Siyaset ve Mücadele Üzerine

HDP Ankara 2. bölge milletvekili adayı Mustafa Sarısülük ile söyleşi

Gazete Solfasol
Gazete Solfasol
10 min readOct 30, 2015

--

Can Mengilibörü, Mehmet Onur Yılmaz, Nur Yılmazlar, Onur Mat

Solfasol: HDP’de siyasete başlaman nasıl oldu? Ne zamandan beri bu işin içindesin? Tuzluçayır’da bir eylem sırasında seni çağırıp ortamı yatıştırmanı istediklerini hatırlıyorum.

Mustafa Sarısülük: O gün Ethem’i defnettiğimiz gündü. Ethem’i köye götürüp toprakla buluşturduktan sonra annem ve bütün kardeşlerim köyde kaldılar, ben özellikle hukuksal süreci takip etmek açısından dönmek zorundaydım. O zaman eylemler devam ediyordu. Kırıkkale yakınlarında telefon geldi ve bir olayın başladığını söylediler. Şovenist birkaç provakatör, özellikle Kürt halkına ve yurtsever insanlara karşı bir takım kışkırtıcı oyunlar oynamışlar, insanlar linç girişimiyle karşı karşıya kalmış. Hızla Tuzluçayır’a gittik ve gördük ki durum bugün ülkede hakim olan linç, yağma, talan ve faşizan kültürün orada bir tezahürü. Ezelden beri devletin Kürt ve alevi halkına karşı diğer kitleleri kışkırtmasının Tuzluçayır’da görülen bir kısmıydı. Böyle bir provokasyon Gezi’nin ortaya çıkardığı değerleri yok edip, AKP iktidarı ve devletin eline büyük bir koz verirdi ve ciddi anlamda bir moral motivasyon bozukluğu yaratırdı. Acımızın en büyük olduğu gün utana sıkıla aradılar, bu duruma müdahale etmem gerektiğini söylediler. Bence iyi de oldu, faydamız dokundu. Yapmamız gereken bir şeydi.

Adaylık süreci nasıl gelişti anlatır mısın?

Adaylığım açıklandığında “HDP taktik bir manevra olarak Gezi sürecinden bir aday devşirdi” diye düşünenler oldu. Ben öteden beri HDK ve HDP süreçlerinin içerisinde olan bir insanım. Hayatım boyunca aynı anlayış içinde mücadele ettim. Şimdiki koşullar içinde bizim hayata karşı da bir sorumluluğumuz var. Listelerin açıklanmasından 1–2 gün önce böyle bir durum cereyan etti. Ben çok tepki alacağımı düşünüyordum ama gelen tepkilerin %99’u olumlu.

Bu toprakların ortak değerlerinin bir toplamıdır HDP

Gezi’nin meclisteki temsilcisi olacağını söylüyorsun.

Gezi ile başlayan ve gelişen süreçte toplumsal muhalefete bir bütün olarak baktığımızda, tüm ötekileştirilenler, bu sistemin, bu devletin baskısına maruz kalan bütün topluluklar ifadelerini HDP’de buldu. Bütün ezilenlerin ortak toplumsal, siyasal ve aynı zamanda dokusal sorunlarının çözümü olarak yeşerdi. Bu nedenle, ana omurgasını toplumsal hareket oluştursa da, bu toprakların ortak değerlerinin bir toplamıdır HDP. Bence gezi Türkiye tarihine bakıldığında bir kırılma noktasıdır. Şu ana kadar karşılaşmış olduğumuz en büyük halk isyanıdır. Kürt halkı da, batıda Alevi ve sol, sosyalist grupların da içinde bulunduğu gruplar da ortak bir amaçta ve toplumsal değerlerde buluştu. Aynı zamanda 90’larda Diyarbakır’dan tutun bütün Kürdistan’da kitlelerin polis ve devlet terörüne maruz kalmalarının empatisi işe yaradı ve aslında burada da ihtiyacımız vardı. Toplumlar tarihine baktığımızda böyle süreçler güzel şeylerin yeşermesine de vesile oluyor. Bu açıdan çok anlamlıydı ama devlet, özellikle AKP, bu gerçeği gördüğünden beri saldırıları yoğunlaştırdı. Amaçları insanların bir araya gelip hak aramasının, demokrasi ve emek mücadelesinin bir bütün olarak önünü kesip parçalı görüntüyü korumak, dinsel ve kategorik olarak parçalı duruma hükmetmeyi sürdürmekti.

