Bireysel Çıkar Kamu Yararından Üstündür
Giriş
Kolektif çıkar kavramı ve bunun türevleri olan kamu yararı, milli menfaat, ortak iyi gibi söylemler politikacılar tarafından sıklıkla kendi davranışlarının ne kadar mükemmel olduğunu göstermesi için bir meşruiyet kaynağı olarak kullanılır. Bu kolektif çıkar anlayışına göre yapılan bir eylem o kadar kusursuzdur ki hiç kimsenin zararına olmayan fakat herkesin yararına olan, neredeyse mutlak iyi olan tanrısal bir davranıştır. Hatta bu kamu yararı söylemi sadece demagog politikacılar arasında yer edinmekle kalmayıp kanunlarda da yer almaktadır. “Çağdaş kamu hukuku tarafından benimsenen bu ilkeye göre ‘yasa, kamu yararıdır.’ Yasama organı tarafından usulüne uygun olarak yapılan her yasa hem kamu yararına uygundur, hem kamu yararının kendisidir.” (Saraç, 2002, s.2). Yazının devamında ilk olarak kolektif çıkarın bir türü olan kamu yararının nasıl kullanıldığını, daha sonrasında kamu yararı gibi kolektif bir çıkarın hiçbir şekilde var olmayan ve olmayacak bir kavram olduğunu anlatacağım.
1) Kamu Yararının Kullanımı
Öncelikle kamu yararı söyleminin kullanılması, bu kavramı kullanan kişi için mükemmel bir tartışmazlık alanı yaratır. Çünkü eylemi yapan kişi, bu eyleminin haklılığını, herkesin “faydasına” olduğunu söyleyerek desteklemektedir. Böylelikle eylem meşruiyetini herhangi bir haktan değil de, sadece dayandığı slogandan sağlar. Bu durumda kamu yararına olduğu iddiasıyla yapılan bir eyleme karşı çıkmak, insanların mantıklarına değil de, duygularına hitap etmektedir. Yani yapılan eylem o kadar faydalıdır ki, buna karşı çıkmak için herkesin zararını isteyen kötü biri olmalısınızdır. Gerçekten de kamu yararının aksini belirten bir görüş yapılması, o kişinin toplumu düşünmediği ve herkesin iyiliğine olan bir şeyi istemediği gibi basit bir propagandayla dışlanabilir. Dahası kamu yararı, bize içerikle ilgili herhangi bir bilgi vermemektedir. Diğer bir deyişle kamu yararı söylemi, “kamu yararı” dışında hiçbir anlama gelmediğinden içeriği tamamen boştur. Belli bir zamanda otorite kime aitse, o otoritenin usulüne uygun yapacağı her eylem kamu yararına olarak kabul edilir. “Kavramın belirsizliğinin, bir hukuk kavramı olup olmadığı sorusuna neden olabileceği ifade edilmekle beraber, kamu yararı kavramı bir hukuk kavramı olarak görülmekte, hatta hukukun genel ilkelerinden bir olarak kabul edilmektedir.” (Alıntılayan Tombaloğlu, 2014, s.11). İçeriği olmayan bir kavramın sınırı da yoktur. TC Anayasası’nın 35. Maddesine göre, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” Belirttiğim gibi kamu yararının bir içeriği olmadığından hareketle, mülkiyet hakkı da kamu yarının getireceği orantısız müdahalelere açıktır. “Kamu yararı, pratikte, ‘yönetenlerin’ kamu yararı olarak algıladıkları şeyden başka bir şey değildir. Bu yönüyle hiç de masum değildir.” (Şahin, 2009, s.7). Mülkiyet hakkının kamu yararıyla sınırlandırılması, kendisini vergilendirmede gösterir. Böylece kamu yararıyla meşrulaştırılan otorite paranız üstünde orantısız bir güce ulaşır. Daha paranız elinize geçmeden “gelir vergisi” adıyla harcamadığınız paranıza bile el koyulabilirken, “veraset ve intikal vergisiyle” ölünüzü bile vergilendirebilirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin 2021 yılı merkezi yönetim bütçesi toplamı 1 trilyon 346 milyar TL olarak hesaplanıyor. 80 milyon vatandaşın ortalama 4 kişilik ailede yaşadığını varsayarsak, hane başına yaklaşık 67.300 TL vergi düşmektedir. Söylemde bu paranın kamu yararı adına harcanacağı gözükmekle beraber, pratikte olan şey o paranın gerçek sahipleri yerine bürokratlara aktarılacağıdır. Eğer siz kendi paranızı harcamak isterseniz, bireysel çıkarınıza hizmet edeceği için bunu yapamazsınız. Bu sebeple kamu yararı için paranızı dünyanın en dürüst insanları olan politikacılara ve bürokratlara teslim etmelisiniz ki kamu yararı için harcayabilsinler! Son tahlilde kamu yararı, gücü elinde bulunduranların kendi eylemlerini tartışmasız onaylatmak için kullandıkları bir söylemdir.
