Uzmanlaşma ve 10000 Saat Kuralı Üzerine

Oğuz Albayrak
Felsefi Not Defterim
16 min readDec 9, 2020

Herkesin aklını kurcalayan bir soru var, belli bir konuda uzmanlaşmayı hedeflediğimiz zaman, bu hedefe en az çaba sarfederek ulaşmak için, ne kadar ve nasıl efor sarfetmeliyiz? Bununla ilgili, uzmanlığın farklı alanlarını kapsayan, ve her yerde duyabileceğimiz çeşitli görüşler olmasının yanında, uzun zamandır üzerinde tartışılan bir 10000 saat kuralı da var. Yapmaya çalışacağımız, bu kuralın hangi bağlamda ve hangi anlamda yorumlandığı zaman, ne kadar işimize yarayabileceğini anlamaya çalışmak, bunu yaparken de kapsamadığı, veya tek başına açıklayamadığı geniş bir alanı da diğer kavramlarla doldurmak olacak.

Önemli bir uyarı, bu yazı, farklı miktarda efor sarfetmiş iki kişinin hangisinin daha uzman olacağı konusunda bir iddiayla kesinlikle ilgili değil. Bu tarz önyargılar yanlış hiyerarşiler ve politik çıkmazlar kurar. Oysa ki, politik endişeler arttıkça öze, uzmanlık alanına ilgi azalır. İki kişiyi karşılaştırırken ikinci el kanıtlara değil, kişilerin bilgisinin çok boyutlu ölçümüne başvurmalıyız.

Bu yazı, az önce de dediğimiz gibi, bireysel olarak bir insanın herhangi bir uzmanlık alanına adım attığı zaman ne kadar eforu gözden çıkarması gerektiği, ve bu eforu optimum olarak nasıl sarfetmesi gerektiğine yönelik, dünyayı olduğundan basite indirgemeye çalışmayan, tek teoreme bağlı olmayan, esnek ve çok boyutlu, yapım araçlarını da yanında veren bir model çıkarmaya yönelik.

Uzmanlık Derken?

Bir soruyu anlamak, cevabın yarısıdır
Socrates

Öncelikle, uzmanlık kelimesini nasıl algılayarak konuyu inceleyeceğimizi açıklayalım. Yazının geriye kalanı, burada varacağımız, ve yazı için geçerli olan tarzda bir uzmanlık dikkate alınarak okunmalı. Bu gerçekten çok önemli. Sosyal konular ne yazık ki matematik ve fizik gibi, hangi kelimenin ne anlama geldiğinin kesin formüllerle belirtilebildiği alanlar değil. Bir kelimeyi kullandığımız zaman herkesin aklında farklı bir anlam oluşuyor. Örneğin birine ‘uzun’ dediğimiz zaman, bağlam olarak insan boyunu verdiğimiz durumda bile kimisi 2.10, kimi 1.80 düşünebilir.

Uzmanlık da benzer şekilde. Aşağıdaki grafikte, bir konuyu öğrenirken, sarfedilen zamanın o konuda ne kadar uzmanlık sağladığına dair bir grafik göreceksiniz.

Tabii bu grafik, öğrenme sürecinin biraz daha büyük resmi. Biraz daha çözünürlüğü arttırırsanız, tırmanma noktalarında dönemsel düzlükler görmeniz mümkün. Ama oraya ayrıca değineceğiz, şimdilik atlayalım.

Uzmanın ne olduğunu tanımlarken baz alacağımız iki şeyi açıklayalım

  • Uç nokta, yani olağan dışı olan, üst örnek olarak atletizmdeki Usain Bolt, alt örnek olarak da düz yolda yürüyemeyip koşucu olmaya çalışan kişiler odağımızda değil. Herhangi bir meslek ya da uzmanlık grubuna girmiş, ortalama yeterlilik civarlarında bulunan geniş kitleyi göz önüne almalıyız. Yani o uzmanlık alanını seçen ortalama insan kitlesi. Bunun bir nedeni şu, mesleğinin en üst noktasındaki kişiler için ne kadar efor sarfetmeleri gerektiği bilgisi zaten çok önemli değil. Çünkü zaten o alanda uzmanlaşmak tutkuları, ve tüm vakitlerini, kendi başlarına en verimli öğrenme modellerini bulup buna ayırıyorlar. Öğrenme kapasiteleri de geriye kalanlara göre çok çok farklı. Adı üstünde, uç nokta. En alttaki uç noktada bulunanlar ise gereken minimum yeteneği veya efor sarfetme motivasyonunu aşamadıkları için zaten varabilecekleri bir yer yok. Örneğin ne kadar uğraşırsa uğraşsın ritim tutamayan, aynı zamanda duyduğu melodiyi de asla mırıldanamayan birinin enstrüman öğrenmesi.
  • Uzmanlar, genellikle görüşünü almaya değer bulduğumuz insanlardır. Dolayısıyla, Hegel’in özne-nesne ilişkisi kuramına dayanarak düşünürsek -birey ürettiği ürüne kendinden kattığı derecede tanınma sağlar-, ürettiği nesneye kendisinden bir şey katabilen, karşılığında da çalıştığı uzmanlık alanında bir bağımsız birey olarak tanınmayı hak edecek seviyeye gelmiş biri olmalı.

