Endeks Fonlarının Avantaj ve Dezavantajları

Kaan Özkömeç
Fiba Tech Lab
Published in
6 min readOct 7, 2023

Endeks fonları (index funds, aynı zamanda ETF — Exchange Traded Funds veya Türkçe haliyle BYF — Borsa Yatırım Fonları olarak da geçer; mutual ve hedge fonları ile karıştırılmamalıdırlar), sadece bağlı oldukları endeksi takip eden pasif yatırım fonlarıdır. Bu fonlar, bir endeksi oluşturan şirketlerin hisselerine aynı oranda yatırım yaparak, endeksin performansını (büyük oranda) yansıtırlar. Daha önceki yazımızda belirttiğimiz MSCI gibi çeşitli kurumlar, belirli temalara ve kriterlere göre bu endeksleri oluştururlar. Bu endeksler kağıt üzerinde olduğundan dolayı bunlara yatırım yapmak için bu endeksleri takip eden BYF’lere ihtiyaç vardır.

Bireysel yatırımcıların tercihleri bakımından, pasif endeks fonlarının aktif yönetilen fonlara kıyasla portföylerdeki ağırlığı her geçen gün daha da artmakta. Burada çoğunlukla ABD’deki BYF’lerden bahsediyor olmakla beraber Türkiye’de de son dönemde fon yatırımının yaygınlaşmasıyla birlikte hem yabancı endeksleri taklit eden hem de Borsa İstanbul’a yönelik çıkarılmış fonlara olan bireysel yatırımcı ilgisi hızla artmaktadır. Ancak Türkiye’de aktif yönetilen fonların mı yoksa pasif yönetilenlerin mi daha çok rağbet gördüğüne dair elimizde yeterli veri bulunmamaktadır.

Küresel piyasalarda ABD, diğer ülke borsalarına kıyasla piyasa değeri (market capitalization) ağırlığı açısından açık ara önde gelmektedir. Bununla birlikte hem ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin borsalarının tarihi daha eski yıllara dayanmaktadır hem de pek çok olayın verisi sistemli bir şekilde kayıt altına alınmıştır. Bundan dolayı bu yazıda ve diğer yazılarımızda çoğunlukla ABD’den veya genel olarak dünya piyasalarından bahsedeceğiz. Türkiye’deki Borsa İstanbul’un (eski adıyla İMKB) kuruluş tarihi 26 Aralık 1985’e dayansa da bu hem majör makro ekonomik döngülerin yaşanması için yeteri kadar bir uzun süre değildir (dolayısıyla buradan çıkarılacak yorumların kapsamı da daha sınırlı kalacaktır) hem de özellikle eski yıllara dair elimizde yeteri kadar istatistik bulunmamaktadır.

Şimdi pasif yönetilen fonların neden aktif olanlara kıyasla daha çok tercih edildiğinin sebeplerine gelelim. Öncelikle yapılan bazı araştırmalar gösteriyor ki (Crane A. D. & Crotty K., Passive versus Active Fund Performance: Do Index Funds Have Skill?, 2014.), ABD’deki aktif yönetilen fonların büyük bir çoğunluğu S&P 500 gibi endekslere yenilmiş. Dolayısıyla pasif yönetilen fonlar, aktif olanlardan uzun vadede daha iyi performans sergilemekte.

İkinci bir sebep ise yönetim ücretleri tabii ki. Aktif fonlar daha çok yönetim ücreti talep etmelerine rağmen daha kötü performans göstermişler şimdiye kadar. Burada 15 yıl vadede %90–95 gibi bir oranda benchmark (karşılaştırma) endekslerine yenilmeleri söz konusu.

Yine de konumuz aktif fonlar değil, o yüzden pasif endeks fonlarının bazı avantajlarına değinmek gerekirse:

Öncelikle düşük maliyet avantajından bahsetmek gerekir. Endeks fonları, yönetim ücretleri ve diğer masraflar açısından düşük maliyetli yatırım fonlarıdır (genelde yönettikleri toplam varlığın büyüklüğüne bağlı olarak %0,03 ile %0,5 arasında değişen bir yönetim ücreti alırlar). Bu nedenle bu fonlar, diğer yatırım fonlarına (mutual funds, hedge fonları vb.) göre daha düşük ücretler talep ederler ve bu da uzun vadede yatırımcıların toplam getirilerini artırır.