Kamu yararı gibi kolektif bir amacı var etmek için kullanılan araçlardan biri de ailedir. Hatta TC Anayasası’nda bile toplumun en küçük biriminin, nedendir bilinmez, aile olduğu belirtilmiştir. “Bütün toplumlar için toplumun en temel yapı taşı ve küçük bir örneği olan aile, Türk toplumu için ise diğer kurumları etkileyen ve şekillendiren eksen kurum özelliği taşımaktadır. Anayasamızın 41. maddesinde de ifade edildiği üzere, aile Türk toplumunun temelidir.” (Zabun, 2009, s.2). Fakat “aileler” eylemde bulunamaz. Sadece bireyler eylemde bulunabilir. Toplum varlığının en küçük yapı taşının aile olduğunu kabul etmek, bireyi hiçe saymaktır. Şu durumda aile adı altında kamu çıkarı, bireysel çıkarların önüne geçmektedir. Örneğin herhangi bir aile geleneğinde kızların çalışması yasaksa, o aileye mensup bir kızın çalışması aile menfaati için uygun değildir. Çünkü mistik bir vücuda sahip olan aile menfaati, bireylerin çıkarlarından üstündür. O kızın bireysel olarak varlığı kabul edilmez. Şu durumda, o ailedeki kızın kendi bedeni üstünde hakkı olmadığı gibi, çalışma hürriyeti de yoktur. Yani bireysel çıkarları ve bireysel hakları yoktur. Onlara göre gerçek olan tek çıkar ailenin çıkarıdır. Fakat bir insanın bedeni kendisine ait olduğundan, hakları da kendisine aittir. Bu hakları çoğunluğun iznine tabi olmadan kullanmakta özgür olmalıdır. Aksini savunmak ise, bireysel hakların çoğunluğun keyfî isteğini belirten kamu yararı ve türevleri için feda edilmesi anlamına gelecektir. Dahası, toplumun en küçük varlığının aile olduğunu iddia etmek bütün bireysel hakları tehlikeye atacaktır. Toplum, aileden daha küçük bir birime, yani bireye indirgenemezse, bireysel haklar değil ailesel haklar esas olmalıdır. Çünkü toplumun en küçük birimine birey dersek, bireyden daha küçük bir varlığı işaret edemeyiz. Aynı şekilde toplumun en küçük birimine aile dersek, o halde aile bireye indirgenemez. Böylece birey diye bir varlık kabul edilmediğinden, bireysel hakların varlığı da kabul edilemez. Bunun pratikteki yansıması ise cezanın şahsiliği değil de, cezanın aileselliği olabilirdi. Bir birey suç işlediğinde, kendisi tek başına değil de aile olarak var olduğundan, sadece kendisi değil aynı zamanda ailesi de cezalandırılması gerekirdi. Mises’a göre (Alıntılayan İncetahtacı, 2019, s.15).
“Bir eylemi bireyin eylemi olarak ve diğer eylemi belediye veya devletin eylemi olarak işaretleme anlamdır. Suçluyu devletin kendisi değil, cellat idam eder. Bir grup silahlı adam bir yeri işgal eder. İşgal olayı subayların veya askerlerin üzerine değil, milletlerinin üzerine yıkılır. … Sosyal kolektif için, bireysel üyelerin eylemlerinin dışında bir mevcudiyet veya gerçeklik yoktur.”