Bu manada, kendi başına iş yapabilmeye başladığı, mesleki özgüvenini hakettiği (yersiz değil, haklı bir özgüven olmalı) andan itibaren bir insanı uzman sayabiliriz.

Burada bir şeyi önemle vurgulamak istiyorum. Growth mindset, yani büyüme bakış açısı ile öğrenme sürecine bakmak mantıklı. Ancak büyüme bakış açısının çıkarımlarını olduğundan farklı anlayan iki uç kamp var. Birisi herkesin yeterli eforla her konuda dünyanın en iyisi olabileceğini savunan görüş, diğeri ise sadece doğumsal olarak neyde ne kadar başarılı olacağımızın belli olduğunu düşünen görüş. Bunların ikisi de radikal fikirler. Birincisi, yani herkesin yeterli eforla dünyanın en iyisi olabileceğini düşünmek, her ne kadar yanlış olsa da, havlu atmamızı engelleyeceği için başarılı olmamızı da sağlayabilir. Ama aynı zamanda, boşa kürek çekmemize de neden olabilir.

Bu yüzden biz, altın ortayı, fikrin geçerli olduğu denge noktasını dikkate alıp makalemizi bunun üzerine kurgulayacağız. Evet doğuştan gelen yetenekler bizim maksimum ne kadar ilerleyeceğimizi potansiyel olarak belirler, ve bir uzmanlık alanında başarılı olmak için sahip olmamız gereken minimum yeterlilikleri de sağlar. Ancak unutmamak gerekir ki, minimum yeterlilikler çoğu uzmanlık alanı için oldukça düşüktür, ve bir çok sıradışı yeteneklere sahip insan bile çoğu zaman hedeflerine kolay ulaştığı için, takıldığı yerde odaklanıp çalışıp maksimum potansiyeline ulaşamaz çünkü çalışmadan ilerlemeye alışmıştır. Dolayısıyla ortanın üstünde olmak çok yüksek seviyelere gelmek için aslında yeterlidir.

Ama tabi bizim konumuz, olağan dışı seviyeler değil, daha makul olan uzmanlık seviyesi.

Bu açıdan bakarsak, 10000 saatlik çalışma, 4–5 senelik mesaiye denk geldiği için, kaba bir rakam olarak, bu makale için geçerli olan uzmanlık tanımı için mantıklı gelebilir. Bağlamı, yani bize ait uzmanlık tanımını tekrar vurgulamamızın nedeni şu, uzmanlık herkesin kafasında farklı bir tanımı olan kelimelerden. Uzman kelimesinin, bir şeyi bilmek ile ilintili olması, uzmanlık kelimesini bilmek kelimesi ile benzer zorluklara sokuyor. Kimine göre harcanmış iki senelik efor bir dili bilmek iken, kimisi için anadilden farksız konuşmak bilmek olabilir. Burada yapmaya çalıştığımız, esnek bir kurgu üzerinde, biraz daha Plato’nun genel mantığına yakın bir şekilde, kesin cevaplar vermek yerine, herkesin kendi cevaplarını üretebilmesini sağlamak. Tanımımız böyleyken sonucumuz bu şekilde olabilir şeklinde genel gidişatı özetleyebiliriz. Eğer tanımları değiştirirseniz, ne sonuca ulaşacağınıza yine yazıda verilen yol haritasını kullanarak kolayca karar verebilirsiniz.

Başlamak

“Gelecek, belirsizliklerle doludur. Şu an yaşa!”
Seneca

Başlamak, bitirmenin yarısıdır. Herkesin bir türlü başlayamadığı bir uzmanlık alanı vardır. Şunu düşünmek gerçekten önemli, eğer o uzmanlık alanına dört sene önce başlasaydınız şu an o alanda bir şeyler üretecek duruma gelmiştiniz. O yüzden yarını, diğer günü, bir ay sonrasını düşünmemek gerekiyor. Hemen şimdi o kursa kaydolmanız, veya ilk makaleyi okumanız, veya ilk egzersizi çözmeniz lazım. Çünkü uzmanlık zaten, kısa vadede çok çalışarak değil, uzun vadede düzenli şekilde çalışarak geliyor. Dolayısıyla ne zaman başladığınız önemli.

Eğer konunun çok zor olduğunu düşünüyorsanız, bu sizde doğal bir engel oluşturabilir. Pek çok zaman, normalde anlayabileceğimiz bir konuyu, beynimiz kendini o konuya pasif bir şekilde kapattığı için anlayamayabiliriz. Anlama anına uygun ortamı sağlamak için beynin bilinçaltında bulunan bloklayıcı bazı özellikleri devre dışı hale getirmemiz gerekiyor. Bunun için bir çok teknik denenebilir, ama en etkili yöntemlerden birini örnek olarak verelim.

