Neden inanıyoruz peki?

FikriGelgit
Fikrigelgit
Published in
3 min readSep 11, 2015

Bir önceki yazıda anlatmaya çalıştığım noktadan devam edelim. Öncelikle okumadıysanız bir göz atmanızı tavsiye ederim.

En son aşamada “BackFire effect” sayesinde saçma sapan veya yanlış olduğu ispatlansa dahi inançlarımızı inatla korumaya devam ettiğimizi ifade etmiştim. Bu etkiden kurtulmak da oldukça zor görünüyor. Büyük felaketler veya altüst oluşlar uyandırıyor bizi. Örneğin Hitler’in peşinden giden Alman halkı 2. dünya savaşının sonunda büyük acılarla gerçeğe uyandı. Tıpkı yavaş yavaş kaynayan sudaki kurbağalar gibiyiz.

1968 yılında bir radyo programında Orson Welles, Dünyalar savaşı isimli oyunu gerçekmiş gibi okuyunca ufak çapta bir panik havası yaşanmış ve uzaylıların dünyayı işgale başladığı söylentisi hızlıca yayılmış.

(Eğer tamamını dinlemek isterseniz.)

Sonradan radyodan defalarca bunun bir tiyatro oyunu olduğu söylense bile ilk andaki şokun atlatılması hızlıca olmamış.

Başka bir örnek daha verelim.

1994 yılında internette bir haber dolaşmış. O zamanlar internet şu anki gibi kalabalık değil ama haber hızla yayılmış. Habere göre Microsoft karlı bir yatırım olarak gördüğünden dolayı Vatikan kilisesini satın almış. Diyebilirsiniz ki bu gerçekten de saçma ama sonunda Microsoft resmi bir yazı ile böyle bir şeyin olmadığını duyurmak zorunda kalmış.

1994msft02

The Salina Journal (Salina, Kansas) — Dec 18, 1994

Neden doğruluğundan emin olmadan inanmayı seçiyoruz?

Neden bunlara inandığımıza ilişkin en basit açıklamayı Micheal Shermer yapıyor. İnanmak doğal birşey, inanmamak ise doğal değil, şüphecilik içerir ve sorgulamak gerektirir. Başka bir deyişle birşeylere inanmak rahatlatıcı, inanmamak ise rahatsızlık vericidir.

[iframe src=”https://embed-ssl.ted.com/talks/michael_shermer_on_believing_strange_things.html" width=”640" height=”360" frameborder=”0" scrolling=”no” webkitAllowFullScreen mozallowfullscreen allowFullScreen]

Televizyonumuzun karşısında oturup bize akan bilgileri dinlemek kolaydır. Baktığımız şekillerde örüntüler buluruz. Dinlediğimiz konularda bağlantılar ararız. Bu özelliğimiz biraz da eski çağlardan beri yanımızda olan bir içgüdü aslında. Binlerce yıl önce yaşadığınızı fark edin diyor Shermer, bir çalıya yaklaşıyorsunuz ve bir ses duyuyorsunuz. Önünüzde iki seçenek var ya rüzgar olduğunu düşüneceksiniz ya da yırtıcı bir hayvan. Sorgulamadan rüzgar olduğuna karar vermek daha fazla hayat kurtarıcı. Bu nedenle de düşünmeksizin oradan uzaklaşırsınız.

Bu zaafiyetimizi bilenler de kendi istedikleri gibi ilişkisel olarak olaylara bakmamız için gerekli yalanları söylerler. Bu hem politik arenada hem de iş dünyasında geçerlidir.

ABD’nin Irak’a operasyon başlattığı dönemde Dışişleri Bakanı olan Colin Powell,2003'ün şubat ayında Güvenlik Konseyi’nde, Irak’ı kitle imha silahları üretmekle suçladı. Bu sayede Saddam Hüseyin ve ülkesini şeytanlaştırıp, işgal için gerekli desteği de kolayca sağlamış oldu. Savaştan yıllar sonra 2011 yılında ise Irak’ta savaş nedeni olarak gösterildiği halde asla bulunamayan kitle imha silahları konusunda BM’de yaptığı sunumdan üzüntü duyduğunu söyledi. Ama bu yalan sayesinde milyonlarca insanın hayatı son buldu ve bir ülkenin kaderi kolayca değiştirildi. Peki bu süreçte diğerleri ne yaptı; inanmanın daha uygun olacağından hareketle sessiz kaldılar veya desteklediler.

Şüpheciliği nasıl ekeriz akıllara? Veya nasıl yok ederiz?

Bunun en iyi yolu doğal olarak eğitimden geçiyor. Sorgulayan bir beyine sahip olmak ancak ve ancak bilimsel düşünme yönteminin öğretilmesiyle mümkün olabilir. Ancak ülkemizde özellikle son yıllarda eğitim üzerinden yürütülen politikalarla eğitimin bu yönü bilinçli olarak bastırılmaya çalışılıyor ne yazık ki. OECD tarafından hazırlanan PISA endeksine baktığımızda da Türkiye için durumun pek de parlak olmadığını kolayca görebiliyoruz.

file38859

Giderek bozulan eğitim sistemimiz aslında kolayca inanmaları için yetiştiriyor gençleri. Bunun en önemli nedeni eğitimsiz bırakılan ve kolayca inanması sağlananların kolaylıkla manipüle edilebilmesi.

Ama sonunda Heraklitos’un dediği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”.

--

--