Gelecekten Şeyler ! Bölüm 4 : İnsanlığın Tükenişi

Mertcan Kapuağası
Gelecekten Şeyler
Published in
4 min readJul 25, 2020
https://www.forbes.com/sites/sarwantsingh/2017/11/20/transhumanism-and-the-future-of-humanity-seven-ways-the-world-will-change-by-2030/#1ae738717d79

Yapay zekâlar, arttırılmış gerçeklikler, simülasyonlar, hologramlar… Teknoloji gerçekten de insanlık için aradığımız şey mi? Tüm bu teknolojiler hayatımıza sandığımız kazanımlarla girmeyebilir. Hep faydalarını konuştuğumuz bu teknolojilerin hayatımıza etkilerine bir de “insanlık” olgusuyla yaklaşalım. Tüm bu teknolojinin bizlere zararları neler olabilir?

Teknolojinin etiği konusu geçtiğimiz yıllarda teknoloji ve gelecek üzerine düşünen birçok insanın ana tartışma noktasıydı. Tüm bu tartışmalar sürerken teknoloji üssel gelişimine devam etti. Artık günümüzde tartışılan konular işin etik boyutundan çok, daha radikal sınırlandırmalarla ilgili. Teknolojinin gelişimini ve hayatımızı şekillendirmesini tamamen serbest bırakmalı mıyız, yoksa sınırlandırmalı mıyız? Belki bu sorulara net bir cevap veremeyeceğiz. Fakat insanlık adına doğru yolu bulurken iki farklı bakış açısının da görüşlerini değerlendirmekte oldukça fayda var.

Bundan önceki yazılarımda hep teknolojinin hayatımıza getireceği iyileştirmeleri ve kolaylıkları anlattım. Ancak azımsanamayacak kadar büyük bir topluluk bu yeniliklerin ve kolaylıkların sandığımız gibi kolayca tüm topluma nüfus edemeyeceğini düşünüyor. Sadece zengin insanların ulaşabildiği ve kullanabildiği insan ömrünü arttıran bir teknoloji gerçekten insanlık için sandığımız faydaları getirecek mi? Yoksa tam tersine zengin insanların uzun bir ömür yaşamasına, bu hizmeti veren şirketlerin gittikçe daha çok zenginleşmesine ve toplumun yoksul kesiminin adeta kölelik benzeri bir sistemin kurbanı olmasına mı sebep olacak? Aslında insanlığın açgözlülüğünü ve kapitalist sistemin acımasızlığını düşündüğümüzde teknolojinin ilerleyişini kurallara bağlamak ve sınırlandırmak isteyenlere hak vermemek mümkün değil.

Kapitalist sisteme ve insanların açgözlülüğünü değerlendirmenin dışında bırakmamamız gerektiğini düşünen birçok düşünür ve araştırmacı, teknolojinin özellikle insan haklarına ve etik değerlerimize dokunabilecek noktalarının belirli bir kurallar bütünü olmadan ilerleyişine karşı çıkıyorlar. Hatta hemen bir araya gelip bu kuralları ve sınırları belirlememiz gerektiğini düşünüyorlar.

İnsanların temel sosyal haklarını ve eşitliğini korumak için bu düşünürlere hak vermemek mümkün değil. Teknolojinin getirdiği insan hayatını ve yaşamını kolaylaştıran yeniliklerin toplumun tamamına nüfus edebileceği bir yöntem ve yol bulmamız şart. Yapay zekâ, mikro organizmalar vb. büyük gelişmeler sistemin olağan gidişatına bırakılamayacak kadar değerli ama insanlığın eşitliğini kökten yıkabilecek kadar da tehlikeli gelişmeler. Günümüzün en basit teknolojilerinden internetin bile hala dünyada yüzde 57 ‘lik bir kesime ulaşmamış olduğunu düşünürsek, bu riskleri acilen değerlendirmemiz gerektiği oldukça aşikâr. Ancak bunun yanında bir de teknolojideki gelişmenin kendi kendine getirdiği tehlikeler ve korkular var.

