Özel Dosya — Sir Alex Ferguson ve Son Sakızın Ardından

Nebi Salih Küçük
Finish Ink
Published in
19 min readDec 30, 2019

26sene!.. Herkesin kullanacağı ‘dile kolay’ kalıbının bile işe yaramayacağı bir zaman dilimi. Kırmızı Şeytanlar’ın ‘şeytan’ bölümünün yoğunlaşmasını ve korkutucu bir figür hale gelmesini sağlayan muazzam deha.

Sir Alex Ferguson döneminde Premier Lig’e damga vuran Manchester United, İngiltere’nin en büyük takımı haline gelirken, ezeli rakipleri olan Liverpool ve Manchester City ile olan farkı da giderek açmaya başlamıştı. Kariyerinin son sezonunda bir şampiyonluk daha hediye ederek tribünlere elveda diyen İskoç teknik adamın ardından yerine gelecek isim, o anki hüznün ve duygusallığın arkasında ikinci plana düşmüştü.

Peki gerçekten yerine kim gelecekti? Ferguson’ın kurduğu bu imparatorluğun başına geçip tacını takacak kişi onun gibi İngiltere topraklarına hükmedebilecek miydi?

Tüm dünya basını, sanki söz birliği etmişçesine, iki kişi üzerine yoğunlaşmıştı. Pep Guardiola ve Jose Mourinho. İngiltere’de her zaman Ferguson ile arası iyi olan ve United’a büyük saygı duyduğunu sık sık dile getiren Mourinho, Real Madrid’de bazı oyuncularla sıkıntı yaşamış ve Başkan Perez ile karşılıklı anlaşarak kulüp kariyerini sonlandırmıştı. Pep Guardiola ise, belki de tarihin en güçlü Barcelona’sını yaratmış ve Ferguson ile karşılaştığı Şampiyonlar Ligi finallerinde ona hayranlığını dile getirmekten geri kalmamıştı. Zaten bu iki teknik adam varken başka birini düşünmek çılgınlık olurdu değil mi?

David Moyes Dönemi

Saf emekli olduğu gün bu isim zikredilse sanırım herkes yukarıda saydığımız teknik adamlar dururken ‘hadi canım’ derdi, fakat basında adı en az geçen (hatta hiç geçmeyen) David Moyes, Manchester United’ın 2013/2014 sezonu için patronu oldu.

David Moyes’un Manchester United’ın başına geçmesiyle, bitmek bilmeyen bir kulis ortamı başladı. Neden yönetim, Jose ya da Pep dururken, Moyes isminde karar kılmıştı? Bu işte Sir’ün ne kadar parmağı vardı? Ortada sürekli dillendirilen listede kimler yazıyordu? ‘Nedir bu liste’ diyecek olursanız, Ferguson’ın emekli olurken ‘yerime bunlar alınabilir’ diye bıraktığı bir teknik adam listesiydi bu bahsedilen. İngiltere basınına göre bu listenin ilk sırasında David Moyes varken, daha sonra Sir Alex’in açıklamasına göre Moyes altıncı sıradaydı. İlk beş isimle anlaşamayan ise Manchester United yönetimiydi.

Burada bir parantez açmak istiyorum. Sir Alex bu listede Moyes’in 6. Sırada olduğunu açıkladığında, neredeyse kimse kendisine inanmadığı gibi kötü çıkan tercih nedeniyle kendisinin olaydan yırtmak istediğini söyledi; fakat olay pek öyle olmayabilir.

Pep Guardiola’nın ‘United’dan teklif aldım ama başka projeler peşindeyim’ açıklamasını unutmak pek mümkün değil. Jose Mourinho’nun ise United’ı çalıştırmaya can attığı bir sır değil, fakat o sene Mourinho, henüz Real’in başındayken, Chelsea ile sezon bitmeden anlaşmış ve arkasına bakmadan İngiltere’ye dönmüştü. Yani Ferguson’ın emeklilik kronolojisi bu süre zarfında Jose’nin Chelsea ile anlaştığı zaman diliminin arkasına düşüyor. Bu nedenle istediği teknik adamları elinden kaçıran United’ın Moyes ile anlaşması bu noktada Ferguson’un dediğiyle örtüşüyor.

Yeniden Moyes dönemine dönecek olursak; en başta onu kenarda görmek kimsenin alışamadığı bir olay oldu. Tabii ki, bu durumun Moyes ile alakası yok, esas garip olan çeyrek asır boyunca ağzında sakızla Ferguson’ı izledikten sonra o koltuklarda başka birini görmek, hak verirsiniz ki, hemen adapte olunabilecek bir şey değildi.

Sezona iki adet sükseli transfer yaparak başlayan Manchester United, Chelsea’den 45 milyon avroya Juan Mata’yı transfer ederken, Everton’dan 32 milyon avroya Fellaini de Kırmızı Şeytanlar’ın yolunu tutuyordu. Kemik kadroda herhangi bir kayıp olmazken, üstüne gelen bu transferlerle United, şüphesiz yine Premier Lig’in en büyük şampiyonluk adayı olarak sezonu açıyordu.

Moyes dönemi başladıktan sonra Ferguson’ın demeçleriyle her zaman Moyes’in yanında olduğunu hatırlatmakta fayda var. Haftada bir yaptığı röportajlarla basını doğru ismin ‘o’ olduğuna ikna etmeye çalışmış ve bunda da yüksek oranda başarılı olmuştu.

