YEDİ İKLİMİN PADİŞAHINI BİR CARİYEYE KÖLE EDEN AŞK
Osmanlı İmparatorluğu’nun incisi olan Topkapı Sarayı nice aşklara, ihanetlere ve infazlara ev sahipliği etmiştir. Ne var ki; bunlardan bir tanesi günümüze dek tılsımını korumuş ve ağzımızı açık bırakacak bir hikaye haline gelmiştir.
Muhteşem Süleyman. Osmanlı’nın onuncu padişahı ve seksen dokuzuncu İslam halifesi olmasının yanı sıra dillere destan bir aşkın da kölesiydi.
Ve Ortodoks bir papazın kızıyken, hareme getirilmiş Rus köle, cariye, biçare Alexandra. Gülen yüzüyle padişahı aşkına düşüren; Süleyman’ının hayatı, hasılı, ömrü, güzeller şahı sultanı.
Alex, saraya getirildiğinde henüz körpecik bir genç kızdı. Yalnız, rivayetlere göre, zekası ve güzelliğiyle ön plana çıkıp padişahı çabucak etkilemişti. Kısa süre içinde Süleyman’ı aşk çemberine alıp kimseyi yanına yaklaştırmamıştır. Onun cadı, büyücü olduğunu söyleyenler vardır. Gerçi büyücü de olsa nafile, büyüyü yapan memnun, büyülenen memnun. Çok geçmeden padişah ona “yüzümüzü güldüren, neşe ve ışık saçan” anlamına gelen “Hürrem” adını verdi. Ve o gün Alexandra öldü, Hürrem Haseki doğdu.
Hürrem ilk şehzadesini kucağına almasıyla saraydaki yerini sağlamlaştırdı. Bu onun attığı büyük ve önemli bir adımdı. Zira onu kıskanan, çekemeyen ve saraydan gitmesini isteyen birçok rakibi vardı. Tabii ki bir şehzadeyle yetinmedi; bir daha doğurdu, bir daha doğurdu… Hanedana beş şehzade ve Kanuni’nin yegane incisini, ay yüzlü Sultan’ı, Mihrimah Sultan’ı bağışladı. Böylece Hürrem, Gözde Sultan olmakta kalmayıp Haseki Sultan makamına kuruldu.
O zamanlar mübarek Mekke ve Medine’ye hayır göndermek istiyordu Hürrem. Lakin dönemin Valide Sultan’ı Hafsa Ayşe Sultan bunun uygun olmadığını; onun bir köle olduğunu ve kölelerin böyle hayırlarda bulunamayacağını söyleyerek onu aşağıladı. Hürrem Sultan bunun altında elbet ki kalmadı. Kanuni’ye bu isteğini ve isteğinin gerçekleşmesine mani olan kölelik sıfatının canını ne kadar sıktığından konu açtı. Padişah gönlüne nakşolmuş resim gibi sevgilisinin gülen yüzünün düşmesini istemediğinden ve hayırlı bir işe kalkışan ay suretli Sultan’ının hevesini de kıramayacağından ötürü onu azat etti. Artık hür bir Hanım Sultan olarak tarihteki yerini alacaktır Hürrem Haseki.
Peki acaba Hürrem Sultan azat edildikten sonra muradına ermiş midir? Azat edildikten sonra kendisiyle birlikte olmak isteyen hünkar sevgilisini artık hür bir kadın olduğunu ve hünkarının yatağına girmesinin büyük bir günah olmakla birlikte zina suçuna girdiğini, bundan böyle ona nikahsız el süremeyeceğini söyleyerek reddetmiştir.
Gecelerinin aydınlığı olan Sultan’ından vazgeçemeyen padişah Hürrem Sultan’ı zevceliğe kabul ederek Saray-ı Hümayun’a Rus bir köle olarak gelen biçare Alexandra’yı Osmanlı İmparatorluğu’nda bir padişahla nikahlanan ilk ve tek kadın olarak, Hürrem Haseki olarak taçlandırıyor.
Bu nikaha gönlü olmayan Hafsa Valide Sultan kısa bir süre sonra rahatsızlanıp hayata gözlerini yumuyor. Valide Sultan’ın ölümüyle haremi yönetmek Hürrem Sultan’a kalıyor.