Teknolojinin gittikçe hızlanan gelişim ivmesine baktığımızda aslında asıl korkumuzun eskisi gibi makineler tarafından ele geçirilme korkusu olmadığını söyleyebiliriz. Bundan çok daha büyük bir korkumuz var; bizi insan yapan insanlık olgusunun yok oluşu. Sanal dünyalar, simülasyonlar ve yapay zekâların insanlığa verebileceği en büyük zarar belki de bizlere insan olmayı unutturabilecek olması. Yavaş yavaş hayatımızda kişisel asistanımız olarak rol alacak yapay zekâlar, aynı şekilde yavaş yavaş sosyalleşme ve insanlarla iletişimde kalma ihtiyacımızı azaltabilir. Sosyalleşerek eksikliğini tamamlayabildiğimiz her şeyi insan olmayan kişisel asistanımızla halledebilir hale gelirsek, insanlığımızı ne kadar devam ettirebiliriz? Simülasyon ve sanal dünyalar ise gerçeklikle bağımızın yavaş yavaş kopmasına, sanal deneyimlerde bize sağlanan sınırsız özgürlük ve yapabilme duygusunun gerçek hayattaki mücadelemize ve arayışımıza olumsuz etkiler bırakmasına sebep olabilir. Sanal dünyaların ve arttırılmış gerçekliğin yavaş yavaş gerçek hayat deneyimine bire bir hizmetler ve servisler sağlayacağını düşünürsek, bu servislerin ve hizmetlerin kalitesinin giderek artması gerçekle hayal arasındaki farkı ayırt edemememize sebep olabilir. Zamanla gerçek hayat bizler için o kadar sıkıcı bir hal alabilir ki, yaşamımızın tümünü simülasyonlarda geçirmeyi yeğleyebiliriz. Barcelona ‘yı sadece internete bağlanarak sanal gerçeklik gözlüğünüzle gezebilirken, Barcelona’ya gerçekten gitmek size sıkıcı gelmeye başlayabilir. Çünkü belki de bize sanal gerçeklik ile gösterilen gerçeklik sadece görmek istediklerimize odaklanıyor olacak. Örneğin Hindistan’ı gezerken gece kondular ve çevre kirliliğini size hiç göstermeyecek bir sanal gerçekliğin içinde olacaksınız. İstanbul’u ziyaret edip hiç trafiğe yakalanmadan her yeri gezebildiğinizi düşünün. Tüm bunlar yavaş yavaş insan olmanın bize yüklediği manevi, ahlaki ve etik duyguların zamanla zayıflamasına ve en sonunda kopmasına yol açabilir. Hiç görmediğimiz, hiç karşılaşmadığımız, hiç duymadığımız dertler, sorunlar ve zorluklar bizim dünyamızda gerçeklikteki yerini kaybedebilir. Kısacası insan olmayı unutabiliriz. Teknolojinin ilerleyişi ile bizi insan yapan duygulara birer birer veda etmek, evrendeki sürdürülebilirliğimiz için çokta iyi olmayacaktır. İnsan olmayı unutan insanlık, elbet bir gün tarihten silinmek zorunda kalacaktır.

Bu bakış açısı aslında üstü örtülemeyecek kadar önemli tehlikeleri bizlerin gözlerine sokmaya ve insanlığın çokta geç kalmadan bu noktalara önlem almasını sağlamaya çalışmakta. Teknolojinin gelişimini sınırlandırmak, geleceğimizi şekillendirmek adına saçma olsa da, teknolojinin kullanımı, yayılımı ile ilgili standartlar getirmek, ahlaki ve etik kurallarını belirlemek, erişebilirlik ve duyusal dünyamız üzerindeki sınırlarını belirlemek belki de geleceğimizi daha da mükemmelleştirmemizi sağlayacak.

Aslında tüm bu noktalarda ben kendime Gerd Leonhard ‘ın “teknoloji aradığımız şey değil, nasıl aradığımızdır.” fikrini referans alıyorum. Teknoloji bizim için bir amaç değil, bir amaca ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Dolayısıyla insanlık olarak biz hayatımızı teknolojik gelişmelere göre şekillendirmemeli, teknolojik gelişmeleri istediğimiz hedeflere ulaşmak için en verimli şekilde kullanmalıyız. Belirlememiz gereken sınırlarda tam olarak bunun suiistimalini engellemeye yönelik sınırlar olmalı. Bu sınırları belirlerken paranoyaklıktan uzaklaşarak gerçekçi bir yaklaşım sergilemeliyiz.

--

--