Felsefe Okumalarına Nasıl Başlamalı?

Oğuz Albayrak Türkçe
Felsefi Not Defterim
7 min readJan 3, 2022

--

Bu soruyu arada sırada soranlar oluyor, gelişigüzel bir kaç cümleyle anlatmak yerine etraflıca yazmaya ve bu yazıyı paylaşmaya karar verdim. Umarım niyeti olanlara kolay bir başlangıç sağlar. Böyle bir yazı, zamanında bana seneler kazandırabilirdi.

Seneler önce benim için felsefe kitaplarını okumak çok aşkın bir anlayış gerektiren, zor, ulaşılmaz bir uğraş alanıydı.

Denemediğimden değil. Genellikle kitapların önsözünde ‘tin’lerin, ‘töz’lerin arasında kayboluyordum. Aristoteles, Platon gibi filozoflar hakkında yazılan, Türkçe’de değil de sanki başka bir dilde geçen, anlasam evrenin sırlarına vakıf olmamı sağlayacak bu yazıları ne yaparak kendime anlaşılır hale getirebilirdim?

Eğitim hayatımla karşılaştırınca, biraz bu durumu matematikte çektiğim sıkıntıya benzetiyordum.

Bunu anlamamanız için koydum, ama bilene aslında çok da karmaşık olmayan rastgele bir matematiksel ifade. Bahsedeceğim acıyı yaşayarak anlayın istedim. Acı yok Adrian! Devam!

Matematiksel formüller/işaretler de, bir ‘sayısalcı’ olmama rağmen benim için oldukça sıkıntılıydı. Oldum olası, bir kaç sembol görünce, önce olduğum yerde kıvranmış, dışarı bakmış, sonra yavaştan olduğum yerde kaykılıp Salvador Dali’nin gerçeküstü saati gibi süzülerek yavaş yavaş kaçmışımdır. Felsefe de böyle bir şey olsaydı gerek? Hmm, sanırım bilinmesi gereken bir takım kelimeler/kavramlar var, belli bir bilgi kümesini anlayınca felsefeyi anlamış oluyoruz? Bilgi yarışması gibi… Platon bunu demiş, Karl Popper ise şöyle cevap vermiş. Oturup yeterince çalışırsak sembolleri, pardon, felsefenin kullandığı dile ait kelimeleri anlamaya, dolayısıyla okuyabilmeye başlıyoruz?

Muyuz?

Bir gün internette günlük sörf dozumu alırken bir videoya denk geldim. Gregory Sadler’ın YouTube videolarından biriydi. Platon’un kitaplarından biriyle ilgiliydi, sanırım Meno. Biraz vakit harcamaya karar verip izlemeye başladım. Genel soyut ifadeler kullanıp, felsefeye özel, jakuzide puro içen jargonla bizi Roller Coaster’a bindirip baş döndürücü bir hızla filozoftan filozofa, eserden esere götürmek yerine, kitabın içeriğinde geçen hangi konseptler varsa tek tek onları analiz ediyor, aktarıyordu. İlginç, İngilizce olmasına rağmen anlıyordum? Bahsettiği konular ne kadar da ilginç, yaratıcı, insanı saatlerce düşünmeye sevk eden, ancak bir o kadar da… hayata dairdi?

Bu kitap ile ilgili tüm videoları izledim, ve derin bir nefes alıp kendimi cesaretlendirerek kitabın kendisini okumaya karar verdim. Oldukça kısa bir kitap. Farkettim ki roman okur gibi değil de paragraf paragraf üzerinde vakit harcayıp düşününce, Platon’un o satırları yazmak için harcadığı vakte ve emeğe gereken saygıyı gösterince aslında çok da güzel okunuyordu. Kitap erdemler ile ilgiliydi. Erdemin ne olduğu sorusuyla başlıyor, ancak kitap boyunca ne olmadığını tartışma usulüyle anlatıyor, sonunda da ne olduğunu söylemeden bitiyordu. Şahane! (Kitabın MIT sitesindeki bedava çevirisi bir tık uzağınızda)

İşte tam bu noktada, yıllarca yaptığım hatayı anladım.

