Ağır Şehir Erivan

Yüzüncü Yıl’a doğru bütün yollar soykırıma çıkıyor

Emine Onaran
Gazete Solfasol
7 min readMar 7, 2016

--

Emine Onaran İncirlioğlu

Ağır şehir Erivan. Hem sözcüğün ‘yavaş’ anlamında ağır — citta slow, hem ‘taşıması güç yük’, hem de ‘ağırbaşlı, ciddi.’ Daha önce Erivan’da bulunmadığım için karşılaştıramıyorum, hep mi böyleydi, yoksa soykırımın yüzüncü yıl dönümü mü böyle ağırlaştırdı şehri?

Gazeteler yazdı. 2015 Mayısında yapılacak Eurovizyon yarışmasına Ermenistan adına “Don’t Deny (İnkar Etme)” adlı parça ile katılacak olan Genealogy (Soyağacı), şarkılarının adını “Face the shadow” olarak değiştirmiş. Ama 6 kişilik grup hâlâ unutmabeni çiçeğinin beş yaprağı ile göbeğinin simgeleştirdiği gibi, soykırımdan kurtulan, dünyanın 5 kıtasına dağılmış Ermeniler ile ortada Ermenistan Cumhuriyeti’ni temsil ediyor. Erivan sokaklarında dolaşırken dükkân vitrinlerinde, afişlerde, tezgâhlarda hep aynı mavi çiçek, çeşitli boylarda karşınıza çıkıyor. Ermenice adı anmoruk.

Birkaç hafta önce çok zarif takılar yapan Narine adında bir kadınla tanıştım. Narine, gümüş üzerine altın kaplama, kobalt mavisi ve eflâtun mineli, göbeği altın, ince bir el işçiliğiyle unutmabeni çiçeği broşları da yapıyor. Olsa olsa 1,5 santim çapında, rozet kadar minnacık şeyler. Aynı yöntemle yaptığı diğer takılar gibi bu broşları da kendisi pazarlıyor ama bunları utana sıkıla, neredeyse özür dileyerek satıyor. Çünkü anmoruk’tan para kazanmak ayıp. Denk geldi, ben de bir tane alıp lacivert hırkamın yakasına taktım. O gün bugündür ne zaman lacivert hırkamı giysem rozetim konuşma konusu oluyor. İlkin ev sahibem Aida Aghajanyan anlattı: Unutmabeni çiçeğinin beş yarık yaprağı 5 kıtayı temsil ediyor. “Dünyanın neresinde olursan ol, hiçbir yerde unutma” demek, “Soykırımı unutma!” Çalıştığım araştırma merkezinde de dikkat çekiyor rozetim. 4000 drama satın aldığımı söylediğimde yüzü asılanlar oluyor. Bir trajedinin fırsata dönüştürülmesinin, ölülerin sırtından geçinilmesinin, kabul edilemeyecek bir duyarsızlık olduğunu söylüyorlar. Yine de, pek çok hediyelik eşya satan dükkânda olduğu gibi, Erivan’ın hafta sonları açılan büyük pazarı Vernissage Market’te de, internet üzerinden yapılan satışlarda, örneğin e-bay’de de, anmoruk temalı çeşit çeşit nesne satılıyor. Can alıcı bir konu: kâr ve ahlâk.

Geçen gün Komitas Müzesi’nin iç mimarlarından Sarhat Petrosyan ile birlikte müzeyi ve hemen yanı başındaki, bir heykel parkını andıran mezarlığı gezdik.