Senin adaylığın bunun bir aşaması mıdır? HDP’nin stratejik hareketinden başka, aslında diğer taraftan baktığımızda bu organik olarak ilerleyen birleşmenin bir adımı ya da gelişmesi midir?

Böyle de değerlendirilebilir. Ama benim adaylığım özel olarak istediğim bir durum değildi. Ben lise yıllarından beri sosyalist mücadelenin içinde olan bir insanım. Aile olarak da böyleyiz. Adaletsizlik ve zulüme karşı tarafız. Hayata da bu şekilde bakıyoruz. Siyaseti de “bir insanın oturmasını, kalkmasını, düşünmesini, yaşama karşı geliştirebileceği refleksleri bile siyasetin kendisidir” diye görüyoruz. Bu toplumun temel sorunlarına kayıtsız kalamayız.

Ethem’i kaybettiğimiz günden bu yana olayların toplumsallaşması, toplumsal vicdan açısından önemliydi. Öteden beri bu topraklarda, işkencelerle binlerce insan katlediliyordu. Tecavüzler, faili meçhuller gibi devletin korkunç uygulamalarıyla karşı karşıya kalan halk da duyarsız ve tepkisizdi. Ama Gezi süreciyle bir öze dönüş yaşandı. İnsanların vicdani muhakemelerini kullanmaları gerektiği konusunda ön açıcı oldu. Bu süreçten sonra da bu ülkede insanların özgürce yaşayabilmeleri için hak arama mücadelesine devam etmemiz gerekiyordu. Biz evladımızı kaybetmenin verdiği acıyla susamazdık. Biliyoruz ki bir çok insan ve ailenin çocukları vahşice katledildi, artık toplumsal travma diyebileceğimiz Maraş olaylarını yaşadık, Çorum olaylarını yaşadık, sokak ortasında ve işkencelerle öldürülmüş insanları gördük. Bunlara karşı sessiz kalamazdık. Bir arada, ortak noktalarda omuz omuza mücadele etmenin gerekliliği ile yn yana geldik. Bizim için hayatın anlamı da burada. HDK sürecinde ortaya çıkan değerleri, bu ülkenin temel problemlerine çözüm bulma anlamında geliştirmiş olduğu perspektifleri zaten taşıyan ve sahiplenen bir insandım. Bu adaylık sürecinde de partiden arkadaşlar böyle bir teklifte bulundular, ben de bunu bir sorumluluk olarak görerek adaylığı kabul ettim. Bizim için yol esastır. Bu yolun sahiplenicisi ve takipçisiyiz. Sonuna kadar götüreceğiz.

HDK’nin oluşumundaki felsefe, Gezi direnişinde ortaya çıkan değerlerin bir manzumesidir aslında

Çok kalıp bir itiraz var. HDP ve Gezi ilişkilendirilmesi yapıldığında hep şu söylenir: “Kürtler Gezi’de yoktular, nasıl sahipleniyorlar?”. Ne düşünüyorsun bununla ilgili? Ya da bu itirazın kaynağı ne?

Geçerli bir durum değil. Bilinçli olarak yapılan, Gezi sürecinde sokağa çıkan çeşitli kategori, grup ve yapılardaki milyonlarca insanı doğalında göremeyen insanlar arasından çıkan, maksatlı bir eleştiri. Gezi, tek adam diktatörlüğüne ve insanların kendi yaşam alanlarındaki baskıya karşı bir başkaldırıydı. Kürt halkı öteden beri bu mücadelenin en dinamik unsuruydu.