Sezonu Swansea deplasmanı ile açan United, 4-1'lik bir zafer ile kafalarda bulunan soru işaretlerini silen bir başlangıç yapıyordu. Robin Van Persie’nin kusursuz form grafiği devam ederken, United zorlanmadan 3 puana ulaşan taraf oluyordu.

İkinci hafta ligin arsız çocuğu Jose Mourinho’lu Chelsea karşısına çıkacak olan Moyes için bu ilk ciddi sınav belki de daha çabuk fikir verebilecekti. Old Trafford arenasında seyircilerin karşısına çıkan Moyes onlara golsüz bir beraberlik hediye edecekti. Jose ve Chelsea söz konusu olduğunda alınacak 1 puan; kimsenin de homurdanacağı bir şey değildi.

3. hafta ise ezeli rakipleri Liverpool ile deplasmanda karşılaşacaklardı. Buradan gelecek bir 3 puan hem rakiplerine yeni bir mesaj olacaktı, hem de Moyes’in United taraftarı ile olan flört aşamasını canım-cicim aylarına evriltebilme açısından oldukça kritik öneme sahipti. Karşılaşmayı 1–0 kaybeden United cephesinde akla düşen ilk soru işaretleri de skor yüzünden değil, oynanan futbol yüzünden oluşmaya başlamıştı.

Takımın karşılaşma esnasında skoru kabullenmiş gibi oynaması ve 3 hafta sonunda ligde yedinci sırada bulunması United taraftarlarının pek alışkın olduğu durumlardan değildi.

4. hafta evinde Crystal Palace’ı 2-0 ile geçtikten sonra, ilk büyük kıyametin başlayacağı City deplasmanına moral bulma yolunda sağlam adımlar atıldı.

Pellegrini yönetiminde Mancini’nin ardından bir diğer şampiyonluğu hedefleyen Manchester City için ‘SIR ALEX FERGUSON’SIZ HAVA SAHASI’ arayıp da bulamadıkları fırsat olabilirdi. United cephesinde ise kaybedilen Liverpool karşılaşmasının ardından alınacak bir galibiyet, toplanmaya başlayan bulut kümesinin üstüne güneş olarak çökebilirdi.

Ancak Etihad Stadyumu’nda 50. dk’da Samir Nasri topu filelere gönderirken City 4-0 Manchester United yazısı kimsenin beklediği bir durum değildi. Son dakikada Wayne Rooney’nin atacağı gol ise prestijden fazlası olmayacaktı.

Evet S.A.F. sonrası bir geçiş dönemi olacağı bekleniyordu ama takımın reflekssiz hali esas soru işaretlerini oluşturan kısımdı. Diğer hafta United, evinde West Bromwich’e 1-2 yenildikten sonra kazanın suyu iyiden iyiye ısınmaya başladı.

Takım 6. hafta sonunda 12. sıraya kadar gerilemiş ve hiçbir tedaviye cevap vermek istemiyor gibi bir hali vardı.

Ferguson’ın soyunma odasında kurduğu disiplinin yavaş yavaş çözülmeye başlaması, yaşlanan ve misyonunu tamamlamaya başlayan kadronun yenilenme sürecinde geç kalınması ve yapılan transferlerden beklenen verim alınamaması gibi sonuçlar birleştiğinde devre bittiğinde United, liderin 8 puan arkasında 6. sıradaydı. Üstelik FA Cup’ta daha ilk maçta evinde Swansea’ye 1–2’lik skorla turnuvaya veda ederken, Lig Kupası’nda da Sunderland’e yarı finalde elenerek kupasız bir sezonun ayak sesleri yavaştan hissediliyordu.

Alex Ferguson, United’ın başında olduğu süreç zarfında medyada en çok saygı duyulan ve soru sorarken ‘çekinilen’ bir figür haline gelmişti. Hiç bir zaman takım içindeki sorunları basına yansıtmaması (Beckham olayını burada dahil edemeyiz, çünkü orada fiziksel bir kanıt vardı) veya daha futbol diliyle ‘oyuncularını medyaya yem etmemesi’ gibi etmenlerden dolayı ona karşı yüklenmek diğer teknik adamlara göre daha zordu ve tercih edilen ilk yöntem değildi.

Moyes’tan sonra United, bu kalkanı da kaybetti. Takımın oynadığı futbol acımasızca yerden yere vurulurken, Moyes’un bu iş için yanlış bir tercih olduğu ve Manchester United isminin onun çok üstünde bir marka olduğu herkes tarafından dillendirilen bir gündem konusu olmaya başladı.

Ferdinand, Vidic, Evra, Giggs gibi kariyerlerinin sonuna gelen oyuncuların hem Ferguson dönemindeki performanslarından uzak olması, hem de kadro mühendisliği olarak bu iskeletin yerine yeni kişilerin monte edilememesi, yine Ferguson’ın ultra verim aldığı Michael Carrick, Valencia, Kagawa, Ashley Young gibi -nispeten- arka planda olan oyuncuların Moyes döneminde hiç katkı yapamaması gibi etkenler de birleşince United’ın başarısızlığı kaçınılmaz oldu.

Takım Şampiyonlar Ligi’nde ise çeyrek finalde Bayern Münih’e elenerek Avrupa macerasını oldukça erken noktalamış oldu.

20 Nisan 2014 tarihinde, Premier Lig’in 35. haftasında Moyes eski takımına karşı deplasmanda 2-0 ile boyun eğdiğinde, United 57 puanla lider Liverpool’un tam 23 puan arkasında yer alıyordu. Artık sezon sonu Moyes’un gönderilmesine kesin gözüyle bakılırken United yönetimi sezon sonunu bile beklemeden Moyes’un işine son verdi.