Komitas Pantheon, Fotoğraf E.O. İncirlioğlu

Ünlü Ermeni sanatçılarının, siyasetçilerinin, bilim insanlarının yattığı Pantheon adı verilen mezarlığa William Saroyan’ın kalbi de getirilip gömülmüş. Daha önce sadece adını duymuş olduğum ama hakkında pek az şey bildiğim Komitas’ı tanımaya çalışarak sergiyi gezerken, Sarhat bana hem yapılarla, mimarlarla ilgili bilgi verdi hem küratörle birlikte nasıl çalıştıklarını anlattı. Girişteki duvara Komitas’ın Soghomon Soghomonian adıyla 1869’da Kütahya’da doğumundan, 1935 yılında Paris’te bir akıl hastanesinde ölümüne kadarki ömrünü sunan bir çizelge yerleştirilmiş. Çizelgede, aynı dönemde müzik dünyasında yer alan çeşitli olaylara da yer verilmiş. Biz müzedeyken bir grup çocuk da öğretmenleriyle gelip, çizelgenin önünden sergiyi gezmeye başladı. Benim konuşmaları anlayacak kadar Ermenicem yok. Sarhat anlattı. Meğer öğretmen sormuş: “Komitas neden öldü?” Öğrenciler bir ağızdan cevap vermiş: “Soykırımdan!” Komitas, Soykırım’ın başladığı tarih kabul edilen 24 Nisan 2015’de, 200’ü aşkın Ermeni aydını ve topluluk önderi gibi Çankırı’ya sürülüyor. Araya girenler sayesinde tehciri kısa sürüyor ve birkaç hafta sonra İstanbul’a geri çağrılıyor. Yani soykırım sırasında ölmüyor. Üstelik Sarhat’ın dediğine göre, bu müzeye gelen birinin öğrenmesi gerek bu “gerçeği.” Ancak Komitas, Ermenistan’da da, diyaspora Ermenileri arasında da Soykırım’ın simgesi haline gelmiş. Çankırı’da yaşadıkları, travma sonrası stres bozukluğuna, ya da “aklını kaçırmasına” yol açtığı için, ölümü soykırıma bağlanıyor. ABD’de yaşayan Beyrutlu Ermeni psikolog Meliné Karakashian, hem soykırımla bağlantılı travma hem de özellikle Komitas’ın gerçekten delirip delirmediği konusunda kitaplar yazmış.[1]

Erivan’a geldiğimden beri bütün yollar soykırıma çıkıyor. Her konu, örneğin çalışmakta olduğum CRRC’de (The Caucasus Research Resource Center) Ermenistanlı genç bursiyerlerle konuşurken, sorduğum her sorunun cevabı, dönüp dolaşıp bir ucundan soykırıma bağlanıyor. Doğu ve Batı Ermenicesi arasındaki farklardan mı söz ediyoruz, dilin bölünmesi soykırıma dayanıyor. Ermenistan’ın Sovyetler’le birleşmesi tarihi, yine soykırımdan kaynaklanıyor. Günlük hayat, ilişkiler, soykırımla bağlantılı: Hemen herkesin soykırımdan sonra dünyanın bir yerine dağılmış akrabası var. Diyaspora zaten soykırımın ürünü. Metro duraklarında soykırımdan kurtulanların hikâyelerinin anlatıldığı fotoğraf sergisi. Üniversitede Soykırımın Yüzüncü Yılı dolayısıyla düzenlenen söyleşiler, konferanslar... 8 Mart Kadın Haftası etkinlikleri içinde, Ermeni feminist Zabel Yesayan’la ilgili bir belgesel film izliyoruz: Soykırımdan kurtuluşu konu ediliyor. İki-üç milyon nüfusu, 30,000 metrekareyi bulmayan yüzölçümü ile bu küçük ülkenin sanattan iktisada, sağlıktan siyasete, mimarlıktan futbola her konusu, dolayısıyla halkının kimliği soykırım etrafında örülmüş. Bu Türkiye’den gelen birisi için çok şaşırtıcı. Çünkü bu ağırlığı bilmiyoruz.

