Kavramlara Boğulmadan Eyleme Geçme Zamanı!

habitatdernegi
habitatdernegi
Published in
7 min readDec 30, 2020

Yerküreyi etkisi altına alan Covid-19 salgınının, yangın, kasırga, kuraklık gibi doğal afetlerin gölgesinde geçen 2020 yılının son günlerinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, “2020 İnsani Gelişme Raporu”nu yayınladı.

2020 yılı, bu yıl 30.su yayınlanan “İnsani Gelişme Raporu”nun geçmişte insanlığa yaptığı uyarıların birçoğunun deneyimlendiği bir yıl oldu. Geçmişten ders alarak, geleceğe bakma zorunluluğu taşıdığımızı bir kez daha herkese hatırlattı.

“Ufukta İki Seçenek Var”

Gelecek için insanlığın önünde iki seçenek bulunuyor. Ya ekonomik büyümeyi sürdürmeyi ve bu ekonomik büyümenin yarattığı konfor alanlarını korumayı seçip, geleceğimizin ve gezegenimizin yok oluşuna tanık olmak zorunda kalacağız ya da kapitalist iktisadın dayattığı ekonomik büyüme ve gelişmişlik ölçütlerini göz ardı ederek, doğanın ve gezegenin hayatta kalması için eyleme geçeceğiz.

Rapor oldukça gerçekçi bir bakış açısı içerisinde kalarak, hükümetlerin, sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin hayatın akışına uygun bir şekilde kolayca uygulayabileceği öneriler sıralıyor ve bu kapsamda, toplumun geneli tarafından kabul edilmiş ve kanıksanmış olan sosyal normların ve değerlerin yeniden gözden geçirilmesini salık veriyor.

“Doğaya ve Gezegene Rağmen Değil, Doğa ve Gezegen İle Birlikte”

Sanayi Devrimi’nden bugüne bakıldığında, kapitali elinde bulunduran erkler ile insanlık arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, belki birey olarak insanların göreceli anlamda sömürüden kurtulmuş oldukları söylenebilir, ancak doğamız ve gezegenimiz için bunu söyleyebilmek pek de mümkün değil. Bu sömürüye son vermenin yolu, üretim ve tüketim ilişkilerinin yeniden yorumlanmasından geçiyor. Bu noktada, eylemi “içsel” ve “eylemsel” boyutta olmak üzere iki ayrı eksende değerlendirmek gerekiyor. İçsel boyutta başarı sağlanabilmesi, bireyin tüketim yoluyla sağladığı tatmini, doğanın içerisinde bulunduğu krizi daha da büyütmemek adına aşağıya çekmeye karar vermesi ile mümkün olabilir. Sosyal normlarda ve değerlerde yaşanacak değişim ile sahip olma duygusunun yarattığı tatminin yerini sahip çıkma duygusunun verdiği tatminin alması ile mümkün olacaktır. İçsel boyutta yaşanacak bu denli bir değişim bireye toplumsal bir sorumluluk yükleyerek, tüketim alışkanlıklarında önemli bir değişikliğe gidişin kapısını aralayacaktır. Eylemsel boyutu tanımlarken kullanabileceğimiz “yaşam biçiminde, tüketim davranışlarında” ki değişim ise süreç içerisinde, doğası gereği üretim ilişkilerini de doğrudan etkileyecektir. Tüketici davranışının ve yaşam biçiminin tamamen doğayı korumak üzerine kurulması, kitlelerin tercih ettiği ürün ve/veya hizmetten beklentisini dönüştürecek ve bu yolla da üretilen meta ya da hizmetin değer önerisi bireysel tatmininden doğaya değer veren bir boyuta evirilecektir.

