Onların Bir Gizli Bildiği Mi Var?

Emre Kundakçı
emrekundakci
Published in
5 min readFeb 17, 2019

“Doğrusu, oturduğum yerden, dünyanın tek bir şeyle, yalnızca o şeyle yönetildiğini fark ediyorum. Panik, köpek yüzlü, şeytan yüzlü, acuze yüzlü, fahişe yüzlü, hiç yüzü filan olmayan, büyük harflerle panik — uyanık ya da uykuda, hep Johnny Panik.”

Yıllar boyu parmakla gösterilen, bütün akademik başarılara sahip olmuş Slyvia, ilk intihar girişimini daha henüz kolejdeyken gerçekleştirir, içtiği uyku haplarıyla neredeyse başarılı olacaktır. Bir süre tedavi gördükten sonra okula geri döner, başarıyla mezun olur ve kazandığı bir burs ile Cambridge’de eğitimine başlar. Ted Hughes ile de burada tanışır ve evlenir. Daha sonrasında birlikte İngiltere’ye taşınırlar. Görünürde iki çocuklu bir aile saadeti yaşıyorlardır fakat derinde, Plath yaşadığı hayattan hiç memnun değildir ve eski sıkıntılar tekrar yüzeye yaklaşma başlamıştır. Bu esnada çocukları uyurken gece geç saatlere kadar yazan Slyvia, yüzeye çıkanlarla beraber git gide daha karanlık şeyler yazmaya başlar. 1963’ün Şubat’ında, çocukları uyurken önce çocuklarının uyudukları odaya gazın girmesini engeller, sonrasında kafasını fırının içine sokarak havagazı ile kendisini zehirler. Kalan eserleri ölümünden sonra 1967 yılına kadar müstear isimlerle kocası Ted Hughes tarafından yayınlanır. Bir kadının erkekler dünyasında, mecburi biçimde onların gölgesinde yaşamayı kabullenmesinin verdiği acıdan intihara sürüklenmiş bir kadının eserlerini ölümünden sonra müstear isimlerle yayınlayan kocasının yayın politikası ağızda buruk bir tat bırakmaktadır.

1977’de yayınlanan Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, 13 öyküden oluşmaktadır. Önsözünü Ted Hughes yazar ve Slyvia hakkında bazı tespitlerde bulunur. Ben tespit diyorum ama Sylvia’nın hayranları tarafından, Plath’in intiharından sorumlu tutulan Ted’in sözleri karalama olarak değerlendirilmektedir. Önsözde Ted, Slyvia’nın gerçeklere bağlı kalmayı bırakamadığı için potansiyelinin çok çok altında bir yazar olarak kaldığını söylemektedir. Oysaki Slyvia, gerçeklere bağlanabilme savaşı veren ve gerçekleri dönüştürme çabalarıyla ayakta kalmaya çalışan bir kadındır. Yazmak, onun için bir nevi terapidir, dış dünya ile kendi ruhunu uzlaştırma vasıtasıdır. Yani belki denilebilir ki büyük yazar/şair olmak onun için ilk hedef zaten hiç olmamıştır.

Bilindiği üzere yazdığı eserler kendi hayatına dair anlatamadıklarını içermektedir. Şiirlerde daha yoğun olarak görülen bu katarsis, öykülerde ve romanda da kendini gösterir. Öyküleri arasında “Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı” bunun en karanlık örneklerinden bir tanesidir. Tereddütlü ve kendini gizleyen bir anlatıcıya ait cümlelerle örülü bu kasvetli hikayede, yazarın en karanlık duygularının ve düşüncelerinin karakterlerdeki yansıması bile okuru rahatsız etmeye yeter. Slyiva’nın babasından kocasına ve aradaki kaçamaklarına dek erkeklerle ilişkisinde bir leitmotive gibi duran panik ve korku öykünün içerisine yalnızca imge düzeyinde değildir, metnin içine işlemiş ve üsluba sirayet etmiştir.

Öykünün birçok okuması vardır. Bunların büyük çoğunluğu elbette yazarın hayatına göndermelerin tespitiyle bina edilmiştir. Ben öyküyü açmakta yazarın hayatından olabildiğince az yararlanmaya çalıştım. Slyvia Plath yazını sadece onun hayatından beslenir ve biyografisiyle okunur düşüncesine karşıyım.