Mutlu ve ılımlı bir ortamda United kariyerine büyük umutlarla başlayan David Moyes’un United kariyeri sadece ve sadece 10 ay sürdü.

Van Gaal Dönemi

2014/15 sezonu öncesi Manchester United, adadaki en hareketleri günlerinden birini geçiriyordu. David Moyes’tan boşalan koltuğa dünyaca ünlü Hollandalı çalıştırıcı Van Gaal getirilmişti. Kulüpler bazında en son Münih’i çalıştıran Van Gaal, Şampiyonlar Ligi’nde final görmesine rağmen oynattığı oyun ve format açısından alman basınında sık sık eleştiriliyordu. Münih ekibini hantallaştırmakla suçlanıyor ve takımın potansiyelinin altında bir oyun sergilediği iddia ediliyordu.

Buna rağmen hiç de fena geçmeyen Hollanda milli takımı döneminin ardından geride bıraktığı güçlü CV ile Van Gaal ismi Moyes’tan çok daha güçlü ve etkileyiciydi.

Ferguson’ın United döneminde başardığı en iyi işlerden birisi; yaşlanmakta olan ya da verim olarak artık takıma daha fazla katkı veremeyeceğini düşündüğü oyuncuların yerine başka birini monte etmekteki başarı yüzdesiydi. Geçiş dönemleri United’ta her zaman beklenenden hızlı olur ve yeni oyuncular ustalıkla takıma bir lego parçası gibi monte edilirdi.

Van Gaal döneminde ise United’ın ‘yenilenme’ süresi gelmişti. Yazının başında da belirttiğimiz gibi Ferguson’ın bıraktığı kadro başarıya doymuş, yaşlı ve futbol olarak her ne kadar Premier Lig şampiyonu olsa da, en iyi United takımlarından biri değildi. Belki çok fazla sokak tabiri olacak ama; ‘Bu kadroyu Fergie’den başkası ilk 4’e sokamaz’ kadrolarından biriydi. Van Gaal ise işte bu yenilenme sürecinde pilot koltuğuna oturacak isim olacak ve kıyametin başlangıcı da böyle başlayacaktı.

United sezona çok büyük transferler yaparak başlamak istedi. Adeta geçen sezonun acısını çıkarıp, seyirciye bunu unutturmak için neredeyse 20’ye yakın oyuncunun transfer haberi basına yansıdı. Tabii ki bununla beraber takımın iskeletini oluşturan ve bu iskelete yardımcı ek oyuncular birer birer takımdan ayrılmaya başladı.

Welbeck Arsenal’a, Kagawa B.V.B.’ye, Evra Juventus’a, Rio Ferdinand QPR’a, Vidic Inter’e, Nani Sporting’e giderken, yılların efsane ismi Ryan Giggs ise kariyerine son noktayı koydu. Yukarıda sayılan isimler hiç kuşkusuz senelerce United’ın başarılarında en önde gelen aktörlerdendi. Peki bu yıldızların yerine kimler gelecekti? Bu doku nakli vücuda uyum sağlayacak mıydı?

Jose Mourinho’lu Real Madrid döneminde neredeyse kusursuz bir performans göstermesine rağmen bir Real Madrid sendromu klasiği olan manasız yere oyuncu gönderme zincirinin son halkası olan Angel Di Maria ispanyol kulüp tarafından satış listesine kondu ve United bu oyuncuya talip olan kulüplerde başı çekti. Birkaç hafta sonra da 75 milyon avro gibi devasa bir ücretle Düşler Tiyatrosu’nun yolunu tuttu.

Luke Shaw Southampton’dan 37.5 milyon avroya, Ander Herrera da Bilbao’dan 36 milyon avroya adanın yolunu tutan diğer isimler olurken, Marcos Rojo ve Daley Blind de United’ın diğer yeni transferleri oldu.

Şimdi zamanı durdurup United’ın bu yaz harcadığı paraya bakacak olursak 200 milyon avro göze o kadar fazla gelmeyebilir ancak 2014 yılı için bu oldukça yüksek bir paraydı. Üstelik Alex Ferguson da, görevde olduğu sürece eğer muhtaç değilse yüksek bonservisli transferlerden oldukça kaçınmaya çalışan bir yöntem izlerdi. Bu nedenledir ki, çoğu yorumcu United’ın diğer takımlarla olan güç farkının ya da oynanan futbolun o geride kalmasının ilk temelinin Moyes döneminde değil Van Gaal döneminde olduğunu savunur. Onun yaptığı transferlerin giden oyuncuların yerine değil, tamamen plansız bir sistem üzerine monte edildiğini iddia ederler.

Bu tartışmalar eşliğinde ve Van Gaal markasıyla sezonu domine etmek isteyen United ilk haftadan iyi bir başlangıç yapmak istiyordu. Swansea’nin Düşler Tiyatrosu’nda alacağı 1–2’lik galibiyet bu başlangıcın ertelenmesine neden oldu.

Takımın seneler sonra Avrupa’da boy gösteremeyecek olması herkes tarafından garipsenirken, sadece lige odaklanmış bir United’ın yeniden Epl kazanabileceği de oldukça konuşulan bir gündem maddesi haline gelmişti.

Ardı ardına alınan Sunderland ve Burnley beraberliklerinden sonra 3. hafta itibariyle takımın 2 puanda kalması ve birden bire lider Chelsea’nin 7 puan arkasına düşmesi II. Moyes Dönemi iddialarını gün yüzüne çıkarmaya başladı.