Yarı turistik, yarı mesleki, ‘masumane’ bir müze gezisinde, son derece ‘masumane’ bir soru. Komitas Müzesi’nin iç mimarı Sarhat Petrosyan. Peki ya mimarı kim? Sovyet döneminde Kültür merkezi ve sinema salonu olarak kullanılan bir yapıya yeni bir bölüm eklenmesiyle oluşturulmuş müze. 1953’de yapılan Kültür Merkezi’nin mimarı Koryun Hakobyan. Hakobyan, Sovyetler Birliği’ndeki en büyük dört stadyum arasına giren Hrazdan Stadyumu’nun da mimarlarındanmış. 2014’te tamamlanan yeni bölümün mimarı ise, yıllar önce mimarlığı bırakıp hayatını müziğe vermiş, ünlü olmuş, altı yıl önce tekrar mimariye dönmüş, Matenadaran Elyazmaları Müzesi’nin de yeni binasının tasarımcısı, tanınmış sanatçı Artur Mesçiyan. Tanınmış ama ben tanımıyorum. Eve gelir gelmez ev sahipliği dışında bana annelik, aşçılık, asistanlık, can yoldaşlığı yapan dostum Aida’ya soruyorum Mesçiyan’ı. Hemen internetten buluyor bana, dinletiyor. Bakıyorum gözleri yaşarmış Aida’nın. Dinlediğimiz parça, “Ur eir Astvats?” Söz ve Müzik: Artur Mesçiyan. (İngilizcesi, “Where were you God?” Türkçesi, “Nerdeydin Tanrı?”) Bir soykırım şarkısı. Çevirisi bile göz yaşartıyor. Kim bilir özgün dilinde ne kadar duygu yüklü.

Nerdeydin Tanrı?

Söz ve Müzik: Artur Mesçiyan

Yüzüstü bırakılan bir koca millet çıldırdığında…
Nerdeydin Tanrı −

Yakarışlarımız kayıtsızlığa karışıp solduğunda…
Nerdeydin Tanrı −

O cânım memleketi mahvederlerken…
Nerdeydin Tanrı −

Biz ıstıraptan çıldırmış, dua ederken − Amin…
Nerdeydin Tanrı −

Adaletin gözleri kapandığında…
Nerdeydin Tanrı −

Dualar milletimin dudaklarında donduğunda…
Nerdeydin Tanrı −

Selamet çığlıklarıyla gökyüzü sarsılırken…
Sessizdin Tanrı −
Biz çarmıha gerilmiş, dua ederken − Amin…

Aç ve susuz yüreğimde Sen’den başka iman ve aşk yoktu Tanrım;
Sana inandım, Sana yalvardım budalacasına,
Nerdeydin Tanrı −

O cânım memleketi bitirirlerken…
Nerdeydin Tanrı −

Biz umutsuz, dua ederken − Amin…

Bize kuvvet ver Tanrı −
Hayatın fırtınalı denizinde kaybolmamak için…
Bize yürek ver Tanrı −
Dudaklarımıza yapışıp kalan acıyı silmek için…

Bize ışık ver Tanrı −
Bu kasvetli karanlıkta bir yol bulmak için…
Bize umut ver Tanrı −
Kavrulmuş dudaklarımızla Seni yeniden aramak için − Amin…

İngilizceden çeviren: Emine Onaran İncirlioğlu

Vernissage’da satılan resimler arasında, en popüler tema Ağrı — Ararat. Ne çok ressamın Ararat’ı varmış!