Hürrem Sultan; Kanuni Sultan Süleyman’ın yek kadını olarak geçiyor kayıtlara. Sultan Süleyman, Hürrem’den sonra hiçbir kadının yüzüne bakmamış, yatağını da kalbi gibi önce kölesi, sonra cariyesi daha sonra da nikahlı zevcesi Hürrem Sultan’a mühürlemiştir.
Onların aşkı Mecnun’un önünde boyun eğeceği kadar kuvvetli ve saygıyı hak eden bir aşktı. Düşünün ki yedi iklimin padişahısınız, dünyanın bütün güzelleri, güzellikleri emrinizde ama siz alelade bir turuncuya gönlünüzü kaptırmışsınız ve ona “Bu dünyada hangi güzel, hangi güzellik vardır ki, senin güzelliğinden onda bir pırıltı bulmasın. Senin ışığından, vuruşundan ibaret olmasın. Hangi padişah, hangi emir vardır ki senin dilencin, yoksulun olmasın.” diyebiliyorsun. Bu ne aşk, bu ne derttir Süleyman?
Hürrem’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu tabii. Dünyanın dilinde olan Sultan; her ne kadar azat edilmiş nikahlı bir kadın olsa da “kulun, kölen, kıymetsiz cariyen Hürrem” diyerek bitirmiş her mektubunu.
Demem o ki asırda bir denk gelir böyle sevda. Padişah da olsan bu dünyaya, bir cariyeye kul ettirir seni aşk. Fazla söze gerek yok. Aşağıya bazı şiirlerini bırakacağım, daha yakından tanıklık etmek isteyenler için.
Kanuni’den Hürrem’e
Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
Karşında ben pervaneyem,
Sen şem-i tabansın bana…
Aşkınla ben divaneyem,
Sen afet-i cansın bana!
Cevr-u Cefa, Kahr-u Sitem,
Mir-i Vefa, Cür-ü Kerem…
Ben ben değil fermanınem,
Sen şah-ı sultansın bana!
Zülfüne gönlüm bestedir,
Ahım göğe, peyivestedir…
Canan, Muhibbi hastadir,
Sen derde dermansın bana..
Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanımHayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim
Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanımNeşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im
Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanımNebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim
Azizim, Yusuf’um varım, gönül Mısr’ındaki hanımStanbulum, Karaman’ım, diyar-ı milket-i Rum’um
Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdad’ım, HorasanımSaçı marım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım
**ürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanımKapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim!
Günümüz Türkçe’si:
Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım,
Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.Hayatımın, yaşamımın sebebi Cennetim, Kevser şarabım
Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm,Sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meş’alem.
Turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı,Nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.
Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı,İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
Değerli lal madeninin çıktığı yer olan Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım, Horasan’ım.Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.Kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.
Ey misk-i amberim!
Bağrım, habibim, mah-ı tabanım.Sırdaşım, mahremim, canım,
Güzeller üstü sultanım.Hayatım, mahsulüm, ömrüm,
Kevser şarabım, cennetim.
Baharım, sevincim, gülüm, günüm.
Ey benim handanım.Çınarım, seyr-i seyranım,
Gülistan ile bostanım,
İnci mercanım, sohbetim,
Sözüm, sabahım, akşamım.Eğlencem, neşem, meclisim,
Çerahım, mumum, güneşim,
Turuncum, narım, narencim
Benim şem-i şemistanım.Akıllım, uslum, efendim,
Gizlim, açığım, öğüdüm,
Hünkarım, hüsrevim, mirim,
Cihan iklimine canım.Nöbet şekerim, hazinem,
alem içinde huzurum,
azizim, yusufum, varım
gönül mısırında hanım.İstanbul’um, Karaman’ım,
Ey Devlet-i Osmaniyem.
Bedahşanım ve kıpçağım,
Bağdat’ım, hem Horasanım.Saçı sırmam, kaşı yayım,
Gür fitne baygın bakışlım
Ölürsem kanım boynuna
Medet hey na-selman.Kapında meddahım
Çünkü seni metheylerim daim.
Gönlüm gamlı, gözüm nemli,
Muhibbi’yim… Aşktır şanım.
Ey benim gülen yüzüm, sevgilim..
Senin güzelliğin dünyaya dedikodudur.
Bu ne güzellik? Bu ne yüz? Bu ne güldür ?
Acaba saçın amberi görüp mis kokulu olmuş ?
Bu ne saç, bu ne kahkül, bu ne zülüftür…
Aklım saçının kokusuyla doludur,
Bu ne güzel koku, bu ne ıtır, bu ne hoştur…
Gözyaşı dalgalarım taşıp başımdan aştı,
Bu ne deniz, bu ne ırmak, bu ne nehirdir..