Haftalar ilerledikçe United’ın oynadığı futbolda gözle görülür iyileşmeler ve tempo anlamında yer yer rakibi eskisi gibi boğan, büyük takım hissiyatını kabul ettirmeye çalışan anlık zaman dilimlerini görmek mümkündü, fakat seyirciler skor anlamında çok istikrarsız bir United izlemeye devam ediyordu.

Ligin ilk yarısı tamamlandığında United, 36 puanla lider Chelsea’nin 10 puan arkasında yer alıyordu. Bu, geçen sezonki gibi kabus değildi ama yapılan harcamalara değen bir futbol sergilendiğini söylemek de zordu.

Van Gaal’in sürekli farklı kadrolar denemesi, Di Maria’nın oynatıldığı mevkide oyuncularla yer yer sorun yaşaması gibi sorunlar basına yansıyor ama kurt teknik adam bunları hızlıca savuşturuyordu.

Lig kupasında 4.lig takımlarından olan MK Dons’a 4-0 kaybedilen maç ilk bölümde Van Gaal’in en çok unutmak isteyeceği günlerden biri olacaktır.

Haftalar ilerledikçe Manchester ekibinin oynadığı oyunda gözle görülür bir ilerleme olmadı. Di Maria’nın neredeyse her maç oyundan çıkarılması, Rooney ve Van Persie ikilisinin eski günlerinden çok uzak performans sergilemesi, Carrick-Valencia-Jones gibi Fergie döneminde oldukça etkin performans gösteren oyuncuların Van Gaal döneminde bundan uzak olması gibi etkenler birleşince Jose’li Chelsea sezonu çok rahat bir şekilde şampiyon bitiriyor, FA Cup’ta Arsenal’e elenen MANU’nun ise tutunabileceği tek şey lig 4.lüğü ve Şampiyonlar Ligi bileti oluyordu.

Bu senenin MANU’ya yetip yetmeyeceği uzun süre konuşuldu. Van Gaal, Moyes gibi bir sezon geçirmemişti kuşkusuz, ama gelecek için bir ışık veriyor muydu? Özellikle Old Trafford stadında alınan mağlubiyetler, bu mağlubiyetlere takımın herhangi bir tepki göstermemesi ve neredeyse her takımın United ile kafa kafaya oynayabilmesi Manchester şehrinin senelerdir alışık olduğu şeyler değildi. Özellikle yeni transferlerden alınamayan verim, Di Maria ile açılan mesafe gibi etkenler de birleştiğinde kafada pek çok soru işareti oluşuyordu. Tüm bunlara rağmen takımın 70 puanla 4. olması Van Gaal’e bir sene daha şans verilmesine neden oldu.

Yeni sezona yine alışık olmadığı şekilde para harcayarak giren United takımında şüphesiz en çok konuşulan adam Angel Di Maria olmuştu. Tüm sezon boyunca Real Madrid takımında gösterdiği performanstan oldukça uzakta bir duruş sergileyen Arjantinli yıldınızın aslında esas sorununun Van Gaal ile olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek haline geldi. Van Gaal’in onu basın önünde eleştirmesi, kritik maçlarda onbire almaması ya da forma şansı verdiği maçlarda da oyundan alınan ilk oyuncu olması gibi maddelerle beraber Di Maria, sezon sonunda ayrılmak istediğini belirtti.

63 milyon evroya P.S.G.’nin yolunu tutan yıldızın yanı sıra, Chicharito, Evans, Van Persie ve Rafael takımdan ayrılan diğer yıldız isimler oluyordu. MANU, Van Gaal devrinde keskin değişimler/dönüşümler yapmaya devam ediyordu.

Monaco’nun yıldız oyuncusu Anthony Martial’a 60 milyon avro ödeyen Van Gaal, Schneiderlin, Memphis Depay, Matteo Darmian, Bastian Schweinsteiger gibi yıldız oyunculara toplam 160 milyon avro gibi para harcıyor ve yine sezona iddialı bir giriş yapmak istiyordu.

Evinde Tottenham Hotspur galibiyeti ile sezonu açan United daha sonra Villa deplasmanında da yine tek golle 3 puana ulaşan taraf oldu. Şampiyonlar Ligi ön eleme turunda da Brugge’ü toplamda 7-1 ile geçen United cephesinde sezon başı her şey yolunda göründü.

9. hafta deplasmanda Everton’u 0-3 gibi net bir skorla geçen United, lider City’nin sadece 2 puan arkasındaydı. Takımın iki senedir şampiyonluk yarışına giremediği düşünüldüğünde, bu oldukça iç açıcı bir durumdu. Çoğu kişinin bilmediği şey ise zirvenin aslında o gün görülmüş olduğuydu.

Manchester United ardı ardına iki beraberlik alırken gol dahi atamadı ve takımda pozisyona girememe sorunu ilk kez bu kadar ayyuka çıktı. Süregelen karşılaşmalarda United’ın bir golden fazla skor bulduğu karşılaşmaların sayısı bir elin parmağını geçmezken yine yeni transferlerden verim alınamıyor, harcanan paraların karşılığı gelmiyordu.

İlk büyük şok Şampiyonlar Ligi grup aşamasında yaşandı. Wolfsburg, PSV ve CSKA gibi UEFA grubu olarak nitelendirilebilecek bir grupta United’ın üçüncü olarak Şampiyonlar Ligi’nden elenmesi Kırmızı Şeytanlar’da şok etkisi yarattı. Lig kupasında da evinde Middlesbrough’ya elenen Manchester ekibi için yeniden kara bulutlar toplanmaya başladı.