Ek olarak endeks fonları, az zahmetle yeterince çeşitlendirme sağlama konusunda da avantajlıdırlar. Çeşitlendirmenin en temel amacı portföyün genel riskini azaltmaktır. Bunu yaparken aynı zamanda getiri/risk oranını da iyileştirmeye çalışmak gerekir. Özellikle portföy büyüdükçe çeşitlendirmenin önemi artar. Endeks fonları da birden fazla varlığa yatırım yaptığı için kişiye otomatik olarak belli bir düzeyde çeşitlendirme sağlar.

Çeşitlendirme (diversification) kendi içinde ayrı bir yazı konusu ama şimdilik kısaca değinelim. Öncelikle varlıkları portföye rastgele şekilde eklemek çeşitlendirme değildir. Çeşitlendirirken en başta varlıkların birbirleri ile olan korelasyonlarına bakmak gerekir.

Kişi ne kadar riskten kaçınan bir yapıya sahip ise bir o kadar ters korelasyona sahip varlıklar seçilmelidir. Günümüzde bunu tam olarak yapmak biraz zor hale geldi çünkü 1980'lerden beri artan küreselleşmeden (son yıllarda gerilemeye başladı ancak o da başka bir yazının konusu olsun) ve dijitalleşmeyle beraber finansal piyasaların herkesin erişimine açık hale gelmesinden dolayı, özellikle ABD hisse senedi ve tahvil piyasalarını etkileyen her şey diğer tüm piyasaları (emtia, gelişmekte olan ülke ve ABD harici gelişmiş ülke hisse/tahvil piyasaları, kısacası her şey) da anında etkilemektedir. Özellikle resesyon veya çeşitli kriz dönemlerinde halk arasında “güvenli liman” olarak bilinen altının bile hisselerle (aslında yatırımcı davranışı dışında -tüm varlıkların, para arzı ile olan ortak bağlantıları haricinde- pek bağlantısı olmasa da) pozitif korelasyonunun olduğu doğrudur.

Yine de bütün bunlara rağmen, herhangi bir hisse yerine bir endeks fonu seçmenin çeşitlendirme konusunda çok daha avantajlı olacağını kabul etmemiz gerekir. Bu çeşitlendirme bizi, bilgisizliğin getirdiği risklere karşı bir nebze de olsa korumaktadır.

Endeks fonlarının bir diğer avantajı ise zamandan kazançtır. Özellikle çok vakti olmayan kişilerin direkt hisse senedi alıp şirketleri ve piyasayı takip etmeleri zordur. Aldıktan sonra takip etmek bir yana, bir hisseyi almadan önce bile bazen haftalarca/aylarca süren derinlemesine bir araştırma yapmak gerekir ki günümüzde çoğu bireysel yatırımcının buna vakti yoktur. Eğer S&P 500 gibi çok geniş ve büyük bir endeksin fonunu alıyorsanız çok fazla takip etmeniz gerekmez (tabi bu endeksin bile büyük bir kısmını teknoloji firmaları oluşturduğu için bunların yaratabileceği risklerin bilincinde olmak gerekir). Ancak daha spesifik bir alana yönelik (örneğin doğal gaz veya yarı iletken sektörleri) veya konsantre (belli başlı 1–2 şirketin endekste ağırlığının yüksek olduğu veya endeksin içinde az şirket olduğu durumlar) bir endeks fonu alıyorsanız bu işe ayırmanız gereken zaman da aynı oranda artar.

