Ne Bilmek İstediğini Biliyorum
Normandia Hitler’in ve Avrupa’nın kaderini belirleyecek tarihi bir dezenformasyona sahne oldu. Üstelik bu savaşa yeni bir oyuncu daha katılmıştı, bilgisayar Colossus. Günümüz standartlarında, adına da yakışacağı gibi hantal bir dev, kesinlikle fazlası değil. Peki ya, ilk bir kaç örnekten birisi nasıl olur da savaşın kaderinde büyük bir role soyunabilir?
Aslına bakılırsa cevabı kablolarında veya bir kaç ampulünde de saklı değil, cevabı mühimmatında saklı. Ham bir güç, bilgi… Colossus’un direk ulaşabileceği veya müdahil olacağı bir bilgi ağı yoktu, böyle bir şey için belki de biraz daha zaman gerekliydi. Sadece şifreleri kırıp bilginin özünü keşfede biliyor. Belki biraz daha fazlası, bilgiyi şifreleyip düşman ağına bırakıla bilecek formata çeviriyordu. Düşman ağı? Standartlarımızda değildi belki ve daha çok analog bir ağ ancak hali hazırda bir iletişim ağı mevcuttu ve Colossus bu ağada dezenformasyona sebep olabiliyordu. Daha ilk bilgisayarda niyetimiz açıktı aslında, sadece bilmek değil ona hükmetmek. Ne demiştik “Ne de olsa ilk Colossus’tan bu yana dünya çok değişti?” .
Oskar MOROLES, 4 Ocak 2008 günü Facebook sayfasını tamamlayıp uyumaya gitti. Kalktığında grubuna katılan 1500 kişi olmuştu bile, böyle bir şey beklemiyordu kaç kişi katılır diye hesap yapmadan açtığı bir gruptu o kadar. Belki insanlar için çağrısı bir örnek olurdu, daha fazlasını düşünmedi… Ancak rakam sürekli artıyordu ilk haftanın sonunda 100.000 üye olmuş, bir ayın sonunda ise 400.000 üye. One Million Voices against FARC sayfası ile büyüyen bu hareket ile, kırk ülkede iki yüz şehre yayılan 12 milyon dolayında insanı harekete geçirmiş, sadece Bogota’da 1,5 milyon insan caddeleri doldurmuştu.
Açılan bir savaşsa eğer, Oskar MOROLES ‘in düşmanı oldukça acımasızdı. Bahsedilen düşman, Kolombiyan’nın yüzde 40’ına hakim, adam kaçırma, cinayet, uyuşturucu ticareti ve fazlasıyla sabıkalı bir terör örgütü FARC. Yıllardır adına laf eden herkesin ya vurulduğu yada kaçırıldığı bir atmosferde nasıl olur da bu kadar insan bir araya gelebilir bu güce karşı durabilirdi üstelik ne bir silahları nede düşmanları gibi savaşma niyetleri vardı. Rüzgar artık tersine dönmüştü, ne Kolombiya Hükümeti böyle bir şey planlamıştı nede FARC böyle bir güce karşı hazırlıklıydı. Dengelerin değiştiği bir çağ, artık bireylerin güçlü olduğu ve örgütlene bildiği daha özgür bir dünya…
Bölüm 2 : Ne kadar özgür…
Cep telefonu kullanan herhangi birimiz, 30 yıl önce ki bir Amerikan başkanın sahip olduğu bilgi ağından fazlasına sahip. Teknoloji hayatımızı ne kadar kolaylaştırdığı ve insanlara ulaşmayı da bir o kadar kolaylaştırdığı aşikar, peki ya teknoloji sadece iyi insanlara mı hizmet ediyor? Belki de kontrol öncesi bir ilkin nimetleriydi yaşadığımız süreç. Vietnam Savaşında Tet saldırısı sonrasındaki dönemde geleneksel medyanın rolünü ve daha sonrasında neye hizmet ettiğini bir düşünün. Daha kötü bir senaryo ise köklü bir kontrol sisteminin ön görülebilir yan etkilerinden faydalanıyor oluşumuz.
Vietnam Savaşını televizyon yüzünden kaybettik. Çünkü Vietnam Savaşı tarihte televizyondan naklen yayınlanan ilk savaştı.
Lyndon B. Johnson
Elbette teknoloji sadece iyilik için çalışmıyor, bir arkadaşınızın keşfettiği bir cafe yi Google Maps ile bulmaya çalışırken, bir terörist saldırısını gerçekleştirmek üzere hedefini bulmak adına kullanıyor, sizler bir yardım kampanyası için sosyal medyayı kullanırken, kötü niyetli bir hareket ise kendine taraftar toplamakla meşgul. Gittiğiniz havalı mekanlarda check-in yaparken bir hırsız durumunuzu takip ediyor olabilir. Üstelik karşı koyduğumuz sistemlerde artık bağışıklık kazanıyor. İnsanların örgütlenmesine karşı, internetin fişini çekmek gibi bir ilkellikten, popüler hashtag ler altında bilgi kirliliği oluşturan ekiplere kadar gelişim gösterdi. Bu bilgi ağını hangi amaçla kullanırsanız kullanın artık aynı mühimmatı kullanan bir rakibiniz var.