Muhibbi ansızın divane oldu..
Bu ne aşktır ? bu ne derttir ? bu ne huydur…
“Ey benim gülüm, gülen yüzüm, sultanım, padişahım Hürrem. Ey ayrılık acısıyla günümü geceye, gecemi gam ve kedere boğan beni pür perişan eden Hürrem ey ay ışığında yıkanmış saçının kokusuna hasret kaldığım beni biçare, aciz kılan yedi iklimin Hürrem.
Bir daha görmek nasip ola mı alemde seni, eşiğine bari bir kez yüzümü sürsem fazlasını istemem” demişsin. Yeri ve göğü yaradan rabbim şahidim olsun ki, benimde bundan gayrı bir dileğim yoktur.Bana inanmaz isen Muhibbi’ye kulak ver.”
”Aşığız dünyada bir gül bahçesi isteriz
Karşısında şevk ile aşk ile bülbülü inler isteriz
Ey can tabibi bir ilaç sun dudağının şarabından
Hastayız ayrılık gecesinde derdimize derman isteriz
Ey zahit senin cennetini sanma talibiz
Çöp bile saymaz, aşk bahçesinde sevgiliyi isteriz
Aşkın sırrını ifşa etti gönül, mansur gibi
Onun zülfinin darında asılmak isteriz
Aşk çarşısında gördük buse malını
Can ve gönül parası ile geldik ki pazarlık isteriz
Dedim ey dilber, nedir bu işve, eziyet ve cefa
Güldü, dedi naz ile ağlayan aşıklar isteriz
Bu muhibbi yanağına, tüyüne zülfine kılmaz nazar
Bakmayız nakışına, biz bir sade yüz isteriz”
Hürrem’den Kanuni’ye
Canum Paresi Sultanum
Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki aşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir. (…) Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nazenin Sulltanım, Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere. Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? (…) Benim Sulltanım, ‘Eğer yazımı okumuş olsaydın daha çok hasretler yazardın’ demişsiniz. Şimdi benim Sulltanım, bu kadar yeter, canıma tesir ziyade oldu.
“Ömrüm, azizim, sultanım, Allah’tan tek dileğim ve yüreğimin biricik arzusu, size tekrar kavuşabilmek ve ışık saçan yüzünüze bir defa daha bakabilmektir. Rabbimden elbette dilerim ki benim sultanım, candan ve gönülden sevdiğim şahım, dünyada ve ahirette hep mutlu olsun. İyi biliyorum ki benim sultanım, bu kulunu, kaderin bir cilvesiyle gördü ve sevdi, bu kuluna mutluluk ve huzur ihsan etti. Bu yüzden, mutlu olacağım gün, sadece size kavuşacağım gündür. Size, gözyaşlarımı damlattığım bir elbise gönderdim. Hatırım için giyesiniz. Fakir ve hakir cariyeniz Hürrem”
“Hazret-i Sultanım,
Yüz(ümü) yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesi gündüzünden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve feryadım dinmeyip ayrılığından (öyle) bir halim var ki Hak kafir olan kullarına dahi vermesin. Benim devletim, benim sultanım, ayrıca bir buçuk ay oldu ki sultanım tarafından bir haber belirmedi. Hak en çok bilenlerin bilenidir ki, bu gidişle rahat yüzü görmeyip gece sabaha dek, sabahtan geceye dek bidüziye ağlayıp kendi hayatımdan el yuyup, dünya gözüme dar olup, bilmem ne edip neyleyeceğim. Zar eyleyip ağlayıp inleyerek gözüm kapıları gözlerken o eşi ve benzeri olmayan alemlerin Rabbi, aleme acıyan Allah, bütün aleme yardım edip, fetih haberini yetişti ve işitince Hak biliyor ki benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can bağışladı. Yüce Allah’a bin şükürler, o yüce kapısına varılıp şenlikler mutluluklar oldu. Bütün alem karanlıklar içinden çıkıp Hakkın esirgeyiciliğine daldılar Allah’a şükürler olsun, minnet o Hüda’ya. Daima benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım iki gözümün ışığı, şahım sultanım, gazalaredip düşmanları toprak olup memleketler alıp yedi iklim zaptedesin. İnsan ve cin emrinize boyun eğip her bela ve kazadan Hak saklayıp kutsal kalbinden geçen her muradını kolay ede. Yardımcın olan Hızır İlyas arkanda olsun. Bütün emriler, peygamberler üzerinizde hazır ve nazır ola. Bütün dünya, mutlu gölgenizde hoşça yaşayıp mutlu ve gülen olalar.”