2) Kamu Yararına Ulaşmak İmkânsızdır
Kamu yararının nasıl kullanıldığını gösterdikten sonra, şimdi de böyle bir kavramın var olup olamayacağına bakalım. Çok basit bir hareket noktasından yola çıkarsak, şunu sorabiliriz: Bir eylemi kim yapar? Uzun uzun açıklamaya gerek olmayacak kadar açıktır ki sadece bireyler eylemde bulunabilir. Her insanın bedeni kendisine aittir. Her insan kendi bedeniyle hareket eder, kendi aklıyla düşünür. Bir insan başkasının bedenine geçemez, başkasının beynine geçip onun yerine düşünemez veya başkasının adına nefes alamaz. Her insanın bedeni kendisine ait olduğundan ve bir beden üstünde birden fazla içsel bir kontrol olamayacağından, insanlar birer birer vardırlar. Şu durumda birey gerçek bir varlıktır. “Praksiyoloji tüm eylemlerin ancak bireyler tarafından icra edilebileceklerini savunur. Eylem bireye has bir mahiyet arz eder; bu bağlamda kolektif eylemler ontolojik olarak bireye bağlı olmak durumundadırlar. Nitekim bir eylem, ancak bireyler tarafından atfedilen anlam sonrasında kolektif olarak kabul edilebilir.” (İncetahtacı, 2019, s.15). Birey gerçek bir varlık olduğundan, bireysel çıkar da gerçektir. Bireysel çıkarın içeriğini ise; yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, beden dokunulmazlığı, ifade özgürlüğü, seyahat hürriyeti gibi bireysel haklar oluşturur. Bu bireysel haklar başkalarıyla çatışmaya girmediği sürece istenildiği gibi kullanılabilir. “Birey teorik olarak toplumdan önce var olmuştur ve dolayısıyla bireyin hakları da toplumdan önce vardır. Tabii haklar anlayışının temelinde bu fikir yatar.” (Alıntılayan Yayla, 2015, s.155). Yukarıda da belirttiğim gibi kamu yararının içeriği yoktur. Gücü elinde bulunduranların veya toplumun çoğunluğunun keyfi ne yöndeyse, kamu yararı da odur. Böyle belirsiz bir kavramı hukuk içinde kullanmak, hemen hemen her zaman temel hak ve hürriyetlere ters düşecek uygulamalara yol açar. Hâlbuki bireysel çıkar gerçekte varken, aynı zamanda içeriği de bireysel haklarla belirlidir.
Bireysel çıkarın varlığı anlaşıldıktan sonra şu soru sorulabilir: Ortak amaca hizmet eden kişilerin yararları, kamu yararını oluşturabilir mi? Gerçekten de insanların çıkarları birbiriyle kesişebilir. Örneğin birkaç kişi ticari amaçla kolektif şirket kurabileceği gibi, kâr amacı gütmeden de hayır amaçlı bir araya gelebilirler. Bu durumda kesişen amaçlar, bireylerin çıkarlarının dışında daha büyük bir amaca mı hizmet eder? Hayır. Hala bireyler, teker teker vardırlar. Grup adı altında birden fazla birey bir araya gelmiştir. Bu grup, bireysel varlıklarının ötesinde bir anlam ifade etmez. Bireylerin amaçlarının başkalarıyla kesişmesi, kendi varlıklarından daha büyük bir amacın olduğunu göstermez. Yani ortak amaçları olan insanların bir arada bulunması, kendi varlıklarından bağımsız olarak, kamu yararına hizmet amacı taşıyan mistik bir beden var etmez. Böyle bir mistik bedenin varlığını kabul etmek, bireysel çıkarlardan yani bireysel hak ve hürriyetlerden uzaklaşmaktır. Çünkü gerçek olan tek varlık birey olduğundan, yine gerçek olan tek çıkar bireysel çıkardır. Ortak amaca sahip insanların sözde kamu yararı adına bireysel çıkarları yok sayılamaz. Kamu yararı adına bireysel hakların çiğnenmesi pratikte felaketlere yol açar. Ayn Rand’ın yazdığı gibi (Alıntılayan Biddle, 2012):
“En büyük sayı için en büyük fayda, insanlığa yutturulmuş, gelmiş geçmiş en ahlaksız sloganlardan biridir. Bu sloganın somut ve spesifik bir anlamı yoktur. Onu iyi niyetli bir şekilde yorumlamanın bir yolu yoktur, fakat en felaket eylemleri haklı çıkarmak için kullanılabileceği birçok yolu vardır.