Lig sürecinde Van Gaal’in her hafta oyunculardan daha da kopması, bazı maçlar sonunda isim vererek onları basının önüne atması, basın mensuplarıyla olan inişli çıkışlı ilişkileri United’ı dışarıdan gergin bir takım havasına soktu. Devre bittiğinde 30 puanla liderin 9 puan arkasında yer alan United cephesinde en büyük sıkıntı ise gol kriziydi. Evinde oynadığı karşılaşmalar da dahil olmak üzere pozisyon bulmakta dahi zorlanan United, seyir zevki olarak oldukça sıkıcı ve vasat bir takım görüntüsüne büründü.

Martial-Mata’nın kanatlarda hiçbir etki gösterememesi, Rashford’un ileride etkisiz olması, Lingard’ın ofansif merkez orta saha pozisyonunda denenip verim alınamaması gibi etkenler, bu kadronun ve oyuncuların çoğu kez yerinin değiştirilmesi gibi maddelerle birleştiğinde, her geçen hafta takımın gol yollarındaki etkinliği daha da zayıfladı.

30. hafta geldiğinde lider Leicester City’nin 16 puan arkasına düşen MANU, diğer senelere göre yumuşak sayılabilecek bir Premier Lig sezonunda bile çok çok erkenden lige havlu atıyordu.

UEFA Avrupa Ligi’nde de Liverpool’a elenen United için sezonun geri kalanında iki hedef kalıyordu. Ligi ilk 4 içinde bitirmek ve FA kupasını kazanmak.

İki hedeften daha önemli olanın tutturulamaması şüphesiz Van Gaal’in sonunu hazırladı. Ligi 66 puanla 5. bitiren Manchester ekibi Şampiyonlar Ligi biletini kaptırırken, esas dikkat çekici olay ise takımın sadece ve sadece 49 gol atabilmiş olmasıydı. 17. sıradaki Sunderland’in 48 gol attığını düşünürsek ortadaki sorunun ne kadar büyük olduğunu daha rahat kıyaslayabiliriz.

FA Kupası finalinde Palace’ı 2-1 ile geçen United, sezonu kupayla tamamlamanın verdiği minik bir tebessüm ile yılı noktalıyor, Van Gaal ise kapı önüne koyuluyordu.

Jose Mourinho Dönemi

The Special One sanırım İngiltere’deki kariyeri boyunca sadece Manchester United ile majör sorunlar yaşamadı. Bunun en büyük sebebi ise Ferguson’a duyduğu derin saygı olsa da, her zaman içten içe bir gün Manchester ekibini çalıştıracağı günün geleceğini biliyordu. İlk adının geçtiği dönemde kendisi Chelsea ile çoktan anlaştığı için Moyes’a kaptırdığı koltuk üç sene gecikmeli olsa da onun tarafına geçmişti.

Ancak 3 sene önceki Mourinho markası ile şimdiki Mourinho markası aynı değildi. Real Madrid’te skor anlamında kötü geçmeyen bir 3 sezona rağmen Mou’nun takım içinde oyuncularla sorun yaşaması, neredeyse bir sene boyunca La Liga’da basın toplantılarına çıkmaması gibi etkenlerle kulüpten ayrılmış, daha sonra yeniden Premier Lig’in yolunu tutmuştu. Chelsea’yi yeniden lig şampiyonu yapan Jose, burada da Real dönemine benzer sorunlar yaşadı. En başta takım doktoru Eva Carneiro ile basın önünde yaşadığı kriz, bu sorunu daha da büyütmesi ve tüm okları Eva’nın üstüne yönlendirmesiyle birden antipatik adam görüntüsüne bürünürken Hazard ile yaşadığı anlaşmazlıklar sonunda ilkin Chelsea soyunma odasını, daha sonra da işini kaybediyordu.

Bu tür tartışmalar ve olaylar eşiğinde United’a gelen Jose Mourinho’nun kariyerinde yeniden yükselme şansı bakımından Manchester oldukça iyi bir şanstı.

Büyük umutlarla başlanılan sezonda isteneni veremeyen Memphis ve Schneiderlin ile yollar ayrılacak, takıma 105 milyon avro gibi devasa bir bonservis ücreti karşılığında Juventus’dan Paul Pogba monte edilecekti. Bunun yanı sıra 42 milyon avroya BvB’den Mkhitaryan, 38 milyon avroya da Villareal’den Eric Bailly takıma kazandırılacak diğer isimler olacaktı. Ayrıca Inter’de beraber çalıştıkları Zlatan Ibrahimovic, P.S.G.’den bonservis alınmadan adanın yolunu tuttu.

Yenilenmiş kadrosuyla ve Jose Mourinho gibi marka bir isimle sezona başlayan United için senenin ne getireceği oldukça merak konusuydu. Leicester City’ye karşı alınan 2-1’lik Community Shield Kupası takımın sezona kupayla başlamasını sağladı. 3-1’lik Bournemouth ve ardından 2-0’lık Southampton galibiyetleri ile Premier Lig’e ‘Merhaba’ diyen Manchester United’ın oynadığı futbol seyircileri tatmin ederken, Van Gaal döneminde görülen gol atamama sendromu da şimdilik çözülmüş görünüyordu.