İlk olarak bunalıncaya kadar, aynı konunun çok daha zor ve karmaşık halini çalışın. Esas öğrenmek istediğinize geri döndüğünüz zaman, bu konu size çok kolay gelecek, kendinizi ikna etmiş olacaksınız, ve konuyu öğrendiğinizde çok daha büyük bir başarı duygusu hissedeceksiniz.

“Ne bir elmas sürtünmesiz bir şekilde parlatılabilir, ne de bir insan sınanmadan mükemmelleşebilir”
Seneca

Başlarken aklımızda tutmamız gereken bir diğer şey de, hata yapmaktan korkmamaktır. Bazı insanlar denemekten korkarlar. Oysa ki yaptığımız hatalar bize, neyi nasıl yapmamamız gerektiğini öğretir. Hata yapma korkusunun bizi en çok engellediği an da, başlama anıdır. Çünkü akıl yürütebilecek kadar fikrimiz yoktur henüz. Oysa ki, en kötü ne olabilir ki? Yanlış akoru basınca dinazor saldırısına mı uğrayacağız? Hata yapmadan öğrenemeyiz.

Öğrenci, her zaman hataları bularak başlar, eğitmen ise her şeyde pozitif kazanımları görür.
Hegel

Doğru eğer on kapıdan birinin arkasındaysa, diğer kapıların hepsini denemeliyiz. Belki doğruyu bulduğumuz zaman bile denemeliyiz ki, yanlışının ne olduğunu ve nelere yol açtığını da bilelim, doğruyu tam olarak tanımlayabilelim.
Unutmamamız gerekir ki, karşı-kalıp olarak nitelendirebileceğimiz, bir şeyi yapmaya çalışırken düşülen hataları kümeleyip sınıflandırmak, bu hatalara neden sıklıkla düşüldüğünü, nasıl düşülmeyeceğini analiz etmek gerekir. Bu şekilde doğruyu en çıplak haliyle, pasif ve ezberci tekrarlarla değil bilinçli ve öze yönelik bir şekilde görmeyi başarabiliriz.

“Neyi tekrarlıyorsak oyuz. O zaman mükemmelik, bir eylem değil, bir alışkanlıktır”
Will Durant

Belli bir alana girdiğimiz zaman, o alanın kafasıyla düşünmeye başlamalı, o alanda çalışan biri olduğumuzu düşünmeliyiz. Dil öğreniyorsak o dilde zaten konuşuyormuş gibi düşünüp nelere ihtiyacımız olduğunu anlamalı ve bu ihtiyaçları karşılayacak şeyleri öğrenmeli, dans öğreniyorsak o dansı zaten yapan birisi gibi hissedip, bunu normalleştirmeli, doğallaştırmalı, öğrenmek istediğimiz şeye dışarıdan değil, kendi atmosferinden bakmalı ve öyle öğrenmeliyiz. Bu şekilde öğrendiğimiz uzmanlık alanına ait davranışları birer alışkanlık haline getirip, onları yeterince tekrarlayabilir, dolayısıyla çok da kendimizi sıkıştırma ihtiyacı duymadan o alanın uzmanı haline gelebiliriz.

“Bir çocuğu zorlukla ya da sertlikle eğitme, öğrenmesi gereken konuyu ona ilgisini çeken şeyle yönelt, ki çocukların her birinin kendine has dehasını tam olarak keşfetmeyi daha iyi bir şekilde başarabilesin.”
― Plato

Beynin en verimli çalıştığı anlar, ilgi duyduğu şeyle ilgili bir takım yeni bilgileri keşfettiği anlardır. Bir uzmanlık alanını oldukça aynı zamanda bir hobi haline getirmek, o alanda zevkler edinmek gerçekten çok etkili bir yöntem. Bu yüzden, yeni öğrenilecek her konu, eğer mümkünse önce ilginç kullanım alanları bulunarak öğrenilmeli. Daha en başta, uzmanlık alanının içine adımını attığınız zaman eğer kendinize uzmanlık alanını tam olarak satarsanız, kendinizi yararına, ilginçliğine ikna ederseniz, harcadığınız vakitten hem daha çok verim alırsınız, hem de kaliteli vakit geçirirsiniz.

10000 Saat ve Fizibilite Argümanı

Eforu nasıl sarfetmemiz gerektiğinden yani sürecin kendisinden önce, önemli bir şeyden bahsedelim. İnsanların çoğunun belli bir bilgiye ulaşmayı değil, belli bir zamanı gözden çıkarmayı seçmeyi, dolayısıyla 10000 saat kuralını araştırmayı tercih etmesinin psikolojik bir nedeni var.

