ODTÜ’de Grev

“Birleşe Birleşe Kazanacağız!”

Gazete Solfasol
Gazete Solfasol
Published in
4 min readFeb 10, 2016

--

Özge Özkan (ODTÜ Sosyoloji Bölümü)

Gerek öğrenci hareketleri, gerek taşeron işçilerin direnişleri ile sık sık adını andığımız Orta Doğu Teknik Üniversitesi, bu defa Tez Koop-İş’e bağlı kadrolu işçilerin grevine sahne oldu. Bu yazının yazıldığı sıralarda grev, işçilerin kazanımı ile sona ermişti. Biz burada grev sürecinde yaşananlardan, bu sürecin bileşenleri arasındaki ilişkilerden ve yakın gelecekteki mücadele dinamiklerinden bahsetmeye çalışacağız.

Öncelikle grev sürecini kısaca hatırlatmakta fayda var. ODTÜ’de Tez Koop-İş Sendikası ile rektörlüğü temsilen Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası’nın (Kamu-İş) Haziran ayından beri yürüttüğü toplusözleşme sürecinde uzlaşma çıkmaması üzerine, ilk olarak 26 Kasım’da uyarı grevi yapan ve talepleri kabul edilmediği takdirde kampüs genelinde genel greve çıkacaklarını belirten Tez Koop-İş üyesi 300 kadar işçi 4 Aralık günü greve çıktı. Tez Koop-İş Ankara 2 No’lu Şube üyesi işçiler, grev kararlarını Kamu-İş önünde gerçekleştirdikleri basın açıklamasıyla duyurdu. Tez Koop-İş Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Mustafa Barın tarafından okunan açıklamada, “150 gündür süren görüşmelerde işveren sendikasının anlaşmaya yanaşmaması sonucu bu kararın alındığı belirtilirken, yoksulluk sınırı 4 bin 530 TL iken 1530 TL net ücret alan ODTÜ emekçilerinin nasıl geçinebileceği” soruldu. İşçilerin 150 TL zam talep ettiğini belirten Barın, işveren sendikasının ise 15 TL zam teklif ettiğini, bu teklifin kabul edilebilir olmadığını, ODTÜ emekçilerinin sadaka istemediğini sözlerine ekledi. Basın açıklaması bütün ODTÜ bileşenlerine yapılan dayanışma çağrısı ile sona erdi. Basın açıklamasının ardından eylemlerini bir süre Kamu-İş önünde sürdüren işçiler daha sonra üniversiteye geçerek A4 kapısından rektörlüğe yürüyüş gerçekleştirdi ve rektörlük binası ve yemekhane gibi birçok noktaya ‘Bu iş yerinde grev var!’ pankartı astı. Bu süreçte yemekhane ve okulun diğer birimlerinden bazıları kapalı kaldı, ancak öğrencilerin mağdur olmaması adına yemekhane önünde sendika tarafından yemek dağıtımı yapıldı ve kütüphane açık tutuldu. Okulda yapılan yürüyüş sırasında “Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz”, “Açlıktan Ölmeyiz, Biz Bu Yoldan Dönemeyiz” ve “İş Ekmek Yoksa Barış da Yok” sloganları öne çıktı. Yürüyüşe; esnek ve güvencesiz çalışma koşulları nedeni ile sık sık seslerini duyurmaya çalışan taşeron işçiler başta olmak üzere, öğrenciler ve akademisyenler de yoğun destek verdi. Rektörlük önüne büyük bir grev çadırı kuruldu. Grevin 8. gününde Tez Koop-İş üyesi CHP genel merkez çalışanları grev alanını ziyaret etmek istedi ancak basın mensupları ve ziyaretçiler rektörlüğün talimatı ile A1 kapısından içeri alınmayınca rektörlük önündeki işçiler A1 kapısına yürüyerek rektörlüğü protesto etti. Bu sırada Eğitim Sen Ankara 5 No’lu Şube üyesi ODTÜ taşıt çalışanları da greve destek için iş bıraktı ve Eğitim Sen 5 No’lu Şube ile DİSK Genel-İş 2 No’lu Şube üyesi taşeron işçiler greve destek ziyaretinde bulundu. Grev süresince yapılan ve sonuçsuz kalan görüşmeler oldu fakat grevin on birinci gününde işçilerin mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Yıpranma payının aylık ücretlere yansıması sonucu işçiler brüt 75 ile 80 TL arasında kazanım elde etti. Ayrıca, iş primi ve sorumluluk başlıklı iki tazminat maddesi de sözleşmeye eklendi. Grev alanında açıklama yapan Tez Koop–İş Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Mustafa Barın, Kamu-İş ile yapılan bir sözleşmeye iki tazminat maddesinin birden eklenmesinin büyük bir kazanım olduğunu vurguladı ve bu sayede Kamu-İş’in ‘dediğim dedik’ tavrının kırıldığını belirtti.