3. hafta deplasmanda Hull City’i 1-0 ile geçen United için ilk büyük sınav evinde oynayacağı Manchester City karşılaşması olacaktı. İspanyada Real Madrid’i çalıştırdığı dönem Pep Guardiola ile her zaman çekişme içerisinde olan Jose Mourinho’nun yolu ispanyol teknik adamla bu kez İngiltere’de çakıştı. Ferguson’dan sonra büyük maçlarda sıkıntı yaşayan Manchester United için bu maç özgüven açısından iyi bir sıçrama tahtası olabilirdi.

Maçı topa sahip olma anlamında domine edip rakibine oyunun hiç bir anında kontrolü vermeyen City, deplasmanda 2-1 kazanıyor ve 4. hafta itibariyle ligin lideri oluyordu.

Ligin ilerleyen haftalarında Mourinho’nun United’a oynatmak istediği futbol tartışma konusu olmaya başladı. Öne geçtiği maçlarda takımı birden geriye çekmesi ve skoru koruyamamasından dolayı kaybedilen puanlar, takımın göze hoş gelen bir futbol oynamaması, Pogba’dan istenilen verimin bir türlü alınamaması gibi etkenlerle takımın şampiyon olamayacağı yavaş yavaş ada basınında konuşulmaya başlandı. Chelsea’ye karşı alınan 4-0’lık mağlubiyet ve Antonio Conte ile yaşanan polemikler de Jose’nin ışıltılı başlangıcına gölge düşürdü.

10. haftaya gelindiğinde lider City’nin 8 puan arkasında yer alan United için bir kez daha şampiyonluk ihtimali sıfıra yakınsıyordu. Diğer turnuvalarda takımın devam etmesi ve Jose’nin henüz ilk senesinin olması gibi sebepler birleştiğinde herkes sürece zaman tanınması gerektiğinde hemfikirdi.

İlk yarının son haftasında evinde Middlesbrough’yu 2-1 ile geçtiğinde United, lider Chelsea’den tam 13 puan gerideydi. Takım UEFA Avrupa Ligi’nde 12 puanla lider Fenerbahçe’nin arkasından ikinci çıkarken, Lig Kupası’nda gelen final ve FA Cup’ta atlanan turlar takıma olan inancın ve sabrın çoğalmasını sağladı.

İkinci yarının ortalarına doğru Jose Mourinho herkesi hayretler içerisinde bırakan ve kimsenin kolay kolay cüret edemeyeceği bir açıklama yaptı. Jose; ligi ilk 4 içerisinde bitirmeye çalışmanın uzun ve riskli bir yol olduğunu ve Şampiyonlar Ligi’ne gitmek istiyorlarsa bu yolu UEFA Avrupa Ligi’nden denemenin daha güvenli bir tercih olacağını söyledi. ‘Şampiyonluk dışında hedef koymanın anlamsız olduğu bir takım’ dediği United için çizdiği rota günlerce ada basınını meşgul etti.

Sezonun 2. yarısı, ilk yarısına göre oldukça hareketli ve moralli geçti. En başta Lig Kupası finalinde Sotonlu Azizler’e karşı alınan galibiyet ile sezonun ikinci kupası gelirken, takım UEFA Avrupa Ligi’nde de tur atlamaya devam ediyordu. Sırasıyla St. Etienne, Rostov ve Anderlecht’i eleyen United bir anda kendini Avrupa Ligi’nde yarı finalde buldu.

34. hafta itibariyle ligde 64 puanla 5. sırada bulunan United, lig 4.sü City’nin sadece 1 puan gerisindeydi. Jose’nin Avrupa Ligi Önceliğimiz mottosuna rağmen takımın Top 4’dan kopmaması her iki kanaldan birinden Şampiyonlar Ligi bileti alınacağının habercisiydi.

Mourinho, Arsenal ve Tottenham deplasmanlarında üç puan şansını düşük bulduğundan dolayı, burada nispeten rezerv oyuncularla karşılaşmaya çıktı ve ağırlığını Celta Vigo eşleşmesine verdi. Özellikle ikinci maçın son 5 dakikasında korku dolu anlar yaşansa da, Mou’nun kumarının tutmasına bir adım daha yaklaşılmıştı. Takım Avrupa Ligi’nde finaldeydi.

Finalde Ajax’ı 2-0 ile geçen United kötü devam eden sezonu birden tersine çevirmiş ve kulübe ilk sezonunda 3. kupasını hediye etmişti. Her şeyden önemlisi takım yeniden ait olduğu yere yani Şampiyonlar Ligi’ne dönecekti. Kısacası ikinci sezon için ümitlenmemek adına hiç bir neden yoktu. Özellikle de Jose’nin diğer takımlarında 2.senede hep şampiyonluk yaşadığını düşünürsek…

Mou’lu 2. sezon öncesi takım flaş transferler yapmaya devam etti. Romelu Lukalu, Nemanja Matic, Victor Lindelöf gibi isimlere 160 milyon avro harcandı. Takımın sembol isimlerinden olan Wayne Rooney’nin Everton’a, sakatlığı yüzünden istenen verimi sağlayamayan Zlatan’ın ise Amerika’ya gitmesinden başka majör oyuncu kaybetmeden sezona başlayan United için sezon başlangıcı adeta bir rüya gibiydi.

4-0’lık West Ham ve Swansea galibiyetleri ile sezonu açan United, skordan yana oynanan futbol ve ofansif varyasyonlarıyla göz dolduruyordu. Evinde Everton ve Palace’ı da 4-0’la geçtikten sonra United 7. hafta itibariyle averajla 2. sırada oturuyor ve uzun süre sonra şampiyonluk yarışında olmanın verdiği enerji ile taraftarını da yeniden yarışa ortak ediyordu.