Belki coğrafi anlamda uzak olması burada, Batı’da ve kentlerde yaşayan insanlara yabancı kalması, devletin de ideolojik anlamda yalan yanlış bilgilerle bütün olarak Kürt halkını terörist olarak gösterip böyle bir algı oluşturması bunu yarattı. Bazı grup ve dar çevreler tarafında çarpıtılmaya çalışılsa da, HDK’nin oluşumundaki felsefe, Gezi direnişinde ortaya çıkan değerlerin bir manzumesidir aslında. Gezi’de ortaya çıkan değerler, HDP’nin siyasi programında sembolize edilen değerlerdir. O dönem Kürt halkının sokağa çıkmamasından dem vuran insanlara hatırlatmak lazım, Batı ilk defa böyle büyük bir şiddet gördü ama oradaki halk her gün en vahşi uygulamalara maruz kalırken burada en ufak bir ses çıkmadı ve hala çıkmıyor. Mesela Cizre ablukasında küçücük çocuklar katledilirken ve bu hala sürerken, kutsal cenaze törenlerine bile izin verilmedi. Ama buradan görebiliyoruz ki, itirazda bulunan grup ya da insanlar maalesef bir refleks geliştirip bu haksızlığa itiraz etmediler. Bunlar aslında gelişen mücadeleye ket vurmak demektir.

HDP’nin tüm ezilenler için geliştirdiği siyasi irade son derece samimi ve dürüsttür. Biz bugün hala Haziran isyanını konuşabiliyorsak, bu ruhu canlı tutan “seni başkan yaptırmayacağız” diyen HDP’dir.

“Seni başkan yaptırmayacağız” bir kırılma noktası ve seçimde de karşılığını buldu. 7 Haziran’dan sonra daha da milliyetçileşen ve saldırganlaşan AKP söylemine karşı HDP’nin tavrı ne olacak?

Belli ki AKP ve başında da şizofrenik bir vaka haline gelen Tayyip Erdoğan, 2011 seçiminden sonra devlet mekanizmasını ele geçirip, sürekli bir iktidar kurmak için her türlü politikayı uygulamak istiyorlardı. HDP’nin buna karşı başarısı onurlu bir siyaset yürütmesinin sonucudur. Tüm bileşenleri, siyasi anlamda farklıklar olsa da, geçmişten bugüne onurlu siyaset yapmaya çalışmışlardır.

Mayıs ayında konuşuyor olsaydık, şimdi konuşuyor olduğumuzdan farklı ne söylerdiniz, HDP de sen de ?

7 Haziran öncesindeki iddiam şuydu; bizler kesinlikle barajı aşacağız ve gelişmeler bunu gösteriyordu. Sarayın tutumu da ortadayken, bu durumda insanlar ortak refleks gösterebildiler. Çok vahşi uygulamalar ve saldırılara maruz kaldık. Bombalama eylemleri yapıldı ve yakılmaya çalışıldık. Barajı geçip onu başkan yaptırmadık evet, ancak durum dinmedi. Seçimden sonra da büyük saldırılar, faşizan yaklaşımlarla karşılaşıldı. Şimdi 1 Kasım’dan sonra şu söyleyebiliriz: Artık biz alternatif iktidar olmaya ilerliyoruz. 7 Haziran öncesinde hedefimiz AKP’yi durdurmaktı. 1 Kasım’da da onların Neo-Osmanlıcı diye tabir ettikleri ideolojik formlarına HDP olarak Osmanlı tokadıyla cevap vermeyi hedefliyoruz [gülüyor]. HDP’nin barış söylemine karşı AKP’nin savaş ile gelmesiyle, insanların HDP’yi daha çok benimseyeceğine inanıyoruz. Bu saatten sonraki derdimiz ise, iktidarlarını tamamen bitirmek.

HDP’nin gerektiğinde öz eleştiri yapabilen, yanlışı varsa açıkça ortaya koyabilen bir yapısı var. Ne tür eksiklikler görüyorsun ve neler yapılması lazım?