“İlerleme şans veya tesadüf ile değil, günlük olarak kendini geliştirmeyle mümkün olur”
Epictetus

İnatla yürümeye devam ederseniz, kaybolmuşluk hissi size engel olmaz. Her gün ne kadar ilerlediğini ölçmeye çalışan insanlar, akla sık sık gelen ‘Hala varmadık mı’ düşüncesinden dolayı, daha çabanın ilk aylarında havlu atabiliyorlar. Genellikle kendimizdeki küçük farkların ne olduğunu gözlemleyemeyiz. Bu da sarfettiğimiz eforun boşa gittiği yanılsamasına neden olur. Her gün bir pirinç tanesini bardağa koysanız, yeterince uzun zaman geçtiğinde bir bardağı doldurmanız mümkün. Uzmanlık da böyle bir şey. Eğer pirincin seviyesine odaklanırsanız, bir ay sonra vazgeçmeniz gayet olası. Her gün koyacağınız miktara odaklanırsanız daha kolay. Tabi bunun bir yan etkisi de, verimsiz geçirilen vakitten üzüntü duymayıp, süreci optimize etmemek şeklinde gerçekleşebilir. Bundan nasıl sakınılacağını ileride tartışacağız.

Her gün aynaya bakıp, bugün beş sene sonraki uzmanlığı hak ettim mi diye kendinize sormanız, oldukça geçerli ve kalıcı bir motivasyon kaynağı olabilir. Başarının nasıl bir şey olduğunu kendiniz için görselleştirmiş, dolayısıyla hedefe kilitlenmiş de olursunuz.

Neden Havlu Atarız? Nasıl havlu atmaktan sakınabiliriz?

İnsan ancak kendini yenerse dünyayı yenebilir.
Citium’lu Zeno

Düşünülmesi gereken şey şu, belli bir minimum yeterliliği geçiyorsanız, belli bir eforu yıllarca sarfettikten sonra, cidden yanlış bir şekilde yapmıyorsanız, tatmin edici bir noktaya gelirsiniz. Çoğu insan, uzmanlaşmanın başında, örneğin üniversiteyi bitirmek gibi toplum baskısıyla yürüyen bir mekanizma, olmadığı durumlarda, havlu atar. Enstrüman öğrenmek, ikinci yabancıdil öğrenmek, dans etmeyi öğrenmek şeklinde, bir çok insanın hayatının belli bir döneminde heveslenip bıraktığı öğrenme alanlarını örnek olarak verebiliriz. Bırakmanın en önemli nedeni ise, eforu sarfedecek vaktin olmaması dışında, başarıya olan inancın kaybolmasıdır. Çoğumuz, minimum yeterliliğe aslında sahip olduğumuz halde impostor sendromuna yenik düşüp mücadeleyi bırakırız. Başarıya olan inancımız, kendimizdeki değişiklikleri farkedemediğimiz için kaybolur ve süreci tıkar. Bunu aşmanın yolu, günlük olmasa da, haftalık, aylık değişimlerin farkına varmak. A noktasından B noktasına gidiyorsak, attığımız adımın bizi nereye yaklaştırdığını bilmemek bizi bloklayacak en garanti yoldur. Peki hedefimize yaklaştığımızı gösteren, artışsal başarı metriğini nasıl sağlarız? Nasıl önümüzü görebiliriz? Bunun tabi ki bir çok yolu düşünülebilir. Akla ilk gelen ve en etkili iki tanesi şunlar olarak sıralanabilir.

  • Bizimle aynı seviyedeki insanlarla bir arada öğrenmek kullanılabilecek tekniklerden biridir. Eğer tek başınıza öğreniyorsanız, kendinizi kendinizle karşılaştırmanız gerekir. Bu oldukça zordur, çünkü her efor gününden sonra, artık karşılaştırabileceğiniz siz, yeni bir sizsiniz. Dolayısıyla farkında olmadan sıfır fark bulacaksınız. Bu yüzden, genellikle başarılarımızı küçümser ve bu karşılaştırmayı yapamayız. Oysa ki, etrafımızdaki, aynı konuda çalışan insanların varlığı, bize bir çok örnek sunacak, hatta onların size bakış açısı da büyük bir bilgi kaynağı olacaktır. Geride kalan veya ileride olan insanların arasında ne durumda olduğunuzu görüp, arkada kalmamaya çalıştığınız durumda başarıya ulaşacağınızı bilirsiniz. Çünkü grubun bir süre sonra konuyu öğreneceği, eğer ders alınıyorsa dersin geçmiş tecrübesinden dolayı, sadece çalışma grubuysa o kadar kişinin hepsinin beceriksiz olması mümkün olmadığı için, gayet açıktır. Artık kendinize acımaya yeriniz yoktur. Eğer geride kalıyorsanız, nedeni yeterli eforu sarfetmiyor olmanızdır.