İlerleyen haftalarda gelen skorlar yer yer iniş çıkış gösterse de United, Ferguson’dan sonra oyun anlamında en dominant, puan anlamında da en başarılı sezonu geçiriyordu. Sezonu 81 puanla bitiren United tarafında Mourinho’yu hedef tahtasına koyacak iki olay vardı: Birincisi Şampiyonlar Ligi grup aşamalarındaki çok başarılı tabloya rağmen, Sevilla karşısında ikinci turda elenmek, ikincisi ise ortaya konan bu başarısızlığa Mourinho’nun verdiği tepkiler.

Moyes ve Van Gaal dönemindeki gibi kabus sezonlar geçirmese de Mourinho’nun eleştirileri kabul etmemesi ve Sevilla maçından sonra yaptığı skandal açıklamalar (‘Porto başındayken de Manu’yu böyle elemiştim. Bunlar normal’) United seyircisini ikiye böldü. Bir kısım taraftar oynatılan aşırı kontrolcü futboldan rahatsız olurken, diğer kısım iseFerguson’dan sonra izlenen en güçlü United olduğunu ve Mou’ya sabredilmesi gerektiğini belirtti.

Mourinho’nun Manchester United’da geçirdiği 2.sezon hala neredeyse her hafta ada basınında gündeme gelmektedir. Takım 81 puan toplayarak S.A.F’dan sonra puan ve derece rekorunu kırdı. City’nin 100 puan gibi absürt bir dereceyle şampiyon olduğunu düşünürsek, oluşan durum Mou’ya 1 sene daha bekleyelim güvenoyu verilmesine yetti.

18/19 sezonunda 60 milyon avroluk Fred transferi dışında hamle yapamayan Man United 3. sezona Mourinho-Yönetim gerginliği altında başladı.

İstediği transferlerin yapılmadığını, kadronun çok kötü olduğunu ve bu kadroyla şampiyonluk yaşamanın imkansız olduğunu belirten Mourinho, belki de açık edilmemesi gereken şeyleri basına gür bir sesle açıklıyor ve zaten ince bir çizgide olan Manchester United’lı oyuncuların dağılmaya yakın özgüvenlerini yerle yeksan ediyordu.

Soyunma Odasını Kaybetme

Zamanında onun için savaşarak ölmek isteyen Materazzi, Sneijder, Drogba, Milito, Carvalho, Lampard, Terry gibi efsanelerden sonra onunla iletişime bile girmek istemeyen Hazard, Pogba, Casillas, Ramos gibi uyuşmazlıklar ve futbol diliyle soyunma odasını kaybetme Mou’nun United döneminde de sonunu getirdi.

Her hafta basına verdiği Pogba demeçleri, oyuncularının bu lig için yetersiz olduğu, Rashford ile yaşadığı münakaşalar, yönetim ile yürümeyen transfer anlaşmazlıkları derken United, 2018/19 sezonunun henüz ilk yarısında takımın ligden kopmasının ve Liverpool’a karşı alınan 3-1’lik mağlubiyetin ardından büyük umutlarla görev başına getirilen Jose Mourinho’nun görevine son verdi.

Ole Gunnar Solskjær Dönemi ve Gelecek

Moyes, Van Gaal ve Jose Mourinho…

26 senelik imparatorluktan sonra kan kaybetmeye devam eden imparatorluk, hiçbir reflekse tepki veremiyor her sene normalleşmeye devam ediyordu.

Jose Mourinho’dan sonra görevi caretaker olarak Ole Gunnar Solskjær devraldı. 5-1’lik Cardiff galibiyetinin ardından evinde Huddersfield ve Bournemouth galibiyetleri takımın üzerindeki bulutları dağıtmaya başladı. Mourinho’nun gerdiği ortam ve takımdaki kopuk soyunma odası birden toparlanmış, takımın sahada uzun süre sonunda hücumu düşünmesi, Pogba’nın veriminin neredeyse yüzde yüz artması, izleyenlerin Mou takımın potansiyelinin asla farkında değilmiş yorumları yapmasına yol açtı. OGS’nin kolay bir fikstüre denk geldiğinin ve daha çetin maçlarda test edilmesi gerektiğini savunanlara ise cevap P.S.G. deplasmanında gelen 3-1’lik galibiyet ve çeyrek final ile gelirken, Premier Lig kısmında ise ardı ardına 6. galibiyet geliyordu.

Neredeyse herkes Top 4 ümidini bırakmışken, takımın bu kadar hızlı bir şekilde toparlanması ve puan cetvelinde üst sıralara tırmanması tahmin edeceğiniz gibi OGS’nin kalıcı teknik adam olma yolunda ona gereken fırsatı vermeye yetmişti.

Süregelen haftalarda United Solskjær ile başlangıç hızını kaybetmeye başladı. Ligde Everton karşısında alınan 4-0’lık mağlubiyet, Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona karşısında gol bile atamadan turun kaybedilmesi, takımın Arsenal, Liverpool ve M.City karşılaşmalarında gol dahi bulamaması United taraftarlarının hatırlamak istemeyeceği günlerin habercisi mi olacaktı? Gol atamayan hatta gol pozisyonu dahi bulmakta zorlanan United bir sezonu daha Şampiyonlar Ligi’nden uzak mı geçirecekti?

Yukarıdaki bütün soruların cevabı geri kalan sezon için evet oldu. Pogba’nın sezonun kalan kısmında yeniden gizlenmesi, takımın hücum varyasyonlarında yetersiz kaldığı gibi defans hattında yaptığı inanılmaz majör hatalar ile yüksek umutlarla başlayan OGS’nin ilk sezonu ağızlarda acı bir tat bırakarak sona erdi.