Bir dövüş sanatında uzman olmak için ne yapmanız gerekir? Öğrenmeniz gereken binlerce farklı ‘hareket’ vardır. Bunlara adıyla seslenip isterseniz kata diyelim. Her gittiğiniz derste farklı bir kata öğrenir, seneler boyunca da bu kataları tekrar tekrar yaparak mükemmelleştirmeye çalışırsınız. Yani kataları sürekli olarak daha iyi anlamaya çalışırsınız. İlk gün öğrendiğiniz basit yumruk hareketini orada bırakamazsınız, hayatınız boyunca geliştireceksinizdir. Şu ana kadar hiç bir dövüş sanatları hocasının bir gün öğrencileri etrafına toplayıp, “Bakın genel bir kural anlatacağım tüm hareketler bundan çıkacak diğer derslere gerek kalmayacak” deyip anlattığını, sonra da öğrencileri kendi başlarına çalışmak için eve yolladığını duymadım.

Felsefe için de geçerli olan aslında bu. Felsefi alanda inanılmaz çeşitlikte katalar var. Her gün oturup farklı bir tanesini okuyup, bunun üzerine düşünmeniz, mümkünse yazmanız gerekiyor. Her öğrendiğiniz yenisi, önceki kataları tekrar düşünüp o konularda yeni şeyler keşfetmenizi sağlıyor. Filozofları basit ve genel geçer, klişeleşmiş modellerde değil, yazdıkları her paragrafta bulmaya başlıyorsunuz.

Bu bir sertifikasyona ulaşma süreci değil. Sürecin kendisi felsefe, ulaştığımız sonuçlar değil. Zaten bir nihai hedefin var olduğunu iddia etmek de oldukça problemli. Bulduğumuz farklı felsefi soruları, ve bu soruların farklı perspektiflerden değerlendirildikleri materyalleri bulup, bunların üzerine düşünüp, tartışıp, düşünme tarzımızı geliştirerek, daha önce hiç karşılaşmadığımız bir konuda ufak tefek bilgi verilip fikrimiz sorulduğunda bile acı verici yanlışlıkta yorumlar yapmayacak hale gelmek, karşımızdakini anladığımızdan emin olmak, nereye kadar konuşabileceğimizi, nerede durmamız gerektiğini bilmek bu sürecin güzel bir etkisi. Spor salonunda nasıl ağırlık kaldırıyorsak, burada yaptığımız da beynimizi farklı yönlerde, giderek daha da zorlayarak bir kas gibi geliştirmek, bu süreçten amaçlanabilecek güzel bir hedef. ‘Hakikati aramak’ şeklinde tekrarlanan süreç işte bu.

Bunu düşününce, sizi felsefe okumaya gerçek anlamda hazırlayan önemli şeyi keşfediyorsunuz. Süreçten, yani düşünmenin kendisinden zevk almayı.

İşte bu noktadan sonra, yazmadan, anlatmadan, tartışmadan felsefe yapılamayacağını fark ediyorsunuz. Daha önce görüp de ah keşke anlasam dediğiniz yazıların bir kısmının aslında pek de birbirini takip etmeyen rastgele anahtar kelimeleri tekrarlayan birer klişe olduğunu, ve işin tuhaf tarafı aynı şekilde farklı yerlerde de tekrarlandığını yani esasen güzel yazılmış bilinmeyen bir kaynağın kötü birer kopyası olduğunu görmek, o saatten sonra içinizi acıtıyor. Bu da sizi katalara, yani spesifik konseptler özelinde yazılmış makalelere, kitaplara, veya filozofların kendi eserlerine yönlendiriyor. Her paragraftan ayrıca zevk almaya başlıyorsunuz. O eski, masum ‘düşünme’ eylemi bünyenizde, yerinde duramayan, her gördüğüne atılıp iştahla yiyen, doymak bilmeyen kocaman bir canavara dönüşüyor.