Son olarak endeks fonlarının, yatırımda önyargıyı (bias) azaltma eğilimi vardır. Aslında bu konu için de ayrı bir yazı yazmamız gerekebilir. İnsanlar çoğu konuda yüksek oranda bias (önyargı olarak Türkçeye çevriliyor fakat bu ikisi tam olarak aynı anlama gelmiyor, bizdeki anlamı genelde negatif bir yanlılık olmakla ve İngilizcedeki prejudice kelimesine daha yakın anlam taşımakla beraber İngilizcedeki bias kelimesi görece nötr bir anlam taşımaktadır, o yüzden bias diyeceğim) sahibi ve bu yatırımda da kendini gösteriyor. Confirmation bias (doğrulama önyargısı/yanılgısı), batık maliyet yanılgısı, loss-aversion (kayıptan kaçınma) bias, self-attribution (kendine atfetme) bias gibi yüzlercesi var yatırım yaparken ortaya çıkan. Bunlar da çoğu zaman insanı yanlış/irrasyonel kararlar almaya ve para kaybetmeye itmekte.

Endeks fonlarında böyle bir durum daha az yaşanıyor. Zaten biraz da bu yüzden insanların (bireysel yatırımcı veya hedge fonu, fark etmez) pasif endeks fonlarının performansını çoğu zaman yenememeleri söz konusu.

Endeks fonlarının bu avantajlarına karşı, olumsuz yönlerini ortaya çıkaran bazı eleştiriler de yok değil. Örneğin ünlü hedge fonu yöneticilerinden biri olan Michael Burry, son yıllarda endeks fonlarında bir balon (bubble) olma durumundan bahsediyor. Normalde endeks fonlarının piyasayı takip etmesi beklenir fakat endeks fonlarına olan yoğun talepten dolayı piyasaya bu fonlar yön veriyor şeklinde argümanlar var.

Fakat özellikle bu yazının yazıldığı tarihte (30 Eylül 2023) mega cap (trilyon dolarlık piyasa değeri olan) şirket hisselerine baktığımızda çok yüksek değerlemelerden işlem gördüklerini söylemek pek mümkün değil. Değerleme elbette sübjektif ve 2x2’nin bazen 3 bazen 5 edebildiği bir alan ancak yüksek derecede rekabet avantajları olan ve gelecekteki bireysel ve toplumsal yaşama yön veren teknoloji şirketlerinin, bugün herhangi bir rekabet avantajı (moat) olmayan, emtia veya metalaşmış ürün/hizmet üreten şirketlerle (örneğin çimento, demir-çelik vb.) aynı değerlemelerden işlem görmesi mantıklı değil.

Mega cap şirketlerden örnek verme sebebim ise bu şirketlerin çoğu endeks fonunda (çoğu endeks fonu, kendine piyasa değeri ağırlıklı bir temel belirlediği için) yüksek ağırlığa sahip olmaları. Dolayısıyla index fund’ların yarattığı bir balondan söz etmek mümkün değil, en azından şu an için. Zaten eğer bugün ABD hisse piyasaları, etkinlik (efficient market) oranı yüksek piyasalar ise böyle anomalilerin de (eğer varsa) çok uzun sürmemesini beklememiz gerekir.

Bunun haricinde bu fonlardaki olası bir likidite riskine dikkat çekenler de var fakat bunun oldukça düşük bir ihtimal olduğunu söylememiz mümkün olduğu (ve muhtemelen böyle bir olayı tetikleyecek faktörler hayata geçtiği zaman daha büyük sorunlarımız olacağından) için bu argüman üzerinde fazla detaya inmiyorum.

Özetle endeks fonlarının, bireysel yatırımcıların yatırım yolculuğundaki yerini yabana atmamız mümkün değil fakat bu fonların kişiye sağlayacağı avantaj ve getiri konusunu da fazla abartmamakta ve ölçülü olmakta fayda var. Son 100 yıldır günümüze kadar en yüksek oranda ve en istikrarlı getiri sağlayan endekslerden olan S&P 500'ün bile yeri geldiğinde 20–30 yıl reel (enflasyondan arındırılmış) anlamda hiçbir kazanç sağlamadığı durumlar var. Farklı endekslerde çoğu zaman bu durum daha da kötü olmakta. Bireysel yatırımcıların da bunu bilerek hareket etmelerinde ve beklentilerini daha mütevazı tutmalarında fayda olduğunu söylememiz gerekir.

--

--