Gelir Odaklı Gelişmişlik Ekseninden Gezegensel Baskılara Tarım Üzerinden Bakmak

Yazının büyük bir bölümünde tüketim alışkanlıkları üzerinden bireyin alabileceği aksiyonları ve bu aksiyonların doğuracağı sonuçları ayrıntılı bir şekilde irdeledik. Rapordaki bir diğer önemli çıktı ise sosyal eşitsizlikler ile gezegen üzerindeki baskılar arasında birbirini besleyen bir ilişkinin varlığı olarak göze çarpıyor. Bu kapsamda, bireysel aksiyonların anlam bulabilmesi için başta gelir eşitsizliği olmak üzere eğitime ve sağlığa erişim gibi alanlarda ulusal ve küresel boyutta devrim niteliği taşıyan bir dönüşüme ihtiyaç olduğu aşikardır. Fakat konuya gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkeler nezdinde değil, gelişmişliğin gelir bazlı olarak ele alındığı çalışmalarda üst sıralarda yer alan ülkeler boyutundan bakalım. Bu ülkelerin doğal kaynak tüketiminde ve karbon salınımında en önemli pay sahibi ülkeler olması, bizi bir başka parantez açmaya zorluyor. Doğal kaynakları işleyebilecek en gelişmiş üretim araçlarına, sermayeye ve lojistik imkanlara sahip bu ülkelerin gezegensel baskıları artırma noktasında gelişmekte olan ve/veya gelişmemiş ülkelere oranla öne çıkması sürpriz değil! Örneğin, tarım sektörünü ele alalım. Dünyanın en büyük endüstriyel tarım yapan firmalarına baktığımızda, gelir bazlı gelişmişlik listelerinin üst sıralarının gediklileri olduğunu görüyoruz. Cargill ve ADM’in ABD menşeili olması, Bunge firmasının Hollanda ve Louis Dreyfus şirketinin ise İsviçre merkezli olması bu kanıyı destekler nitelikte. Bu arada bu 4 firmanın, Dünya genelinde tahıl ticaretinin yüzde 75’ini yönettiğini de not düşelim. Teknolojinin gelişmesiyle topraktan kısa sürede olabildiğince fazla verim almayı ön plana koyan endüstriyel tarım sektörü içerisinde tekel olan bu firmaların ölçüsüz bir şekilde zenginleştiğini görüyoruz ancak, gelin bir de fotoğrafın diğer tarafına bakalım.

Kısa Sürede Fazla Ürün ve Verim İçin Doğal Kaynaklarımızı Zehirliyoruz

Endüstriyel tarım, dünya genelindeki tarım alanlarının en az %75'ini ve doğal kaynakların çoğunu kullansa da dünya nüfusunun ancak %30'unu besleyebiliyor. Kısa süreçte topraktan elde edilecek verimi kimyasal ilaç ve gübreler ile artırma yoluna gidilen endüstriyel tarım uygulamaları gerek karbon ayak izini artırırken gerekse de yıllar içerisinde toprağın verimini azaltmaktadır. Endüstriyel tarım yöntemleri kapsamında tarım ürünü yetiştiriciliğinde kullanılan kimyasallar ve fosil yakıtlarla doğaya zarar verirken, iklim değişikliğini körükleyerek, ekolojik üretim için ayrılabilecek toprağı ve doğal kaynakları ve bu üretimi geliştirmek için kullanılabilecek parayı harcıyor. Tüketiciler, endüstriyel tarım ürünleri için yıl başına 7,5 dolar para ödüyorlar. Ama yine her yıl üretilen ürünlerin 2/3'ü tarla ile tüketicinin sofrası arasındaki yolda çeşitli nedenlerden ötürü çöpe gidiyor. Bu durum, sadece gıdanın ziyan olması anlamını taşımıyor, bunun bir de ekonomiye ve gezegene verdiği zararı düşünmek gerek. Sadece çevre maliyeti olarak yaklaşık yılda 5 trilyon dolarlık bir tutardan söz etmek mümkün. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplam tarım alanlarının büyük çoğunluğunda geleneksel ve endüstriyel tarım yöntemleri kullanılmasının neden olduğu sera gazı salınımının iklim üzerindeki olumsuz etkisi gün geçtikçe artmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2016 yılında yayımlanan Sera Gazı Emisyon İstatistikleri çalışmasında, CH4 (Metan gazı) emisyonlarının %55,5’inin tarımsal faaliyetlerden kaynaklandığı belirlenmiştir. Bu noktada, aslan payının geleneksel tarımdan ziyade endüstriyel tarımda olduğunun altını çizmek gerek.

Peki Ne Yapmalı?

Bu çerçevede, geleneksel tarım yapan üreticiyi korumak ve bilinçlendirmek büyük önem arz ediyor. Tarımsal verimliliğini artırmak için toprak ve ürün yönetimini, kaynakların daha ekonomik kullanımı ile çevreye verilen zararın en aza indirilmesini sağlayan Akıllı Tarım, konvansiyonel tarımın araziyi homojen bir yapı olarak ele almasından farklılaşarak, heterojen bir yaklaşımla arazinin analiz edilmesini sağlamaktadır. Akıllı tarım, geliştirilmiş bilgi ve kontrol sistemlerinin kullanımıyla kaynak israfının önüne geçmek, ürünün brüt getirisini artırmak ve üretimden kaynaklanan çevresel kirliliği en aza indirmek noktasında önemli bir görev üstlenebilir. Endüstriyel ve geleneksel tarımın yarattığı gezegensel baskılar ile akıllı tarım eliyle mücadele edilebilir ve Dünya nüfusu gezegene zarar vermeden beslenebilir. Tarımsal üretim örneği bizlere küresel çapta nasıl bir yol haritası izlememiz gerektiği konusunda önemli ipuçları ortaya koyuyor. Dijitalleşmenin yaygınlaşması, teknolojiye ve teknolojik bilgiye erişim konularında yakalanabilecek bir gelişimin, gezegensel baskıları azaltmada büyük bir rol oynayabilir. Buradan çıkaracağımız sonuç eğitime ve sağlığa erişim kadar kaynakların verimli ve doğru kullanımı, yeni istihdam sahaları yaratılması ve iş piyasasının kapsayılıcığının artırılması adına dijitalleşme yerelde ve küreselde bireyden kamuya, kamudan siyasete kadar tüm öznelerin ajandalarında en başta konumlanmalıdır. Süslü bir şekilde ifade etmek gerekirse; gezegenin kurtuluşu tüm dünyanın teknolojiye ve teknolojik bilgiye erişimde hızla yol kat etmesine bağlıdır.