Herkesin aklında tek bir soru vardı. Henüz OGS ile taze bir nikah kıyılmışken takımı gerçekten ona emanet etmek ne kadar doğru bir karardı? OGS’nin bazı maçlar öncesinde SAF’dan taktik alması hatta devre aralarında bile onunla telefonda konuşması alay konusu olmuş ve kendisine gölge diyenlerin sayısı git gide artmaya başlamıştı.

2019/20 sezonunda Manchester United geleneği bozmadı ve yine transfer sezonunda para saçmaya devam etti. Tam 87 milyon avro karşılığında Leicester City’den Harry Maguire’i dünyanın en pahalı defans oyuncusu yapan Kırmızı Şeytanlar; 55 milyon avroya Crystal Palace’ın savunmadaki genç yıldızı Wan-Bissaka ve 17 milyon avro karşılığında Swansea’den Daniel James ile masaya oturdu.

Romelu Lukaku 65 milyon avro karşılığında Inter’in yolunu tutarken, Chris Smalling, Darmian, Valencia, Herrera ve hiçbir zaman isteneni veremeyen Sanchez takımdan ayrılan diğer isimler oldu.

OGS, yeni sezona 4-0’lık Chelsea galibiyeti ile başladı. Skor oldukça ışıltılı görülse de ilk yarıda oynanan çaresiz futbol ve yer yer oyundan kopan United, dikkatli taraftarlarının kafasında soru işaretleri bıraktı.

Devam eden haftalarda bu soru işaretinin ne kadar yerinde olduğu haklı çıktı. United yapılan harcamalara ve kurulan yeni sisteme rağmen yine sahada yokları oynuyordu.

Dünyanın en pahalı savunma hattını kuran takım istisnasız her maç 7-8 net gol pozisyonu veriyor, ofansif anlamda Rashford’un istikrarsız performansı, Pogba’nın sakatlığı, Martial’ın yokları oynaması ve James’in hiç fena olmayan oyun görüşüne rağmen hücum oyuncularının buna yanıt vermemesi gibi sebeplerle United yine çok erken bir şekilde şampiyonluk yarışının dışında kaldı.

OGS adına yazılabilecek belki de en büyük artı takımın BIG 6 adını verdiğimiz karşılaşmalarda topa daha az sahip olarak kontralarla aldığı olumlu sonuçlar oldu. Liverpool’a puan kaybını yaşatan tek takım olma unvanına sahip olurken, Tottenham ve Manchester City’i etkili bir oyunla geçmesini bildi. Ancak bundan sadece iki hafta sonra ligin dibindeki Watford’a 2-0 yenilerek özünde aslında hiçbir şeyin değişmediğini yine taraftarlara göstermiş oldu.

Devam eden sezonda takımın ligi ilk dört içinde bitirmesi bu dalgalı performansa bakarak oldukça zor görünüyor. Hatta bu satırları yazarken Liverpool, Manchester City ve Leicester City üç koltuğu çoktan kapmış gibi görünüyor. Geriye kalan tek koltuk için Chelsea, Tottenham ve hatta Arteta ile çıkış arayacak olan Arsenal bile aday olacaktır. OGS, zamanında Mou’nun yaptığı gibi UEFA Avrupa Ligi’ne saldırarak Şampiyonlar Ligi biletini almayı deneyebilir. Bunları zaman gösterecek. Ben kişisel olarak maçlara müdahale etmekte çok geç kalan, takımın oyuncularıyla bir problem yaşamamasına rağmen onlar için takımın abisi figürü olmaktan fazlası olmayan OGS’nin taktik ve stres yönetimi anlamında Premier Lig için son derece yetersiz olduğunu düşünüyorum. Takım harcanan 150 milyon avroya ve 90' tayfası tarafından yaratılmaya çalışılan United ayağa kalkacak imajına rağmen puan olarak geride bıraktığımız sezonun bile altında.

İşin en kökünde ise esas sorunun teknik adamlardan kaynaklandığını söylemek de çok doğru olmayabilir. Ed Woodward’ın United’ı bir futbol takımından ziyade profesyonel bir iş gibi görmeye başlaması, her yeni teknik adam geldiğinde kendine göre paralar savurup gittiğinde işe yaramayan bir sistem bırakması, yeni teknik adamlar seçilirken takımın kimyasına uygunluk yerine onların etiketlerine göre alımlar yapılması, son derece yanlış Moyes tercihi gibi nice sebeplerle sorunun çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz.

Mevcut durumda gelecek 4-5 sene içerisinde Manchester United’ın şampiyonluk kazanma ihtimali neredeyse yok gibi görünüyor. Şu anda yapmaları gereken tek şey bir şekilde Şampiyonlar Ligi’ne katılmayı yeniden alışkanlık haline getirip, oyunlar için ilgi çekici bir kulüp haline gelmek. Oyuncuların ilk tercihi olmaktan uzaklaşan bir kulüp olan United, Liverpool’un Jürgen Klopp ile yaptığı gibi planlı bir yapılanma ile birkaç sene sonra yeniden şampiyonluk yarışında olabilir ama bunun olması için atılan adımların son derece kusursuz olması gerekli. Yoksa iki senedir olduğu gibi bir taraftarın yaşayabileceği en kötü senaryo olan iki ezeli rakip arasından ‘hangisi şampiyon olsa daha az üzülürüz’ senaryoları uzun süre yakalarını bırakmayacaktır.

--

--