Benim tecrübem bu oldu. Peki bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor. Öncelikle “X tane kitap okudum” tarzı hedeflerden vazgeçmemiz gerekiyor. Hedefler kitap/sayfa rakamı olmamalı. Kaç kitap okuduğunuzun gerçekten bir önemi yok. Önemli olan verimli şekilde, olabildiğince çeşitli konuya harcanan vakit. Eğer ünlü bir filozofun eserini oturup iki günde Harry Potter gibi okuyorsanız, kendinize katabildiğiniz pek bir şey yoktur. Elekten su geçirmekten hallice bir eyleme girişmişsinizdir. Önemli olan, farkettiğimiz ilgi çekici spesifik paragrafların ne anlatmaya çalıştığı ve ne anlama gelebileceği üzerine düşünüp, kendi fikirlerimizi ifade edebilmek, hatta mümkünse bunları biriyle tartışıp onun kattığı perspektifi de anlayabilecek hale gelmek. Evet, sorunları farklı perspektiflerden değerlendirerek düşünmemiz gerekiyor. Bir felsefe tutkunu için tartışmak, bir ikna etme seansı olmamalı. Bir yanlış kalıp olarak, ikna etme odaklı konuşmalar bir ön kabul ile başlar. “Doğruyu buldum budur, bunu kabul etmelisin”. Oysa ki sürekli olarak hakikati aramak için, henüz bulmadığımızı, hatta belki de hiç bulamayacağımızı (tabi ki Asimov’un bahsettiği yanlıştan daha yanlış hatasına düşmeden) düşünmemiz gerekmez mi? Bir felsefe tutkunu için tartışma, bir sorunun farklı perspektiflerden bakılınca nasıl incelenebileceğini keşfetme, tutarsızlıklarımızı nasıl düzeltebileceğimizi, bir fikri nasıl geliştirebileceğimizi anlama yöntemidir. Bir konuda öze ulaşabilmek için görüş almak, görüş vermek, yani yardım almak, yardım etmek, özetle yardımlaşmaktır. Tartışmanın sonucunda iki tarafın da başta savunduğunu savunmaya devam etmesi bir sorun değildir. Perspektifler genel olarak değişmemiş olabilir, ama gelişmiştir. Hedeflenen de zaten budur.

Bu ön kabulleri içselleştirmeden, gerçek bir felsefe okuyucusu olmanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Felsefe, dönem sonunda sınavını olacağınız, geçemezseniz kalacağınız bir üniversite dersi değil. Bu bakışla, ancak not odaklı olarak çalıştığınız derslerin akıbetine uğrayacaktır. Seneler sonra hangisini hatırlıyorsunuz?

Peki başlangıç olarak neyi tavsiye ediyorum? Tam da az önce anlattığım şekilde, konuları farklı perspektiflerin tartışması şeklinde sunan bir filozofun, Platon’un kitaplarını kesinlikle tavsiye ediyorum. Genel olarak tavsiye edilenin de aksinde bir şey söyleyeceğim. Hakkında yazılanlardan değil, direk kaynağın kendisinden başlayın. Hatta önsözü de geçin. Farkedeceksiniz ki çok daha rahat anlaşılıyor. Kaynağın kendisini okuduktan sonra hakkında yazılan kitapları anlayabilmeye başlayacaksınız. Çünkü bu tarz yazıların önemli bir çoğunluğu oldukça uzman, konu ile ilgili tüm materyalleri bilen insanların, “bu arada benim düşüncem de şu” şeklinde yazdıkları yazılar. O kadar referansı aklınızda tutacak kadar biliyor olsaydınız zaten o eseri okuyor olmazdınız. Tavsiyem, başlangıç için, sadece içeriğe yönelik, suyu bulandırmadan kaynakta ne geçiyorsa onu kavram olarak tartışan kaynakları okuyun/dinleyin. Sizi yere düşürüp kafanıza süpürgeyle vuran, sonra da duvardan duvara fırlatan, bahçede tekmeleyerek gezdiren, Tolstoy romanlarının başındaki gibi sizi sadece konuyla da değil, genel olarak felsefeyle ilgili tüm isimlerle iki sayfada tanıştırmaya çalışan kaynaklardan kaçının. Olur da denk gelirseniz, iki kolunu sıkı sıkıya tutun ve sakinleşmesini söyleyin, sakinleşinceye kadar da bırakmayın, sonra da yavaş yavaş, teker teker anlatmasını, arada soluk almasını söyleyin.