Metin bir büroda oturup oraya gelen hastaların rüyalarını daktiloya çeken, başkalarının rüyalarına kafa yormaya, bununla da yetinmeyerek onları dönüştürmeye, yeniden yaratmaya başlayan yalnız bir insanın rüyaların içine gömülme ve çöküşe gidiş hikayesidir. Rüyaların içinde Johnny’nin dehasını arayan karakter gerçek dünyayla bağlarını yavaş yavaş kaybeder. Bu noktada Slyvia’nın yüzeyde görünenin aksine içten içe kendisiyle çatışması, içindeki ile dışındaki realite arasında bir bağ kurma çabası akla geliyor. Anlatıcı görünürde bir hastanede sekreter olarak çalışsa da kafasının içindeki kendine ait odasında, yalnızca dünyayı yöneten tek şey için, panik için, Johnny Panik için çalışır. Rüyaları toplandığı kitabı “Johnny’s Bible” veya “The Bible of Dreams” olarak isimlendirir, çalışmalarını ise bir çeşit ibadet olarak nitelendirmektedir.

İnsanların gördükleri rüyaların dertleriyle, onları korkutan, panikleten yahut şaşırtan şeylerle ilgili olduğu düşüncesindedir. “Birçok insan bugünlerde rüyalarında makineler tarafından ezildiklerini ya da yendiklerini görüyor.” Anlatıcı bilyalı yataklar ya da pamuk imalathaneleri icat edilmeden önce insanların ne tür rüyalar gördüklerini merak etmektedir. Aslında kendisinin rüyası da bu konuyla ilintilidir. Rüyasında gördüğü göl, bütün rüyaların biriktiği yerdir. İlk rüyadan bu yana rüya görme halindeki insanların düşüncelerinin üşüştüğü yer, o göldür. O sebeple gölün çok derinlerinde insanların ateşi keşfetmesinden ve tekerleği icat etmesinden çok öncesine ait yaratıklar, çok yaşlı korkular bulunur. Çünkü bütün rüyaların kaynağı anlatıcının da metinde sık sık belirttiği gibi panik ve korkudur. Göl “şeffaflık bir yana, çağların lağım pisliğinin alanıdır. Artık, doğal olarak, göldeki su berbat kokar ve yüzyıllar sonra, içinde rüyalardan ağırlaşıp kalan şeyler dumanını yayar.” Anlatıcının da dediği gibi bir gecede sadece bir şehirde görülen rüya sayısını hesaplamaya kalksanız başınız çatlar. Düşünün o gölün içindeki birikmişliği ve tek rüyası o olan ve o gölün derinlerine ulaşmayı tek amaç edinmiş/takıntı haline getirmiş kişinin ahvalini. Gölün yüzeyinde ise elbette yazıldığı dönemin insanlarını korkutan, hayrete düşüren, panikleten şeyler bulunur; arabaların parıltılı ön yüzleri, örümcek adam, laboratuvar şişelerindeki insan ceninleri, büyük araç gereç mağazalarının tamamı; dişliler, çarklar, pistonlar.

Öykünün başında rüyalara henüz tam gömülmemiş ve gerçeklere görece daha tutunmuş haldeki anlatıcı, “… hastanın çarşafın altından çıkan kirli sarı renkteki çıplak ayaklarını göz ucuyla görebiliyorum. Bu görüntüden duyduğum tiksintiye rağmen, gözlerimi çıplak ayaklardan alamıyorum ve birkaç dakikada bir, kendimi, kafamı yazılarımdan kaldırmış, hala oradalar mı, yerlerini değiştirmişler mi diye görmek için bakarken buluyorum.” sözleriyle ve “Yandaki, daha kaba gerçeklere, işimizin yaratıcılıktan daha uzak olan ucuna yönelen Sinir Kliniği de sabahları bizi rahatsız ediyor.” gibi sözleriyle halen gerçek dünyayla iletişim kurabildiğini, her ne kadar rüyalara dalsa bile bir parçasıyla realiteyle ilişki ve ilgi içinde olduğunu göstermektedir. Ancak “Diğer kliniklerin bu tarz müdahalelerine rağmen, kendi işim büyük ölçüde ilerleme gösteriyor. Şimdiye dek, sadece hastanın ‘Rüyam şöyleydi, doktor” diye konuşmasının ardından söylenenleri kopyalamaktan çok öteye geçtim. Hiç yazılmamış rüyaları bile yeniden yaratma noktasındayım.” cümleleriyle artık anlatılan rüyaların içlerinde, derinlerde Johnny’nin parmak izlerini araştırmaya başladığını anlarız. Zira rüyalarla ilgili bütün şeyler yalnızca Johnny’nin dehasıyla oluşabilir ve kıyıda köşede onun bıraktğı bir parmak izi muhakkak bulunur.

