Mağara Metaforu

Sultan
gencoo.xyz
Published in
4 min readApr 1, 2019

--

Felsefe.

Tüm bilimlerin doğuşunun kaynağı, sonsuz düşünce evreni, yegane yol göstericimiz…

Kelime olarak “bilmeyi, bilgiyi sevmek” anlamına gelen bu ilkeler bütünüyle ilgilenen filozofların, “bilgi” konusunda birçok görüşü olduğunu görüyoruz. Bunca bilgi görüşünün arasında “Eflatun” olarak da bilinen Platon’un kendinden sonraki birçok düşünüre yol göstermiş, onlara ilham kaynağı olmuş “mağara benzetmesi” hakkında konuşacağız.

Önce biraz Platon’u tanıyalım. İÖ. 427 yılında doğan ve sonraki nesillerin görüşlerini derinden etkileyen Antik Yunan asıllı bu filozof Sokrates’in öğrencisidir. Çoğunlukla diyaloglar halinde yazmayı tercih ettiği kitaplarında düşüncelerini Sokrates’in ağzından ifade ettiğini sıklıkla görürüz. Alfred Whitehead “Bütün batı felsefesi tarihi Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibarettir.” sözüyle bize, Platon’un felsefe tarihi için yerini ve önemini göstermeye çalışır.

Birçok konu hakkında düşünce bildiren bu filozof “devlet” kuramını da ilk ele alan filozoflardan biridir. Devletin toplumsal mutluluğu sağlayabilmek için üç görevi olduğunu düşünür: Eğitim, savunma ve yönetim. Devlet kitabının yedinci kısmında anlattığı mağara alegorisi ise bize “bilgiyi ve bilginin önemini” gösterme açısından çok kuvvetlidir. Eğitim ideası üzerine bize bildirdiği bu metafora bakalım.

Bir çeşit yer altı mağarası hayal ediyoruz. Bu mağaranın içerisinde doğduğu andan itibaren oraya hapsedilmiş, hareket yetisi zincirlerle kısıtlanmış insanlar var. Boyunlarından ve ayaklarından zincirli bu insanlar ne boyunlarını hareket ettirip etrafı görebiliyor, ne de kalkıp oradan uzaklaşabiliyor. İnsanların sırtının olduğu tarafı tamamen açık olan bu mağaraya, arkadaki bir tepede yanan ateşin ışığı vuruyor. Bu ateşle mağaradaki insanlar arasından bir yol geçiyor, yol kenarı boyunca alçak bir duvar örülmüş. Bu duvarın arkasından geçen insanlar ellerinde her türlü maddeden değişik figürler taşıyorlar. Duvarın üzerinden yalnızca bu figürler gözüküyor, geçen insanlardan bazıları konuşuyor, bazıları ise konuşmuyor. Kısaca bir nevi, kukla gösterisi hayal ediyoruz.

Böyle bir durumda mağaradaki insanlar, kendilerini ve yanındakileri, ateş aracılığıyla mağara duvarına vuran gölgelerle tanıyorlar, çünkü başka bir şey görmemişler. Duvarın üzerinden gelip geçen eşyaları da aynı şekilde tanıyorlar. Aralarında konuşabiliyor olsalar tek gördükleri gölgeler olduğu için, gölgeleri gerçek sanıp ona göre konuşacaklar. Mağaranın dibi de yankı yapıyor olsaydı, duvarın arkasından geçenlerin sesinin önlerinden geçen nesneden geldiğine inanacaklar.