“Eğer gemiyi hangi limana götürmeniz gerektiğini bilmiyorsanız, hiç bir rüzgar elverişli değildir”
Seneca

  • Kendinize mikro hedefler koymak kullanılabilecek diğer bir tekniktir. Bir dili öğrenmek istiyorsanız, konuşacak hale gelmeyi ilk günden hedef olarak koyarsanız geçmiş olsun. Büyük hedefler olarak örneğin, ilk olarak en düşük kurda yazılmış olan bir kitabı okuyabilecek hale gelmek, sonraki kurlarda yazılmış kitapları okuyabilecek hale gelmek, sonra basit dilde yazılan bir haber sitesini okuyabilecek duruma gelmek, sonra sadece o gün yapılanları yazacak kadar günlük tutabilecek hale gelmek vs şeklinde konulabilir. Mikro hedefler olarak ise, örneğin en basit kitabı anlayabilmek için gruplar halinde sayfalar, veya kelime dağarcığının belli kısımları, veya gereken gramerin konuları konulabilir. Bu tarz bölümlendirmeyi iyi bir şekilde yapan başarılı öğreniciler oldukça az. Bunun nedeni de, bu tarz bir bölümlendirmeyi yapabilmenin gerçekten yüksek kabiliyet ya da öğrenim ile mümkün olması. Okurken ne kadar basit gelse de, çoğu okurun ertesi günü bu maddeyi hatırlamayıp aynı hataya düşmesi kuvvetle muhtemel.

“Ne kadar fazla bilirseniz, o kadar fazla, ne kadar az bildiğinizi bilirsiniz”
― Aristotle

Bir diğer önemli problem de tabi, impostor sendromunun karşıtı olan, Duning Kruger etkisi. Eğer daha başlangıçta edindiğimiz ufak bilgi ve yetenekle dünyanın en iyisi olduğumuzu düşünüyorsak, kendimizi geliştiremeyiz. Bu da havlu atmak gibi olur, çünkü yerimizde sayarız. Bu yüzden, ikisinin arasında bir altın orta bulmamız gerekiyor. Ne yersiz kendine güven, ne de hiç bir işe yaramama duygusu.

Böylece, 10000 saati harcayamama problemimizi çözmüş olduk.

Ufak tefek bir şeyler yapabilinceye kadarki süreyi başarılı bir şekilde geçmeyi bu şekilde başarabiliriz. Peki harcadığımız eforu nasıl en büyük getiriye dönüştürebiliriz? Bahsedilen sürenin yarısı kadar vakitte, veya başarısızlık sonucu iki katı kadar vakitte uzmanlığa ulaşmak mümkün mü?

Harcanan Efordan Verim Almak

Burada üç tane oynayan parçaya dikkat çekmemiz gerekiyor. Bir bina metaforu kullanırsak

a) Binanın temeli ne kadar kuvvetli olursa, o kadar kat çıkabilirsiniz

Bir alanda iyi uzmanlaşabilmek için, o alanın temel kavramlarının iyi bir şekilde oturması gerekir. Bu konudaki deyim “back to basics”, yani “temellere dönüş”tür. Örnek olarak, çoğu dansçı, alanında uzmanlaşıp tanınır hale geldikten sonra bile basit adımları daha da mükemmelleştirmek için çalışmaya devam eder. Alanında uzmanlaşmış teknik rollerdeki insanlar, zaman zaman üniversite derslerinde görmüş oldukları temel kavramları tekrarlayıp üzerinde düşünürler. Güzel yöntemlerden biri de bu temelleri öğretmektir. Çünkü temel kavramlardaki doğallık ve bilinçlilik, üzerine çıkılabilecek bilgi birikimini belirler. Yaşam boyunca öğrenmeyi kendine kılavuz edinmiş nice insanın, mesleğinde ilerledikten seneler sonra çok temel ekstra bir gerçeği farkedip aydınlanma hikayesi vardır.

Temeli iki şey belirler, doğuştan gelen kabiliyetler ki bu konuda pek yapılabilecek bir şey yoktur, bir de temel kavramlar üzerine geçirilen verimli ve bilinçli zaman. Başarılı bir uzmanın, temel kavramlara oldukça dikkat etmesi, fırsat buldukça geri dönüp kendini bu alanda daha da geliştirmesi oldukça iyi bir yöntemdir.

Bu konuyu matematiksel olarak modelleyelim örneğin, bir dil öğrenmek istiyorsunuz. Geniş zamanı tam oturmadan öğrendiniz, dolayısıyla her seferinde düşünüp konuşmanız gerekiyor. Geniş zaman konusu için kafanızdaki düşünme maliyeti 5 olsun. Şahıs çekimleri de 5 puan zorlukta, kelimeleri de çok yavaş hatırladığınızdan kelime dağarcığı düşünme maliyetiniz de 5 puan zorluğunda olsun. 5 * 5 * 5, sizin için cümle kurmak 125 karmaşıklığında. Konuları ayrı ayrı biliyorsunuz ama beyninizin kaldırabildiği karmaşıklık bütçesi 20 olduğundan 125 fazla geliyor ve konuşamıyorsunuz.