Anlatıcı “Bir rüyadan diğerine, kendimi, o az rastlanan kişi olmak için, Psiko-analiz Enstitüsü’nün herhangi bir üyesinden, bir rüya uzmanından daha az rastlanan biri olmak için eğitiyorum.” diyerek farklı olanlara, sıradan ve bayağı olmayanlara meraklı olduğunu ve öyle olmak arzusunda olduğunu ifade eden anlatıcının şu sözleri, anlatıcının ihtiyaçlarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir: “Bir keresinde, ne zaman olduğunu boş verin, telefon rehberinden okumuştum ve ne kadar çok insanın Smith soyadına sahip olmadığını fark etmek, içimdeki derin bir ihtiyacı tatmin etmişti.” Doktorların tedavi dedikleri şey ise aslında değerli ve özel olanı fakat topluma ve “normal”e aykırı olanı katletmektir. Oysaki sakatlıklar, takıntılar ve onları yarattığı “korku-ışığı” kıymetlidir. “Rüyaları sonlandıran, rüyaları açıklayan, sağlık ve mutluluk denen dangalakça pratik sonuçlar adına rüyaları yok eden değil, yalnızca rüyalar adına, onların çıkarcılıktan uzak toplayıcısıyım. Hepsinin Yaratıcısı Johnny Panik uğruna, rüyaların aşığıyım.”

Doktorlardan ve onların tedavi adı altında yaptıklarından nefret etmesinin sebebi gölün diplerine doğru ilerlemiş olan hastaları onun ellerinden alıp bozmalarıdır. Özellikle yüzünde katıksız korku-ışığı gördüğü ve bir çeşit bağlanma yaşadığı Harry Bilbo’nun “tedavi” edilmesi onu derinden yaralar. Zira anlatıcı daima gölün derinlerini merak eder ve doktorlar öğrenme fırsatını, gereksiz bir biçimde burunlarını sokarak, elinden alırlar. Bu tip hastalar genelde daha yetkin bir hastaneye sevk edilir, bazen de aynı hastane içinde anlatıcının hiç görmediği İnceleme Koğuşu’na yatırılırlar. İnceleme koğuşunun sekreteri Bayan Millravage’dir. İri yarı ve uzun boylu olan Millravage karakteri aslında çevremizde ve daha da çarpıcısı kendimizde rastlayabileceğimiz bir insandır. Bu kişi, başkalarının başarısızlıklarından, yenilgilerinden ve hatta ölümlerinden ferahlatıcı bir sevinç duyar. Bu kişi için birilerinin yetersizliği, çaresizliği ve hatta ölümü iştahla anlatmaya değer mevzulardır.

Bayan Taylor’ın kişiliğinde ise Sylvia’nın mükemmeliyetçilik takıntısını görebiliriz. “Bayan Taylor, her doktoru, her hastayı, her tarihi geçmiş randevu hatasını, nakil hastasını, hastanenin daha önce kullandığı ya da kullanmayı düşündüğü ödeme prosedürlerini bilirdi.” Bayan Taylor’ın korkusuyla, gizliden gizliye rüya dosyalarıyla buluşan, bunun için işten atılmayı ve daha da fenası malzeme kaynağını kaybetme riskini göze alan anlatıcı, geceleri gizlice hastanede kalmaya başlar. Nihayetinde yakayı ele verir ve bu “mükemmeliyetçi” kadının alaycı tahkirine uğrar. Hastaneye yatırılması ve tedavi altına alınarak tedaviye götürülmesi esnasında, koğuşta yatan diğer hastaları Johnny’nin yüksek rahipleri olarak tasvir ederek onlardan güç alması ve onların ona destek olduklarını söylemesi, acaba rüyalar yüzünden doktorların eline düşen bütün insanlar aslında bizden ulvi bilgiler saklayan Johnny’nin müritleri midir sorusunu kaçınılmaz olarak akla getirir.

--

--