Bunlar politikadaki değerler değil, örgütsel değerler. Mesela bir Romen adayımız maalesef yok. Romen vatandaşlarımıza gerektiği kadar önem veremedik. Yoğun bir süreçten geçiyoruz, listelerimiz hazırlanırken Cizre ablukası vardı. Bir de örgütlülüklerimizi bizim HDK’nın ortaya koymuş olduğu çerçevede harekete geçiremedik ama bu da bizden değil bu saldırılardan kaynaklı. Bu tarz olağanüstü süreçlerde refleks geliştirmekte yetersiz kalabiliyoruz. Başka eksik noktalarımız da var ama zamanla çözeceğiz. Tamamen aşağıdan örgütlenmesi gerekiyor. 1 Kasım’dan sonra kurumsallaşma yolunda işler yapacağız. Şunu da söylemekte fayda var; çok belirsiz bir süreç yaşıyoruz. Seçim çalışmalarına yeni başladık. İnsanların tavırlarından ben 8 Haziran’daki psikolojiyi değil daha çok kaygı ve endişe görüyorum. AKP bu endişe ortamını bilinçli olarak yarattı. Buna rağmen 6 milyondan fazla insan HDP’ye omuz verdi ve vermeye devam ediyor.

Demokrat muhafazakar bir kimlikten dönüşüp şimdi muhafazakar ve milliyetçi tavır sergilemesindeki hedeflediği şey, güçlü bir MHP yerine güçsüz bir MHP ile 1 Kasım’dan sonra koalisyon kurmak.

Senin CHP’den aday olacağını düşünen insanlar da vardı. İki tarafı da bilen, ilişkisi olan bir pozisyona koyuyorlar seni. Bu gerçek mi? Seçim sonrası süreçte olası bir mecliste barış yanlısı bir dayanışma oluşturulabilir mi?

AKP’nin 7 Haziran’dan sonra aslında AKP tek başına iktidar olamayacağını gördü. 7 Haziran öncesinde %9 oy kaybetti. Bugün gelinen siyasal sürece baktığımızda çok daha büyük bir oy kaybıyla karşılaşacak. AKP bunu iyi biliyor ancak iktidar olma arayışları içindeler. Demokrat muhafazakar bir kimlikten dönüşüp şimdi muhafazakar ve milliyetçi tavır sergilemesindeki hedeflediği şey, güçlü bir MHP yerine güçsüz bir MHP ile 1 Kasım’dan sonra koalisyon kurmak. Bununla beraber Kürt halkına karşı, görüntüde de İŞİD çetelerine karşı, bir katliama giriştiler. Buradaki temel niyet, milliyetçi damarı kendi saflarına çekerek, iktidarın bekasını sağlamak ve ne şart altında olursa olsun iktidarın devamlılığını sağlamak. 1 Kasım’dan sonra böyle bir tablo cereyan ederse, mecliste biz barış topluluğunun oluşturulması konusunda bir arada olmaktan onur duyarız.

Kılıçdaroğlu’nun barış söylemleri arasında, HDP’nin baraj altına itilmesiyle ilgili itiraz ve kaygılarını dile getirdiğini görüyoruz. Bunları nasıl değerlendiriyorsun?

Bu aslında CHP ve Kılıçdaroğlu’nun ortak söylemi. Bu politikaların ortak sonucu olarak görüp AKP’nin ayak oyunlarıyla bunu engelleyebileceğini düşünüyor. CHP’den kimi insanlar solda ve sosyal demokrat olduğunu söylüyor. Halbuki İzmir milletvekili Rıza Türmen, ki AİHM yargıçlığı yapmış birisi, kendi parti politikalarına karşı itirazda bulundu ve yerindeydi. “Sosyal demokrat anlayışı benimseyeceksek o zaman bu şoven anlayıştan vazgeçmemiz lazım” demişti. CHP’nin bu anlamda pasif bir anlayış izlemesi, bu süreçte ortak olduğunun bir göstergesidir. Tezkereye evet demesi de bunun bir göstergesidir aslında. Bu anlamıyla da biz CHP’yi değiştireceğiz, olumlu anlamda yani [gülüyor]. Seçimlere girme sürecinde CHP’yi değiştirdik. Ön seçim uygulaması yaparak tabanın iradesini yanlarına aldılar ve mutluluk kaynağı oldu. Tek endişem bu pasif siyaset anlayışının bu süreci geriletmesi. Umut ediyorum ki geriletmez. CHP şu anki durumuyla sosyal demokrat bir parti değil ama uzak da değil. Kendi iç açmazlarını çözerse inanıyorum ki sosyal demokrat bir anlayışa bürünebilir. Biz ilk başta parti olarak seçime girme kararı aldığımızda, “zaten barajı aşamayacaklar, aslında bunların dertleri müzakere sürecinde başkanlığa destek olmak” dediler. CHP tabanında böyle bir algı yönetimi içine girildi. Ama burada kimin samimi olduğu ortaya çıktı. HDP ülkenin temel açmazlarını çözmek için çıkmış bir parti.