Oysa ki şahıs çekimlerini tekrarlaya tekrarlaya kafanızda çeviri yapmadan hızlıca söyleyebilecek durumda olsanız(5 yerine 2 puan düşünme maliyetine düşsün), geniş zamanın anlamı kafanızda oturmuş olsa (2 puan düşünme maliyeti), kullandığınız kelimeleri düşünmeden söyleyebilecek, duyunca kafanızda çeviri yapmadan direk anlamıyla anlayabilecek durumda olsanız (2 puan düşünme maliyeti), bu durumda 2 * 2 * 2, 8 tasarım maliyeti beyninizin karmaşıklık kaldırma bütçesi olan 20'den az olduğu için konuşabilmeye başlıyorsunuz. Dilde ilerledikçe de temellerin maliyeti, geri dönerek tekrarlayıp durduğunuzdan düşüyor ve daha çok ilerleyebiliyorsunuz.

b) Bütçeniz ne kadar iyiyse, ona göre daha kaliteli malzeme kullanıp daha sağlam bir iskelete sahip olabilirsiniz

Bu yüzden filozoflar bizi sadece öğrenmeyle yetinmemek, alıştırma ve sonrasında da eğitim yapmak üzere uyarırlar. Çünkü zaman geçtikçe, ne öğrendiğimizi unutur ve öğrendiklerimizin tam tersini yapmaya, ve sahip olmamız gereken görüşlerin de tam tersine sahip olmaya başlarız.
Epictetus

Bazı insanların odaklanma ve çalışma kapasiteleri çok daha yüksektir. Temel yetenekleri ile normalde gelemeyecekleri düzeylere, ısrarlı çalışmayla gelirler. Ne kadar fazla zaman harcarsanız, öğrenme eğrinizde potansiyelinizi belirleyen tepeye o kadar yaklaşırsınız. Bir şeyi yapabilinceye kadar değil, hata yapamayıncaya kadar tekrarlamak, çoğu zaman şaşırtıcı sonuçlara neden olabilir.

c) Tekniğiniz ne kadar iyiyse, malzemeyi o kadar ekonomik kullanır, kaliteyi, genel kalite getirisi daha az olan noktalardan daha kritik olan noktalara yoğunlaştırırsınız.

Alana ait olan kritik bilgiler, olabildiğince öz haliyle ve doğal bir parçamız haline gelecek şekilde, modelleyebileceğimiz yani bilincinde olduğumuz bir şekilde tekrar tekrar üretilmelidir.

Mükemmel, iyileştirilebilir bir şey değildir. Dolayısıyla hiç bir zaman bir konuda mükemmel olduğumuzu düşünmemeliyiz. Her zaman gelişime yer vardır. Bu anlayış sayesinde, devamlı gelişimi sağlayacak alanları keşfettikçe alanları tekrar ziyaret edip alanla ilgili genel modelimizin parçalarını kuvvetlendirebiliriz.

“Bilenler, yapar. Anlayanlar, öğretir”
― Aristotle

Modelimize ait en temel parçaları sağlamlaştırmanın en iyi yolu, o konuda yapılabilecek tüm hataları görüp, en basit halleriyle, en zor insanlara anlatmaya çalışmaktır. Bu şekilde, bildiğiniz şeylerin bilincine varıp, onları anlayacak noktaya gelebilirsiniz.

Öğrendiğiniz her yeni alt alanı, en öz haliyle ve diğer alanlarla bağlayacak şekilde tekrar tekrar üretmek ve öğrenmek çok önemli. Bu şekilde, gereksiz yere tekrarlanan, veya tam olarak yerine oturmamış bilgiyi genel kurallara ve gerekli tekrar kullanılabilir alt kavramlara olabildiğince kayıpsız ve isabetli bir şekilde bağlamak mümkün. Örneğin bir yabancıdil öğreniyorsanız, kelimelerin, aynı dildeki diğer kelimelere bağlanan etimolojik köklerini bilmek, daha az ezber ile daha fazla kelime öğrenmenizi sağlayacak, kapasitenizi ekonomik bir şekilde kullandırtacaktır. Veya kelimelerin farklı cümlelerdeki anlamlarına çalışıp tam olarak ne anlama geldiklerini öğrenmek, anlattıkları diğer kelimeleri daha isabetli bir şekilde anlamayı sağlayacaktır. Genel olarak insanlar dil konusunda çok iddialı olsalar da, anadillerinde bile bir çok kelimeyi okurken tam olarak anlamıyor olmaları muhtemel. Farketmeden kaçıp giden bilgiyi, ve yapılan hataları düşünürsek büyük kayıpların farkına varabiliriz.

İşte bu yüzden, Wittgenstein, dil oyunu kuramını ortaya atmıştır. Bir kelimenin öğrenilmesi için sözlük anlamını bilmek yetmez. O kelimeyle mümkün olan her oyun oynanmalıdır. Cümle içinde kullanılmalı, farklı tamlamalarda, deyimlerde denenmeli, tanımı üzerinde tartışılmalı, vesaire. Daha soyut şekilde tekrarlarsak, uzmanlaşılmak istenen alanda öğrenilen her kavram veya teknik, diğer öğrenilen tekniklerle kombinasyonel bir şekilde birlikte denenerek, öğrenilen kavram veya tekniğin tam olarak olması gereken noktaya oturması lazım.