Bu slogandaki faydanın tanımı nedir? En büyük sayı için iyi olan neyse o, bunun dışında hiçbir şey. Herhangi bir konuda, en büyük sayı için neyin iyi olduğuna kim karar verir? Neden en büyük sayı?
Bunu ahlaki olarak kabul ederseniz, pratikte bu sloganın uygulamaları olan şu örnekleri kabul etmek zorunda kalacaksınız: İnsanlığın %51’i, geri kalan %49’unu köleleştirebilir; dokuz aç yamyam aralarındaki onuncuyu yiyebilir; bir çete, topluluk için tehlikeli olduğunu düşündükleri bir insanı linç ederek öldürebilir.
Almanya’da 70 milyon Alman ve 600 bin Yahudi vardı. En büyük sayı (Almanlar) Nazi hükümetini destekledi. Bu da onlara en büyük faydanın daha küçük sayıyı (Yahudiler) yok ederek ve mülkiyetlerine el koyarak sağlanabileceğini söyledi. Teoride kabul edilen rezalet sloganın pratikteki yansıması dehşetti.
Yine de diyebilirsiniz ki, tüm bu örneklerdeki çoğunluk kendileri için de doğru dürüst bir fayda elde etmedi ki? Hayır, etmediler. Çünkü fayda ne sayı hesabıyla belirlenir, ne de birini diğerine feda etmekle elde edilir.”
Sonuç
Yukarıda da birçok kez belirttiğim gibi sadece bireyler eylemde bulunur. Aile, kamu, toplum eylemde bulunamaz. Bu toplulukların bireyler dışında mistik bir bedene sahip varlıkları yoktur. “Bütün sosyal eylem ve davranışlar bireyler tarafından yapılır. Bir kolektif bütün de kendi başına değil, bir veya birkaç kişi aracılığıyla işler. …Bireylerin eylemleriyle işlemeyen hiçbir kolektif varlık yoktur.” (Alıntılayan Yayla, 2015, s.159). Bireylerin eylemde bulunabileceğinden hareketle sadece bireysel haklar çerçevesinde bireysel çıkarlar vardır. Yine de bireysel çıkarlar başkalarının çıkarlarıyla kesişebilir. Fakat yine de bu, bireylerin kendi varlıklarından ayrı, daha üstün bir çıkar olduğuna işaret edemez. Çünkü fayda; toplanan, çıkarılan veya herhangi bir işleme tabi tutulabilecek bir şey değildir. Bu sebeple bireysel çıkarın ötesinde başka bir çıkarın var olması mümkün değildir. Kamu yararının varlığını kabul etmek, bireyi ve bireysel hakları hiçe saymak olacağından pratik olarak da kabul edilemez.
Kaynakça
Biddle, C. (2012, 12 Şubat). ‘’Individualism vs. Collectivism: Our Future, Our Choice’’ Erişim Tarihi: 15 Nisan 2021, https://theobjectivestandard.com/2012/02/individualism-collectivism/#_ednref8 .
İNCETAHTACI, Y. Ludwig von Mises’ te Bir Eylem Ontolojisi Olarak Praksiyoloji. Liberal Düşünce Dergisi, 24(96), 73–89.
Şahin, Y. (2009). Her Derde Deva: “Kamu Yararı”. Liberal Düşünce Dergisi, (54), 109–116.
Saraç, O. (2002). Kamu yararı kavramı. Maliye Dergisi, 139, 16–26. Tombaloğlu, N. (2014). Anayasa mahkemesi kararlarında kamu yararı
kavramı. İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 5(1), 353–388. Yayla, A.(2015). Liberalizm. Ankara: Liberte Yayınları
ZABUN, A. G. D. B. (2009). Temel Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin Sosyoloji Öğretim Programlarında Yer Alış Durumu. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 17(17), 97–103.