Rapor Üzerinden Türkiye’ye Bakmak

Doğa, insan ve gezegeni merkezine alan ortak bir eylem oluşturulması ve bunun içinde gezegen baskılarının ve insani gelişimi ön plana koyan yeni normların ve değerlerin oluşturulması tüm dünya için olduğu gibi Türkiye için de geçerlidir. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, yılladır iktisadi gelişimi ve büyümesi için doğal kaynaklarını kolaylıkla gözden çıkaran bir profil sergilemiştir. Bu durumun hala devam etmekte olduğunu gerek Kaz Dağları’nda altın madenciliği faaliyetlerinden gerekse de Istırancalar’daki taş ocaklarından, HES’ler ve RES’ler özelinde gözlemlemekteyiz. Ancak, diğer yandan teknoloji ve girişimcilik alanında elde edilen başarılar bizlere doğal kaynakların tüketimini minimalize ederek, sürdürülebilir ve girdisi yüksek pazarlara yönelim açısından umut vermektedir.

1’inci, 2’inci ve 3’üncü sanayi devrimini kaçırmış ya da sonradan yakalayabilmiş bir ülke olsa da Türkiye’nin önünde önemli bir fırsat bulunmaktadır. Türkiye’nin teknoloji ihraç eden bir ülke hüviyeti kazanması, gezegensel basıkları artırmadan da iktisadi gelişimi yakalayabilmesi açsından büyük önem arz etmektedir. Fakat bunun başarılabilmesi için öncelikli olarak, bireyin dijital çağda başarılı ve üretken olabilmesi için başta çocuklar ve gençler olmak üzere toplumun tümünün 21’inci Yüzyıl yetkinlikleri ile donatılabilmesi gerekmektedir. Covid-19, dijitalleşme ve dijital yetkinlikler bakımından toplumun farklı kesimlerindeki uçurumu bizlere gösterdi. Gerek dijitalleşme gerekse de dijital yetkinliklerin kazanımı konusunda, ortak bir eylem planına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu noktada, kamu, teknoloji firmaları başta olmak üzere özel sektör, üniversite ve sivil toplumun her bir aktörüne önemli roller düşmektedir. Teknoloji ve bilgiye erişimin herkes için ulaşılabilir hale getirilmesi, fikirleri paylaşma ve yeniliği destekleme noktasında, bu aktörlerin ortak hareket edebilmesi geleceğe umutla bakabilmemiz için önemli bir kilometre taşı olabilir.

Bencil Olma, Gücünün Farkında Ol ve Dünyayı Değiştir

Bireyin duygusal tatmininde yaşanan değişikliğin kitlelere yayılması ve böylece üretim ve tüketim ilişkilerinde doğanın temel eksen olarak kabul edildiği bir döneme geçiş için bireyin önünde üç aşamalı bir aksiyon planı bulunuyor. İlk olarak, bireysel hazzı ön plana alan tüketim alışkanlığından yani bencil bir yaklaşımdan vazgeçmek gerekiyor. İkinci adım, bireyin üretim ilişkilerindeki gücünün ve etkisinin farkına varmasından geçiyor. Son olarak ise doğanın içerisinde bulunduğu derin krizin ve gezegen üzerindeki insan kaynaklı baskının farkına vararak, bu durumun değişmesi için eyleme geçmek.

Gezegenimiz harekete geçmemiz için bize sesleniyor! Bu çağrıyı yanıtsız bırakıp hep birlikte yok oluşa mı sürükleneceğiz, yoksa harekete mi geçeceğiz? Geleceğimizi kendi içimizde bu soruya vereceğimiz yanıt belirleyecek.

Rüzgar Doğaç Nacak

Kaynakça:

--

--

habitatdernegi
habitatdernegi

Dijitalleşen dünyayla uyumlu, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen güçlü ortaklıklar temelinde, kapasite geliştirici sosyal etki odaklı bir STK’dır.