Vernissage’da satılan Ağrı Dağı temalı resimler, Fotoğraf E.O.İncirlioğlu

Aralarında, Rusça Ivan Konstantinovich Aivazovsky adıyla bilinen Ermeni asıllı ressam Hovhannes Ayvazyan’ın resimlerinin kopyaları da var. Aivazovsky deniz resimleriyle ünlüymüş; her resminde mutlaka deniz, okyanus bulunurmuş. İnternet sağolsun, Vernissage dönüşü hızlı bir araştırmaya girişiyoruz gönüllü asistanım Aida ile, Aivazovsky’nin deniz resimlerine bakıyoruz. 1817’de Kırım’da doğduğu, 1900’de Rusya’da öldüğü için, “tamam artık”, diyorum, “en azından bu sefer soykırım çıkmayacak karşıma.” Ama yanılıyorum; unutuyorum, sonun başlangıcı 1915 öncesine dayanıyor. Deniz resimlerinden 1895’te yapılmış olan birinin adı, Hayeri Cartı Trapizonum (Trabzon’da Ermeni Kıyımı); bir diğerininki, Turkhakan Navere Marmara Tsovnen Tapum Hayerin (Türk Gemileri Ermenileri Marmara Denizi’ne Dökerken); bir diğerininki, Naveri Bernuma (Vapurlar Yükleniyor). Aivazovsky’nin Vernisagge’da gördüğüm Ararat’ının yanında da deniz var. 1889 tarihli resmin adı, Noyı İçnum e Araratis (Nuh Ararat’tan İniyor). Elbette Nuh’un gemisi ile soykırımın bir ilgisi yok; ama resimde Ağrı Dağı arka planda, doğudan göründüğü gibi, önde Nuh, yanında ve arkasında ailesi ile gemideki hayvanlar, Ermenistan’a doğru yürüyorlar.

Aivazovsky (Hovhannes Ayvazyan), ‘Nuh Ararat’tan İniyor’ (1889), Fotoğraf E.O.İncirlioğlu

Aynı dağa, farklı isimler verilebilir, değil mi, farklı dillerde? Hayır. Burada anladım ki Ararat, Ağrı Dağı değil. Ağrı’nın yöre halkı için nasıl, ne güçte anlamları var bilmiyorum ama ben herhangi bir dağın bu kadar sevilebileceğini, bu kadar evrenin merkezine yerleştirilebileceğini, bu kadar dokunaklı bir simge olarak algılanabileceğini, bir dağa bu kadar bağlanılabileceğini tahayyül edemezdim. Sanatın her türü — plastik sanatlar, gösteri sanatları, yazın, hep Ararat’tan besleniyor. Ermenice, küçük zirveye Sis, büyük zirveye Masis diyorlar. Çocuğundan, sevgilisinden söz eder gibi söz edenleri gördüm Sis’ten, Masis’ten. Şiraz mahlasıyla bilinen, 1915–1984 yılları arasında yaşamış olan Gümrülü şair Hovhannes Karapetyan’ın, hemen hemen her bir şiirinde Masis’ten, aşkla, bağlılıkla söz ettiğini anlattılar. Üstelik bulaşıcı bu sevgi. Artık açık, güneşli bir günde, sis yoksa, benim bile aklıma ilk gelen, 572 basamakla çıkılan Kafesçiyan Sanat Merkezi’nin bulunduğu Kaskad Külliyesi’nin tepesine tırmanıp, Ararat’ı görebilmek. O kadar yakında ki…

Ararat o kadar yakında ki… Fotoğraf E.O. İncirlioğlu

***

Erivan yabancılık çekilecek bir şehir değil. İnsanların beden dilinde, bakışında, duruşunda bir aşinalık var. Dil ve mantık benzerlikleriyle bazen beni şaşırtacak kadar sık karşılaşıyorum. İlk günden beri kendimi memleketimde, bildik yerlerde hissediyorum. Bu yakınlığa ve dostluk kurabilme kolaylığına karşın, uyanık olduğum her an Türkiyeli olmanın bilincindeyim. Belki Erivan bu yüzden ağır geliyor.

Gözlerim Ararat’ı arıyor, Fotoğraf Nil Delahaye.

[1] Bkz. “Did Gomidas ‘Go Mad’? Writing a Book on Vartabed’s Trauma,” 24 Temmuz 2013, The Armenian Weekly. (http://armenianweekly.com/2013/07/24/did-gomidas-go-mad-writing-a-book-on-vartabeds-trauma/, indirilme tarihi 21 Mart 2015).

Solfasol Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.

--

--