Social Dilemma Belgeselinden Girişimciler İçin Çıkarılacak 5 Ders

Canan Ulyana Başer
Girişimciye Dönüş
4 min readSep 21, 2020

Telefonunuzda kaç adet uygulama var? Facebook, Twitter, Instagram gibi mecralarda ortalama kaç saat geçiriyorsunuz? WhatsApp’ta ekli olduğunuz kaç grup var? Peki ya mail kutunuzu günde kaç kere kontrol ediyorsunuz?

Üstteki sorular ve benzerlerini cevaplama konusunda hiçbirimizin dürüst olamayacağı bir dönemde yaşıyoruz. Boş olduğumuz her an sayfayı aşağı çekiyoruz ve kaçırmaktan korkar olduğumuz yeni gönderileri hızlıca inceliyoruz. Daha sonra, bunu yeniden yineliyoruz.

The Social Dilemma belgeselinde Facebook, Twitter, Instagram gibi hemen hepimizin kullandığı, günümüzün en önemli sosyal medya ağları ve Soner CANKO’ nun da yazılarında bahsettiği BigTech kategorisinde yer alan Google, Apple, Ndivia gibi şirketlerin temsilcileri ile yapılan röportajlar yer alıyor.

Belgesel, sosyal medya ağlarının ve teknoloji devi şirketlerinin insanlar üzerindeki tehlikeli etkilerini, daha önce bu şirketlerin ekipleri içinde yer almış kişilere sorular sorulması ve cevaplar alınması üzerinden ilerliyor.

Belgeseli izledikçe fark edeceğiniz üzere; yapılan güncellemelerin ya da eklenen yeni özelliklerin bazıları aslında kötü amaçlarla kurgulanmış şeyler değilken, zamanla insanları olumsuz etkileyecek şekilde evrilebiliyorlar. Kutsal başparmağı başta sevgi ve beğeniyi karşımızdakilerle paylaşabilmemiz için üretilmişken, günümüz gençlerince bir onaylanma, kabul edilme göstergesi haline gelmesi bunun çarpıcı bir örneği.

Keza Pinterest’in eski başkanı Tim Kendall’ın “Evde ilgime ve sevgime muhtaç iki küçük çocuğum olmasına rağmen telefonumu bırakamıyordum. Kilere girip bir e-posta yazıyor veya bazen Pinterest’e bakıyordum. Gündüzleri işe gidiyordum ve kölesi olacağım bir şey yaratıyordum.” şeklindeki anlatımı bağımlılığımızın en çelişkili halini ortaya koyuyor.

Peki ama sosyal medya alışkanlıklarımızın girişimcilikle ne alakası var? Bu belgeselden girişimciliğe dair nasıl dersler çıkarabiliriz?

Girişimciler ve girişimci adayları olarak bu belgeselden çıkarabileceğimiz derslere bakacak olursak:

  1. Daima belirlediğimiz hedef kitlenin yerine kendimizi koymalıyız. Yani Design Thinking’in ilk adımı olan Empati’yi içselleştirmeliyiz. Bu bağlamda kölesi olabileceğimiz ya da negatif etkilenebileceğimiz kısımların üzerinden tekrar tekrar geçmeli ve gerçekten problemi yaşayan insanların sorunlarına çözüm olabilecek noktaları belirlemeliyiz.
  2. Girişimimizi kurduğunuz ilk günden itibaren, bizi ve bakış açımızı yansıtan vizyon, misyon gibi tanımların yanında etik ve dijital etik kurallarımızı da belirlemeliyiz. Ürünlerimizi de belirlemiş olduğumuz bu kurallar çerçevesinde tasarlamalıyız. Çünkü insanların zamanını haddimizden fazla (ç)almak gerçekten etik dışı bir davranış.
  3. Büyüme korsanlığı tekniklerini kullanmak yerine, gerçek değer önerileri sunmanın peşinde olmalıyız. Örneğin kullanıcılarımızın uygulamamızı ziyaret etmesi için işlerine yaramayacak gereksiz bildirimler yollamak yerine, olaya birinci maddede olduğu gibi empati yaparak yaklaşmalı ve onların gerçekten ihtiyacı olan özelliklerin, içeriklerin neler olduğunu test etmekle başlamalıyız.
  4. Günümüzdeki birçok uygulama; araç bazlı teknolojiden, bağımlılık ve manipülasyon odaklı, amacı sadece kullanıcılarının ilgisini çekerek para kazanmak olan tehlike kutuları haline geldiler. Bu noktada girişimci olarak araç ile amaç arasındaki ince çizgiyi aşmadan ürün tasarımları yapmalıyız.
  5. Kullanıcılarımızın uygulamamız içindeki davranışlarını sadece reklam verenlere satmak için kullanmamalıyız. Topladığımız verilerle, aldığımız geri dönüşlerle onların hayatını olumlu etkilemeye çalışmalıyız.

Ek bir not: Sistemimizin bizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Çözümden önce probleme aşık olmalı ve her zaman dokunacağımız insanların hayatını güzelleştirecek, kolaylaştıracak fikirler geliştirmeliyiz.

Ayrıca 🙌🏻

Belgeselde röportaj yapılan, Twitter’ın eski yöneticisi ve seri teknoloji girişimcisi Jeff Seibert’ın The Mechanics and Psychology Behind the Social Dilemmaisimli yazısında bahsettiği gibi var olan çılgın gidişata karşı bir duruş göstererek ve birlikte hareket ederek fark yaratabiliriz.

Ve yine belgeselde röportaj yapılan Tristan Harris’in de ifade ettiği gibi, makinelerin insan gücünün üstesinden geldiği yani robotların dünyayı ele geçireceği gün için endişelenmemize gerek yok. Asıl, makinelerin insan zayıflığının üstesinden geldiği, kendi hedeflerine ulaşmak için davranışlarımızı manipüle edebilecekleri gün için endişelenmeliyiz.

Her bir yazıya 50 alkış atabileceğinizi biliyor muydunuz?

Konuyla ilgili sohbet etmek & görüş bildirmek isterseniz buradan yorum yapabilir ya da LinkedIn hesabımdan yazabilirsiniz.

Ek olarak bana baserulyana sosyal medya hesabımdan veya canan@gooinn.co mail hesabımdan her zaman ulaşabilirsiniz.

--

--

Canan Ulyana Başer
Girişimciye Dönüş

çokça okur, bolca dinler, sınırsız severim | Podcaster @bimilenyumlu 🎧