Bir diğer tavsiyem de, günlük bir yürüme rutininiz varsa, bu rutin öncesinde okuduğunuz bir makale, ya da eserde gördüğünüz önemli bir kaç paragraf aklınızda olsun. Yürüme sırasında zaten yapabileceğiniz başka bir şey olmadığından konseptler üzerinde uzun süre düşünüp aklınızda bunları genişletmeniz, iyice anlamanız mümkün oluyor.

Evet, şimdi kanımca hazırsınız. Tek yapmanız gereken, üzerinde zaman harcamak.

Peki Platon‘un kitaplarını okuyup, tam anlamıyla içeriğe, konseptlere dönük incelemeleri okuduktan sonra nasıl devam etmek gerekiyor? Bu konuda bir merakınız olmasın. Zaten bu kitapları bitirdiğiniz ve tartışmaları anladığınızda felsefi tartışmalarla ile ilgili oldukça geniş bir panorama kafanızda oluşmuş, dolayısıyla sonrasında ne yapacağınızı kendiniz bulabilecek hale gelmiş olacaksınız, dolayısıyla bu soruyu sormak aklınıza bile gelmeyecek, sadece devam edeceksiniz. Tek tavsiyem, tekrarlayayım, her filozofu basit iki üç modele indirgeyen incelemeleri atlayın. Olabildiğince birincil kaynakları, yani filozofların yazdıklarını okuyun. Her konuda aynı kavramları kullanarak açıklama yapıyorsanız, bu bir şeylerin yolunda gitmediğine dair önemli bir işaret.

Felsefe öğrencilerinin dudak uçlarıyla hafifçe felsefenin tadılmasındansa, (bu dudakların) hiç değdirilmemesinin daha tercih edilir olduğu söylenir. — Fronto

Philosophiae quoque disciplinas aiunt satius esse numquam adtigisse quam leviter et primoribus, ut dicitur, labiis delibasse — Fronto

Bu, gitarda sadece akor basmaya yönelip bunun üzerine uzmanlaşmak gibi. Bir yandan tabi ki faydalı ve gitar çalan biri bilmeli, ama diğer yandan kolaylığı ve amatör kulakların farkı göremeyecek olması nedeniyle her şarkıyı tırnak içinde ‘çalabildiğinizden’ gelişiminizi durdurması kuvvetle muhtemel, hatta başarılı, teorik olarak yeterli ünlü virtüözler yerine sadece akor basanların tavsiyelerini dinlemeye başlayacağınızdan bir çok konuda yanlış kalıplar konusunda kendinizden emin hale gelmek gibi oldukça tehlikeli bir yöne seyretmenizi de sağlayıp sizi çıkmaz sokağa saplayabilir. Çeşitli konularda yeterince vakit sarfedip, okuduğunuz yazılardan hangisinin tüm eserlerin içeriğini bilip yapılan tutarlı, birbirini takip eden yorumlar olduğunu, hangisinin üstünkörü incelemeler üzerinden yapılan yanlış çıkarımlar olduğunu anlayabilecek hale gelinceye kadar — ki bu senelerce süren okumayla ve konuya yönelik uzun tefekkür ile mümkün — bu tarz konulardan sakınmak gerekiyor. Olabildiğince çeşitli konularda, her şeyi tek bir kaç ana modele bağlamaya çalışmadan okuma yapıp birikim sağlamak iyidir.

Kolay gelsin.

--

--