz. Bu yüzden bana bir toplantıdaki herkesin kulağa aptal gelmeye ve diğerlerinin kulağa aptal gelmesini dinlemeye hevesli olması gerekli görünüyor.

Şayet tek bir düşünce diğerlerinden daha çok saygı görürse yahut daha baskın veya belirgin bir biçimde daha emredici bir kimlikte olursa konferansı ele geçirebilir ve diğer daha itaatkar olanların etkisini kırabilir. Bu muktedir/başarılı birey kendisi için son derece yararlı olabilir ama diğerlerini nötralize edebileceğinden tek başına da çalıştırılabilir.

Verimlilik açısından bir grubun üye sayısının çok fazla olmaması gerekir. Bence beş kişiden fazlası uygun değildir. Büyük bir grup belki daha fazla bilgi oluşturacaktır ancak bu grupta konuşma sırasını bekleme gerginliği oluşabileceğinden katılımcılar açısından bu durum can sıkıntısı oluşturabilir. Muhtemelen birden fazla oturumda farklı insanların katılabileceği toplantılar düzenlemek bütün herkesin katılacağı bir toplantı düzenlemekten daha iyidir. (Bu elbette bir takım tekrarlara sebep olacaktır ancak tekrarın kendisi o kadar da istenmeyen bir durum değildir. İnsanların bu toplantıda birbirlerine söyledikleri şey değil, daha sonrasında birbirlerinde yarattıkları ilhamlar önemlidir.)

Daha iyi sonuçlar için mesafeli duruşun olmaması muhakkak gereklidir. Katılımcılardan ziyade toplantıların özünde samimiyet bulunmalıdır. Keyiflilik, insanlara adıyla hitap etme, şakalaşmalar ve rahatlatıcı espriler olmalıdır. Ki bunlar katılımcıları, yaratıcılığın haylazlığına katılmak için cesaretlendirecektir. Bu amaçla, bence birisinin evinde ya da bir restorantta akşam yemeği masasının etrafında toplanmak bir konferans odasında toplanmaktan belki daha yararlı olacaktır.

Muhtemelen sorumluluk hissi diğer bütün şeylerden daha engelleyicidir. Çağların büyük düşünceleri, büyük fikirlere sahip olmak için ödeme yapan kişilerden gelmemiştir. Aksine öğretmen, patent satıcıları, küçük memurlar yahut hiç para kazanamayanlardan gelmiştir. Büyük fikirler ikincil mesele olarak ortaya çıkarlar.

Bir kişinin güzel bir fikrinin olmaması sebebiyle diğerinin aldığı maaşı alamadığı için suçlu hissetmesi — bence- gelecek seferde de iyi bir fikrin gelmeyeceğini kesinleştirmektedir.

Fakat sizin şirketiniz bu düşünsel faaliyet programını devlet bütçesinden gerçekleştiriyor. Milletvekillerinin ya da genel olarak kamunun, bilimadamlarının kuvvetle muhtemel devletin parasıyla maskaralık ettiğini, laklak yaptığını, pis pis şakalaştıklarını duyduklarını düşünmek size ecel terleri döktürüyor. Aslında, ortalama bir bilim adamının da, kimsenin haberi olmayacak dahi olsa tüm bunları yaptığını hissetmeyi istemeyecek kadar kamu vicdanı vardır zaten.

Ben, tartışma seanslarının katılımcılarına ancak basit görevler verilmesini –yazmak için kısa raporlar, rapor sonuçların özetleri veya gündeme getirilen problemlere kısa cevaplar- ve bunun için para ödenmesini öneriyorum. Ödeme miktarı normalde tartışma seanslarına katılımda verilen kadar olabilir.Tartışma seansları resmi olarak kazanç getirmemeli ve kişiye önemli derecede bir rahatlama anı sunmalıdır.

Tartşma seanslarının kılavuzsuz bırakalamayacağını düşünüyorum. Mutlaka psikoanalist gibi davranacak bir kişinin görev başında olması gerekir. Psikoanalist’in yaptığı şey, anladığım kadarıyla, hastasına doğru soruları sorarak (mümkün olduğunca az müdahil olarak) kişinin geçmiş yaşamını değerlendirmesini ve onun kendi gözlerinden kendisi ile ilgili yeni şeyler keşfetmesini sağlamaktır.

Aynı şekilde, bir moderatör orada oturacak, ortalığı kızıştıracak, kurnaz sorular soracak, gerekli yorumları yapacak, onları nazikçe konu içinde tutacak. Eğer moderatör hangi sorunun kurnaz olduğunu, hangi yorumun gerekli ve amacın ne olduğunu bilmezse moderatör sıkıntı yaratır.

Yaratıcılığı meydana çıkarmak için geliştirilen yöntemlere gelince, bence katılımcıların kendi aralarındaki sohbetleri artırmaktır. Eğer katılımcılar sorumluluktan kurtarılıp rahatlatılırlarsa, ilgilendikleri konuda tartışma imkanı sağlanırsa ve doğal bir sıradışılık yaratılırsa, katılımcılar tartışmayı hareketlendirecek yöntemleri kendileri yaratacaklardır.

--

--