“Canımın Paresi Sa’âdetlü Sultânım Hazretlerine derûn-ı gönülden enva’-ı büsyâr can u dilden sad-hezârân hezâr bin dürlü hasret iştiyaklarıyla bin bin du’alar ve senalar edüb yüzümü hâk-i pay-i şerife sürüb mübarek dest-i şerifinizi pus ederim.
Benüm iki gözüm yoluna kurban olduğum devletlüm Padişahım, ümiddir ki, ben biçare cariyenizi kabul-ı müştak-ı azîm buyurula. Benim devletlüm ve benüm saadetim sultanım, mübarek mizac-ı şerifiniz nicedir? mübarek başınızdan ve cemi” azanızdan olsun ve mübarek ayağınızdan nicesiz? Şimdilik benüm devletlüm benüm sultanüm tamam hüsn-i afiyet üzeresiniz.
Benim iki gözüm devletlüm Padişahım, Bârî-i Te’alâ Hazretinden hâcetüm budur ki, Hazret-i Hak vücud-ı şerifini cem? hatalardan ve belâlardan saklayub hemîşe hakkın hıfz-ı emânında olub ömr-i Nuh süresiz inşaallah.
Benim Padişahım, benüm devletlüm, andan sonra Sultânım Cihangir Şah’ımın gözlerinden öperim. Andan sonra benüm saadetüm Hanum Peyk dürlü iştiyak ile yüzler sürüb hâk-i pay-i şerifinizi öper. Hüma Şah Ayşeciğim dahi Peyk Kadun hâk-i pay-i şerifinize yüz sürerler. Ümiddir ki, kabul oluna. Benüm Devletlüm, andan sonra sultanüm şehir ahvâlinden sorulursa, bi hamdillah emn ü emân üzere olub can u dilden sultanıma du’alar edüb cemî1 âlem sultanıma müştaklardır. Benüm devletlüm baki ne demek lâzım vesselam. Kemine Cariyen”.
Yüzümü yere koyup ayağına kapandığım sultanım hazretleri, güneşim ve mutluluk kaynağım, ayrılık acısıyla ciğeri kebap olmuş, gecesi gündüzüne karışmış, hasret denizinde boğulmuş bu çaresiz kulunuzun halini sorarsanız, biliniz ki sultanımdan ayrı kaldığım için inleyen, feryat ve figan eden bir bülbül gibiyim. Allah çektiğim bu acıyı kimseye yaşatmasın…”
Ya Rab!
Sevgilinin maksadı ne?
Bir bilseydim.Kaçacağım yolu bağlamış.
Gönlümü de kararımı da almış gitmiş.
Ya Rab!O benim varım yoğum,
O benim merhametli padişahım,
Neden merhametsiz taş yürekli olmakta?
Bir bilseydim.
Ya Rab1Şu tüten dumanım ,
Şu “Ya Rab” diye feryad edişlerim,
Ağlayışlarım sevgilinin kulaklarına erişebilecek mi?
Sevgilim bunları işitecek mi?
Bir bilseydim….
Ya Rab!Bu coşkunluğum nedir?
Yüzüme gerilen perde nedir?
Çünkü benim için her şey sensin!
Bana bir de sensin, bin de sensin.
Sen !
Her an susarken de söylerken de
Gözümde senin aşkın, senin hayalin var.
Benim rızkım da sensin, zamanım da sensin.
Ya Rab!
Balçıktan yapılmış beden evi nerede?
Can evi, gönül evi nerede?
Ey Allah’ım benim ailem nerede?
Soyum sopum nerede?” diye feryadlar içinde kalmışım şu kirli dünyada.
Ey gönül, sen asıl kendi şehrinden sürülmüşsün,
Sen burada gurbettesin.
Ya Rab!
Kara yüzlü dünya gecesi
Benim gündüzüme (gül yüzüme — gün yüzüme) eş olamaz.
Benim ilk baharımın arkasından
Taş yürekli sonbahar gelmez.
Ey hislere, hakikatlere perde olan dudaklarım
Artık susma vaktidir.
( http://www.piramithaber.com/tarih/kanuni-sultan-suleyman-ile-hurrem-in-ask-mektuplari-h50213.html )