HDP neden ön seçim yapmadı?

Aslında örgütsel olarak imkanımız vardı ama 7 Haziran öncesi her şey çok hızlı gelişti. Sol-sosyalist demokratik güçlerin ittifakının örgütlenmesi zaman alıyordu ve bir an önce seçim çalışmasının yapılması gerekiyordu. 7 Haziran’dan sonra da, bu savaş atmosferinde böyle bir şey yapma şansımız olmadı. Koşullar izin vermedi.

Oy hesabına girdin mi? Ankara’da durum pek parlak değildi geçen seçimde.

Ankara’da bir oy patlaması yaşayacağımızı, bunun da 7 Haziran’dan sonraki süreçten kaynaklı olacağını düşünüyoruz. Bunun matematiksel sonucuna çok hakim değilim. Bizim hedefimiz 2 bölgeden de 2’şer milletvekili çıkarmak. Çok olağanüstü şeyler olmazsa bunu başaracağımıza inanıyorum.

Nasıl bir seçim kampanyası düşünüyorsunuz?

Partimizin de almış olduğu karar çerçevesinde, HDP gönüllüleri ve aktivistleriyle kapı kapı dolaşacağız kendimizi ve fikirlerimizi anlatıp oy isteyeceğiz. Bizim diğer partiler gibi trilyonlarımız da yok zaten kampanya için.

Ethem’in davası ile ilgili, ilk günden itibaren nasıl bir süreç yaşıyorsunuz? Bu süreçte neyi amaçlıyorsunuz ve geldiğiniz noktada bundan sonrasını nasıl görüyorsunuz?

Bizim başından beri bu polisin ceza almayacağı konusunda bir şüphemiz yoktu. Bu devletin gerek güvenlik güçleri gerek polisin işlemiş olduğu suçları koruyup kollayan, hatta onurlandıran politikalarını biliyorduk. Toplumsal ve hukuksal mücadelemiz, bu devlet ve AKP rejiminin hukuk ve adalet anlayışını teşhir etme üzerine idi. Cumartesi günü Ethem vurulduğunda, pazartesi günü ilk işimiz hemen suç duyurusunda bulunmak oldu. Oraya gittiğimizde tablo çok açıktı. Birçok toplumsal davaya girip şahit olmuşumdur, bu ülkede hukukun nasıl işlediği ve adaletin nasıl olduğunu bilen bir insandım. Beş tane Cumhuriyet Başsavcısı, vekilleri, “biz bu durumdan nasıl kurtuluruz, bu polisi nasıl aklarız” diye oturmuşlar tartışıyorlar. Odaya girdiğimizde böyle bir tabloyla karşılaştık. Soruşturma sürecinde, ki henüz Ethem’i kaybetmemiştik, gizlilik kararı alınması ve benzeri uygulamalarla insanlık değerleri ve evrensel hukuk kuralları sürekli çiğnendi.

Temel kanıtları da siz buldunuz.

Evet. Olay yeri incelemesini zorla biz yaptırdık. Hatta savcının güvenliğini biz aldırdık. Oradaki ızgaraları söküp, mazgalların içinde kurşunun kovanlarını aradık kendi ellerimizle. Basına yansımayan olay yeri görüntülerini bulduk. Ali İsmail’in davasında da önce silindi daha sonra çok zorlu bir sürecin ardından kurtarılabildi. Gerçekten orada terörle mücadele ekipleriyle birlikte diğer ekiplerin Ali İsmail’i nasıl vahşice döverek katlettiklerini gördük. Hemen her dönem delilleri karartma yaptıklarından ve biz de bunu bildiğimizden böyle bir yol izledik. Kendi delillerimizi kendimiz bulduk.