Mağarada hapis insanlardan birini zincirlerinden ve bilgisizliğinden kurtardığımızda, onu zorla ayağa kaldırıp, hareket ettirip ona mağaranın dışını gösterdiğimizde bu ona acı verecek. Mağaranın iç kısmında gölgelerini gördüğü figürleri, gözleri kamaştığı için seçemeyecek. Ona gerçeğe daha yakın olduğunu, gerçeğe dönük olduğunu söyleyip figürlerle buluşturduğumuz zaman, mağarada gördüğü gölgeler, direkt gördüğü figürün kendisinden daha gerçek gelecek. Onu ışığa bakmaya, dik yamaçlardan yürümeye zorlayıp güneşe götürürsek canı yanacak. Ona yaptıklarımız yüzünden yakınacak, hakikatten kaçmak isteyecek, gözleri tamamen kamaştığı için bizim gerçek dediğimiz şeylerin hiçbirini algılayamayacak duruma gelecek.

Ama gözleri ışığa, bedeni dünyaya alıştıktan sonra; göğü izlediğinde, suyu hissettiğinde, mevsimleri ve yılları yapanın, görülen dünyada her şeyi yönetenin güneş olduğunu anladığında kendisi için sevinç duyacak, mağaradaki arkadaşlarına acımaya başlayacak. Mağaradayken nesneleri en iyi tanıyanlara, figürlerin sırasını ezberleyenlere duyduğu imrenmeden kurtulacak, onları bir daha kıskanmayacak.

Mağaraya tekrar indiğini varsayalım. Işıktan, karanlığa geçtiği için gözleri körleşecek, gölgeleri seçemeyecek. Mağaradakiler ona gülecek, yukarı boşuna çıkmış, gözlerini bozup dönmüş diyecekler. Hatta mağaradakilere gerçeği anlatmaya kalkışsa, mağarada kalanlar ellerinden gelirse onu öldürecekler.

Platon şu şekilde devam eder, “Eğitim hiç de bazılarının ileri sürdüğü şey değildir. Çünkü onlar bilgisiz bir ruha bilgi sokmak isterler, tıpkı kör gözlere görüş vermeye çalışmak gibi.”, “Herkeste öğrenme gücü ve bu işe yarayan araç vardır. Nasıl karanlıktan ışığa dönmek isteyince göz ancak bütün vücutla dönebilirse, onun gibi, bu araç da oluş dünyasından varlık dünyasına bütün ruhla birlikte dönmeli, öyle ki sonunda öze ve varlığın en ışıklı yanına bakmaya dayanabilir hale gelmeli. Bu öze de iyi diyoruz, değil mi?”

Üzerine düşündüğümüz zaman bu mağara metaforunun hayatımızın birçok alanında yaşadığımız deneyimlerle örtüştüğünü görüyoruz. Geçmişten örnek vermek gerekirse, Galileo Galilei dünyanın döndüğü bilgisine ulaştığında, döneminin otoriteleri onu bu iddiasından vazgeçirmeye çalıştılar. Bilmedikleri onlara söylediğinde inanmadılar, gerçeğin bilgisini reddettiler. Mağaradaki gölgelere inanmaya devam ettiler.

Zincirleri kırıp gerçekleri aramak istediğimizde canımız yanabilir, bize öğretilegelmiş alıştığımız kalıplardan kurtulmak zor olabilir. Ama gerçeğe ulaştığımızda hepsine değdiğini görürüz. Gerçeği bizim gördüğümüz gibi görmeyenler, mağara metaforunda olduğu gibi bizi toplumdan dışlamak isteyenler olabilir. Tarihte de hep böyle olmuştur. Önemli olan araştırmaya, tabularından kurtulmaya karar vermiş benliğimizin bilgiyi kucaklamasıdır. Değişime, yeniliğe sırtını dönmemesidir. Her zaman yeni şeyler olacak, bilginin sınırı asla bitmeyecek. Gözlerimiz kamaşsa da, canımız yansa da gölgeler diyarını terk ettikten sonra hakikate ulaştığımızda, edindiğimiz bilgi bizi ürkütse bile bilmenin verdiği tatmin tüm yaşadıklarımıza değecek.

Herkese, gerçeği aramaya yetecek kadar cesaret diliyorum. Umarım, ışığa ulaşabilirsiniz. Hoşça kalın.

Sultan Geze

--

--