Öğrenme eğrisinde bahsetmiş olduğumuz dönemsel düzlükler, gelişimin tıkandığı yerler, genel modelin iskeletini oluşturan kavramların oturmamış olması, veya yeni kavramların keşfedilmemiş olması nedeniyle ortaya çıkar. Bu gibi dönemlerde, nelerin yolunda gitmediğini görmek için iskeleti oluşturan, veya temel kavramları oluşturan yapıların tekrar gözden geçirilmesi gerekir.

“İyi bir idareci olmak isteyen önce idare edilmiş olmalıdır”
― Aristotle

“İdare edilmek” ne kadar hiyerarşik bir sisteme ait bir kelime olarak burada konumuz açısından doğru bir kelime olmasa da, şunu kabul etmemiz gerekiyor, bir uzmanlık alanına ilk adımımızı attığımız zaman hiç bir şey bilmiyor durumda oluyoruz. Eğer kulaklarımızı uzmanlara tıkarsak gelişemeyiz. Daha ilk adımlarda iddialı davranırsak, yardım kabul etmezsek, ya da yardımı beğenmezsek sonrasında istesek de bu yardımı alamayabiliriz.

Bir uzmanlık alanında, uzmanlığı elde etmeden önceki dönemde her şeyi sormaya hakkımız vardır. Kimse “Bunu nasıl bilmezsin” diye düşünmez bile, çünkü alana yeni girmekte olan birisi olarak hiç bir şeyi bilmemeniz normaldir. Bu dönemi iyi kullanıp, aklımızdaki tüm soruları sorup, bize mentörlük yapanları iyi takip etmemiz, problemlerle nasıl başa çıktıklarını iyi gözlemlememiz gerekiyor. Çünkü temelleri yanlış kuran insanlar, sonrasında ne de olsa işlerini görebildikleri için ne kadar yanlış temeller üzerinde çalıştıklarının farkına varmayıp, geriye de dönmeyip, potansiyellerinin çok daha altında tepe noktalarına varıp durabiliyorlar.

“Nazik ol, çünkü her karşılaştığın insan daha zor bir savaşla meşgul”
― Plato

Yardım isterken dikkat etmemiz gereken önemli bir şey var. Bunu insanları bunaltmadan, belli bir zaman bütçesi dahilinde yapmalıyız ki tekrar ulaştığımız zaman cevap vermek istesinler. Bir insanı bunaltmanın iki kötü sonucu olabilir.

  • Size cevap vermeyi bırakabilir
  • Çok bunalırsa ‘yardımcı olmak’ konusunu toptan bırakabilir (Uzmanlık alanına ait habitatı öldürmüş olursunuz)
  • Mentör vakti verimli bir şekilde dağıtamadığından sistem çökebilir. Örneğin bir kurstan bahsediyorsak, kursta hoca tüm vaktini size harcamak zorunda kalıyorsa diğerleri sonraki kura gelmek istemeyebilir, bu durumda siz de devam edemezsiniz. Veya işyerindeki mentörünüz kendi işine vakit bulamıyorsa yöneticisi tarafından mentörlükten sessizce alınabilir, kendi başınıza kalırsınız.

Bu konu aslında geniş bir konu, ve her uzmanlık alanı ile ilgili yapılabilecek farklı yorumlar var. Ama genel olarak, yardım istediğimiz zaman biraz üzerinde çalışıp başaramamış olmamız, bir şeyler denemiş olmamız gerekir örneğin. Veya sorduğumuz sorular rastgele, amaçsızca olmamalı. Kime neyi soracağımızı bilmemiz gerekiyor. Bunlar ortalama insan için üzerinde düşünülmeden anlaşılabilecek temel sosyal davranış konuları. Ama nadiren, doğum hakkı olarak insanların kendisi için her şeyi yapmak zorunda olduklarını düşünen insanlar olabiliyor. Buna karşı çözüm de herkesin kendi yakını olan bu tarz insanları doğrusunu anlatarak düzeltmesi. Karşılaştığımız her zor insan, birinin kardeşi, diğerinin çocuğu, diğerinin annesi/babası.

“Mutluluk, kendine yeterli olanındır.”
― Aristotle

Geçirilen vakti daha verimli hale getirmenin bir diğer önemli yolu da, giderek daha özgür bir şekilde iş yapmaya çalışmaktır. Her adımda daha fazla şeyi kendi kendimize yapabilecek hale gelmeye çalışmamız gerekiyor. yoksa büyümemiz daha uzmanlığa varmadan duracaktır. Sadece bize söylenenleri tekrar ederek yetinemeyiz. Kendi başımıza yapmayı başardığımız her şey bizi daha mutlu edecek, başarıya daha da yaklaştıracaktır.

Peki, Uzman Olduk, Şimdi Ne Yapacağız?

Uzmanlık seviyesi için ortalama bir insanın öğrenme doyum noktasına, bağımsız olarak iş yapabileceği, özgüven hissedebileceği noktaya gelmesini seçmemizin aslında bir nedeni vardı. Çünkü çoğu insan, bu noktadan sonra artık gelişmeyi bırakıyor.