Savcıyla ilk görüşmemde, bu devletin adalet ve hukuk anlayışına inanmadığımızı söyledim. Sizden herhangi bir isteğimiz ve beklentimiz yok, sadece hukuk kurallarını işletin dedik. Daha sonraki süreçlerde ne kadar rezil bir hukuk ve adalet sisteminin olduğu ortaya çıktı. Ethem’in davasında bizim bile öngöremediğimiz birçok ilke şahit olduk. En son aklımda kalan 6. Ceza mahkemesi kararını verdiğinde dava Yargıtay’a gitti. Normalde cevap gelmesi yıllar sürüyor ama bir haftada, hem de lehimize bir kararla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı “bu meşru müdafaa değil kasten adam öldürmektir” dedi. Bu görüşten sonra dava Yargıtay tarafından usul yönünden bozuldu. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi; hem bizim hem de Ahmet Şahbaz’ın avukatları tarafından tanıklar dinletilmemişti. Buna, iki tarafa da sorularak karar alınmıştı çünkü zaten olayın nasıl meydana geldiğiyle ilgili görüntüler vardı. Davayı uzatmak hedefleniyordu. 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldiğinde hemen bir ay geçmeden adli tatil başladı. Asıl memurlar görevlerinde olmuyor ve onların yerine nöbetçiler atanıyor. Önce Emniyet Müdürü sonra da Vali, hiç görev ve sorumluluğu olmayanlar, mahkemenin başka yere taşınması için Adalet Bakanlığı’na yazı gönderiyorlar. Bakanlık Yargıtay’a gönderiyor, Yargıtay Ağır Ceza Mahkemesi de davanın Aksaray’a taşınmasına karar veriyor. Bunlar çok hızlı bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bu durum kamuoyuna yansır yansımaz bir gün sonra polisi tahliye ediyorlar. Polisin tahliye edilmesinin hiçbir hukuki yanı yok. Görevi olmayan bir mahkeme tarafından serbest bırakılıyor. Bizler bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleyeceğiz bilmiyoruz. Polis ve devlet terörüne maruz kalanların hakları için de sonuna kadar gideceğiz.

Senin mecliste olman bunu güçlendirecek mi? Hem Ethem hem Ali İsmail, hem diğer kayıpların haklarını aramak için böyle bir misyon görüyor musun kendinde?

Tabi. Bu benim en doğal görev ve sorumluluğum. Özellikle Ferhat Encü ile birlikte. Acılar bizleri bir araya getirdi. Güçlü bir birlikteliğimiz var. Yıllardır bir aileymişiz gibi hareket ediyoruz, politik mücadele veriyoruz. Buna hepsi dahil. Bu hukuk mücadelesinde sonuna kadar gidip etkili olacağız, hiç kaygımız yok. Bu sistemin ne kadar gayrı meşru ve aşağılık olduğunu göstereceğiz. Karşımızda güçlü bir iktidar var ama bunu takip edeceğiz.

Annenizi de hemen her eylemde ön saflarda görüyoruz.

Evet. Acılar insanı daha da pekiştirip sarsılmaz bir iradeyle hayata tutunmasına neden oluyor. Aslında annem bir anlamda diğer ailelere terapi de uyguluyor. Destek olmak için, ailece Kobane’ye, Cizre’ye, Medeni Yıldırım’ın cenazesine, hepsine gittik. Evladını kaybeden bir aile gibi değil. Bu süreçte nasıl hareket etmesi gerektiği noktasında diğer ailelerle annemin sıkı bir ilişkisi var. İstediğimiz bu coğrafyada artık çocukların öldürülmemesi. Annem de bunun bir parçası. Bazen bize “beni her yere neden götürmüyorsunuz” diye kızıyor [gülüyor]. Kendisi evladını kaybetmiş olsa da binlerce evlat kazandığını biliyor. Ayrıca bazen ailelerde “boşu boşuna öldü” travması yaşanabiliyor. Bizde hiç öyle bir şey olmadı.

Bu mücadele başımıza ne geleceğini çok öngöremiyoruz ama esas olan ezilenlerin bu erdemli mücadelesinde taraf olmaktır.

Filmdeki bir röportajda “yine gönderirim” diye bir cümle kuruyor.

Evet. Bu mücadele başımıza ne geleceğini çok öngöremiyoruz ama esas olan ezilenlerin bu erdemli mücadelesinde taraf olmaktır.

--

--