Bu mücadelenin sonucu elbette ki bir kazanımdır ancak 1610 liralık ücret insanca bir yaşam için yeterli midir? Bu noktada asgari ücretin ne olduğunu ve nasıl belirlenmesi gerektiğini tartışmakta fayda var. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Faruk Çelik’in sözlerini hatırlayalım. Kendisi yaptığı bir konuşmada asgari ücretin bir geçim değil, bir sosyal koruma ücreti olduğunu söylemişti. Peki, çalışan nüfusunun yüzde 40'ının asgari ücret ile çalıştığı bir ülkede bu söylem ne kadar savunulabilir? Basit bir matematik hesabı ile gerçeği çok rahat görebiliriz. Dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırının 4530 lira olduğunu göz önünde bulundurursak ve ortalama olarak 2 kişinin çalışacağını düşünürsek insanca bir yaşam için asgari ücretin 2265 lira olması gerekir. Asgari ücret ile çalışan yüzde 40’lık kesimin yanı sıra, ODTÜ emekçileri gibi asgari ücretin üstünde ücret alan ancak yine de yoksulluk sınırının altında maaşla çalışan insanların olduğu bir ülkede, asgari ücretin bir koruma ücreti değil geçim ücreti, yani insanca yaşayacak bir ücret olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Peki, insanca bir yaşamı sağlayacak bir asgari ücret talebini elde etmek için ne yapmalı? Her şeyden önce ODTÜ örneğinde görebileceğimiz gibi, böyle lokal bir grev bile kısmi ve yetersiz olsa da bir kazanım ile bitebiliyorsa, işçi sınıfının bir sınıf olarak mücadelelerini birleştirdiği bir durumda çok daha büyük kazanımların elde edileceğini düşünmek hayalcilik değil. Hatta ODTÜ emekçilerinin aldığı ücretle, yoksulluk sınırı arasındaki fark gözetildiğinde bu mücadele ‘bir ihtiyaç değil zorunluluktur’ diyebiliriz. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki, bu mücadeleyi tetikleyen tek faktör ücretlerin düşüklüğü değil, çalışma koşulları ve güvencesizlik gibi başka etmenlerdir de. Taşeron işçilerin yıllardır ODTÜ’de süren mücadeleleri ve talepleri buna bir örnektir. İşten çıkarmaların yasaklanmasını talep eden, iş tanımlarının dışında çalıştırılmak istemediklerini ve iş güvencesi istediklerini mümkün olan her alanda dile getirmeye çabalayan taşeron işçilerin mücadeleleri bu örneğin doğruluğunu işaret etmektedir. Bir başka örnek olarak da, geçtiğimiz senelerde başta İTÜ ve ODTÜ olmak üzere çoğu üniversitede yaşanan asistan eylemlerini gösterebiliriz. Bu tablonun bir yansıması olarak, öğrenciler de dahil herkeste geleceğe dair endişe gün be gün yaygınlaşmakta. Genel tabloya baktığımızda görüyoruz ki, greve çıkan ODTÜ emekçisinin sorunları aslında hepimizin ortak sorunlarıdır.

Geleceğe dönük en iyimser tahlille bile, ücretlerin ve çalışma şartlarının kötüleşmeye devam edeceğini görebiliriz. Bu da yarının mücadeleyi daha zor ve zorunlu hale getireceğini gösteriyor. Grev sürecinde ODTÜ taşeron ve kadrolu işçilerinin hep birlikte attıkları “Birleşe Birleşe Kazanacağız” sloganı, önümüzdeki sürece nasıl göğüs gereceğimizin cevabını veriyor. Taşeron ve kadrolu işçilerin yanında öğrencilerin de bu mücadeleye katılması, mücadelelerin lokal düzeyde kalmaması elzemdir. ODTÜ bileşenlerinin benzer dertlerden muzdarip olması gibi, tüm çalışanların dertleri de bu güvencesizlikten kaynaklanmakta. Bu da “Birleşe Birleşe Kazanacağız” sloganının müşterekliğinin altını çiziyor. Gelecekteki yaşam ve çalışma koşullarımızı bugünkü mücadelemiz ve onu ne kadar ortaklaştırdığımız belirleyecek. ODTÜ grevindeki bu dayanışma ve öne çıkan bu slogan, geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor.

--

--