Çekirge sever misiniz bilmem ancak çekirge tüketen bir toplumda dünyaya gelmiş olsaydınız, patates cipsinden pekte farklı olmadığını düşünebilirdiniz. Peki ya kişisel mahremiyetin daha esnek olduğu bir kültürde dünyaya gelmiş olsaydınız, gizlilik sizin için ne ifade ederdi? Son gittiğin yer, son yediğin yemek, sevgilin ile aranda geçenler, matematik hocan ile ilgili güzel düşüncelerin, ruh halin, yarın için planların vs.. bunları sadece psikologun ile mi paylaşıyorsun? Peki bu bir sorun mu ? Çekirge yemek, seven için bir sorun teşkil etmiyorsa kendi rızası dahilindeki esneklik o kadar sorun teşkil edebilir. Yeni nesil tam olarak böyle bir atmosferi soluyor. Bu denli bir esneklik ise artık yadırganacak bir şey gibi gözükmüyor. Sizden zor kullanarak alamayacağımız bir çok bilgiyi kendi rızanız ile paylaşıyorsunuz ve artık bu çok doğal. Ayrıca aramızda hala kişisel mahremiyetine önem verenler olabilir. Belki Facebook sayfasını açmasının tek sebebi de mahalle baskısıdır veya çevresinde olan biteni takip ediyordur. Belki de ilgisini çeken sadece oyunlardır. Peki ya Twitter ? Önemli değil sana ait olmayan bir profil resmi ve bir takma isim ile gelen özgürlük…
Açık kimliğinin altında olmadıktan sonra istediğini özgürce paylaşa biliyorsun. Hatta kimliğinde pek bir önemi yok, nede olsa bu işlere bakan kuzenlerimiz var. Peki gerçekten bunu başarabiliyor muyuz? Eğer Gmail kullanıyorsanız lütfen posta kutunuza gidip bir göz atın, reklamlar ilginizi çekiyor olabilir mi? Çünkü onlar sizin aramalarınıza, e-mail metinlerinize dayanıyor. Facebook ise sizlerin ve arkadaşlarınızın ilgilendikleri ne varsa. Pekte paylaşımcı olmanıza gerek yok anlaşılan. Peki reklamlar mı bizi tedirgin etmesi gereken… Hayır ancak son dönemde yaşananlardan rahatsız olmadıysanız eğer, bu ya sizlerin olayların vahametini kavrayamamış olmanızdan yada pekte umursamıyor olmanızdan. Bunlardan hangisi veya başka ne olabilir bilmiyoruz ancak başrol oyuncularında ki pişkinliğin nedenlerinden birisini teşkil ediyor olduğu aşikar. Üzerine konuşulacak bir o kadar şey olmasına rağmen, fazla detaylandırmadan yüzeysel olarak değineceğim. Amerika’da ki PRISM skandalı duymuşuzdur sanırım. ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın bir programı olan PRISM ile, aklınıza gelecek her türden iletişim ağlarının takibe alınması ve bunların tek bir çatıda toplanıyor olması yeteri kadar özgürlüğünüze katkı sağlarken bir de buna ortak olan Google, Facebook, Apple, Dropbox, Yahoo, Microsoft gibi şirketleri düşünelim. Bunların arasında, hizmetlerinden faydalandığınız bir şirket var mıydı ? Sürecin en trajikomik kısmı ise adı geçen şirketlerin direndik, direniyoruz tarzı açıklamaları olmalı…
Peki tüm teknolojik zımbırtılarımızı parçalayıp, dağlara, ormanlara gitmeye ne dersiniz?.. Tabi ki sorunun çözümü bu olmayacaktır alıştığımız ve bağlandığımız yeni bir kültür yeni bir dünya. Tüm bunlarla birlikte bu yeni dünyanın tamamıyla karlarla kaplı olduğunu ve izimizi kaybettirmenin bir o kadar güç olduğunu unutmayalım. Bilgiye ulaşmanın nedenli kolay olduğu bu sistem içerisinde doğru bilgiye ulaşmamız ise bir o kadar zor. Peki tüm bunların dezenformasyon ile ilişkisi nedir ? İlk makaleden hatırlayalım, psikolojik bir yatkınlığımız vardı, doğrulama önyargısı (Confirmation bias). Kendi çevremizi fikirlerimiz çerçevesinde çizdiğimiz bir yatkınlık. Peki bu eğiliminize uygun bir enformasyon sağlarsam sizlere, bunun doğru bir bilgi mi yoksa dezenformasyon amaçlı bir içerik mi olduğunu o denli az sorgularsınız . Kısacası ne bildiğinizi biliyorum ve ne bilmek istediğinizi de biliyorum. Aynı fikirler etrafında gruplar oluşturan bir davranış sergiliyoruz ve bu gruplara ait bireyleri tanıyorum öyleyse istedikleri içeriğe uygun dezenformasyon oluşturmam yerli olacaktır. Eğilimlerinizi bilmek bile grupları kontrol edebilmek için fazlasıyla yeterli gözüküyor. Peki ya böyle bir ortamda nasıl olur da doğru bilgiye ulaşabiliriz? Yeni çağın altın kuralı paranoya… Ne de olsa ilk Colossus?tan bu yana dünya çok değişti?