Bunun içsel nedeni, ya insanların mesleki yahut kazanımsal olarak doyuma ulaşması, ya da kültürel olarak devamlı kendini geliştirme alışkanlığına sahip olmaması. Günlük mesainin belli bir kısmını alandaki gelişmelere ve yeni yetkinlikler kazanmaya ayırma merakı ve alışkanlığına sahip olmayan insanların gelişmesi biraz zor. Bu tarz bir kültür, çoğu insanı yine uzmanlığın bir adım ötesine taşıyabilir. Ancak orada yine bir tıkanma olacaktır.

Bu tıkanma noktası ise artık kontrolümüzün dışına çıkmaya başlayan doğal duvarlardır. Senelik tecrübe ilerledikçe, temelden veya yeteneklerden kaynaklanan doğal duvarlara çarpmaya başlar, yavaşlarız. Bazı insanlar ise hızla tırmanmaya devam eder. Çünkü hala kapasitelerine ulaşmamışlardır.

Bunu tam olarak anlayabilmek için, yazılımda uluslararası şirketlerde olan ünvanları örnek vermem gerekecek. Çünkü bir önceki paragrafı okuyan çoğu insan, sınırlı tecrübelerine dayanarak ‘‘Hayır ben son düzeye kadar geldim mesela’’ demiş olabilir. Çünkü bir çok mesleki alanda, cutting edge teknolojilerle uğraşmayan şirketlerde, çoğu meslekte teknik eleman olarak son ünvan zaten yönetici olmadıysanız ilk beş on seneden sonra alınmış oluyor. İlerisi için, bireysel katkı alanında, daha da uzman hale gelmeyi sağlayacak metrikler yok. Oysa ki biz, bu kısıtlı ünvan sistemlerinin bağlamında, ünvanları değil, salt mesleki gelişimi konuşuyoruz. Bu konuda insanların ünvandan bağımsız olarak, doğal bir şekilde gelişmeyi devam ettirmeyi başardığı istisnalar, akademisyen olarak ucu açık bir makale kalitesi tanınma metriği olanlar. Ülkenizdeki en sağlam çalışmaları yapan akademisyenseniz bile, alanında çığır açarak nobel ödülü kazanan akademisyen görünce saygı göstermeniz, ve gayret etmeye devam etmeniz gayet doğal.

Bir çok insanın bildiği, ve çoğu meslekte de geçerli olan iki üç seviyeli teknik ünvanların, kendi mesleğimde örneğini verebileceğim, yani yazılımcılar için yazılımcı, tecrübeli yazılımcı, belki de yazılım mimarı şeklinde düzeyler var. Ve gelişim orada çoğu şirkette yaygın sistemlerde ölçümsel olarak duruyor. Oysa ki yeni kurguya sahip olan büyük silikon vadisi şirketlerinde senior ünvanından sonra master, principle, staff engineer, distinguished engineer, fellow engineer şeklinde, hala kişisel, teknik olarak proje geliştirmeye devam edip yükselen insanlar var. En üste ulaşmak için dünyaca tanınan teknik işler, sunumlar yapmaya başlamanız, kitap yazmanız lazım. Her seviyenin çok yüksek gereksinimleri var.

Tabi uzmanlık deyince sadece mesleki ünvanları da konuşmamak lazım. Bir alanda çok yüksek uzmanlığa sahip olup, çalıştığınız şirkette o konuda yine de yeterince önemli bir ünvana sahip olmayabilirsiniz. Bu tarz uç nokta durumlar da mümkün. Önemli olan, salt uzmanlık olarak kendinizi nereye getirdiğiniz, ne kadar büyüdüğünüz.

Sanat dünyasından örnek verirsek, herkesin bildiği şekilde, her zaman daha iyisi olmanız mümkün. Doğal yeteneğinin de yardımıyla, inanılmaz derecede çalışarak insanüstü besteler yapan, herkesin saygı duyduğu insanlar var.

“İyi bir takipçi olamayan, iyi bir lider de olamaz.”
― Aristotle

İşte daha yukarıya tırmanmamız için, her zaman kendimizden çok daha yüksek yeteneklerdeki insanları, mümkünse uzmanlaşma alanımızın farklı alt alanlarının en iyilerini bulup bu insanları takip etmek, ve her adımda aramızdaki farkın ne olduğunu öğrenip bu açığı doldurmak için neler yapmamız gerektiğini öğrenmemiz gerekiyor.

Bir başka yol da, kendini devamlı geliştiren insanlardan bir çevre oluşturup, devamlı gelen çevresel sinyaller sayesinde gelişimi içselleştirmek, doğal bir norm haline getirmek, ve bu norm içerisinde daha rahat bir şekilde gelişmek.

İşte bu yöntemler sayesinde, uzman olmakla yetinmeyip, uzmanlığın kademelerini tırmanmak mümkün.

--

--