15 Temmuz’da Ne Oldu, Ne Oluyor, Ne Olacak?

Gürman
Helmuth Von Moltke
Published in
11 min readJul 17, 2016

1. NE OLDU?

15 Temmuz 2016 akşamı, Emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Akın Öztürk liderliğindeki bir grup subay TSK içerisinde ayrı bir cunta oluşturarak, TSK ve Hükümete el koyma girişiminde bulundu.

Fethullah Gülen Örgütü’ne bağlı olan bu subaylar, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akın’ı kaçırdılar, [1] Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral İlhan Şanver’in kızının İstanbul’daki düğününde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın da dahil olduğu bir çok generali rehin aldılar. [2]

Üst düzey komutanların rehin alınmasından sonra veya buna paralel olarak, Org. Akın Öztürk’ün damadı Hava Pilot Kurmay Yarbay Hakan Karakuş komutasında bulunan Ankara Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığı 141. Filo’da yer alan F-16’ların kaldırılması ile darbe girişimi başladı. F-16’ların uzun süre havada kalabilmesi için İncirlik Hava Üssü’nden KC135R tipi iki tanker uçak görevlendirildi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki üst düzey komutanların İsyancılar tarafından kaçırılması, üs ve filoların hızlı reaksiyon vermesini önledi.

Fethullah Gülen Örgütü’ne mensup olan ve Org. Akın Öztürk komutasındaki bazı subayların emirleriyle Boğaz Köprüsü ve FSM trafiğe kapatıldı, tanklar sokaklara çıkartıldı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga rehin alındı, Emniyet Genel Müdürlüğü, TBMM ve bazı başka hedeflere yönelik saldırılar yapıldı.

Olayın ilk dakikalarından itibaren TSK içinde bulunan yüksek rütbeli komutanlar ile daha önce TSK içerisinde yer alan ancak Balyoz, Ergenekon ve sair davada yargılanarak ordudan uzaklaşmak zorunda bırakılan eski subaylar bu girişimin Fethullah Gülen Örgütü’ne bağlı şahıslarca yapıldığı tespitini yaparak, bunu kamuoyuyla paylaştılar. Bu yolla, TSK içerisinde emir komuta zinciri içerisinde yer alan unsurların girişime katılması engellendi, halkın da konu hakkında bilgi sahibi olması sağlandı. [4]

Kuvvet Komutanları rehin olmasına rağmen, Ordu Komutanlarının ve subay kadrosunun büyük kısmının bu terör eylemine aktif olarak mukavemet etmesi, darbecilerle işbirliği içerisine girmemesi, bozulan emir komuta zincirine sahip çıkarak görevlerinin başında durması ile bu girişim akamete uğradı ve başarısız oldu. Örneğin Akın Öztürk Cuntasına mensup Tuğgeneral Semih Terzi yanında 20–30 kişilik bir grupla Özel Kuvvetler Komutanlığı’na gelerek buranın komutasını cebren devralmak istedi, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakalllı’nın emir subayı ise bu sözler üzerine Semih Terzi’ye ateş açarak kendisini öldürdü. Bu şekilde Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın darbe girişiminde bulunanların eline geçmesi engellendi. Bir çok noktada gözüken bu direniş, darbenin başarısız olmasına neden oldu. [Ayrıca Bakınız: Metin Gürcan, Bir Darbe Girişiminin Anatomisi — T24]

2. NEDEN BU EYLEM “TİYATRO” GİBİ GÖZÜKÜYOR?

Hepimizin alıştığı ve bildiği darbe mekaniği, emir komuta zinciri içerisinde yapılan hükümete el koyma girişimidir.

Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları öncülüğünde başlayan hareket, Ordu Komutanları ve diğer subayların katılımıyla icra edilir.

Böyle bir operasyon planlı, düzenli ve disiplinli yürür.

Dolayısıyla bizler planlı, düzenli ve disiplinli bir darbe girişimine alışığız.

Halbuki buradaki girişim emir komuta zinciri içerisinde yapılmış bir hükümete el koyma girişimi değil. Burada Fethullah Gülen bağlantılı bir grup subay, TSK’ne karşı da bir kalkışma yaparak, terör eyleminde bulunuyor.

Bütün terör eylemlerinde olduğu gibi eylem düzensiz, plansız ve kaotik. Terör eylemine kalkışanların ellerindeki araçlar ve kullandıkları asker sayısı, TSK envanteri ve personelinin çok küçük bir kısmı. Bu araçlar ve imkanlar koca bir ülkeye el koymak için yetersiz ancak herkesi ayakta tutmak ve ülkeyi büyük bir krize sokmak için yeterli. Ellerinde hiçbir terör örgütünün bu zamana kadar sahip olmadığı ana muharebe tankı, asker, F16 ve Kobra helikopteri gibi araçlar var. Dolayısıyla darbe girişimi için çok hafif ancak ülkeyi büyük bir krize sokabilmek için yeterli araçlarla yapılan bir terör eylemiyle karşı karşıyayız.

Bu bir tiyatro değildi. Bu düzmece de değildi. Bu hükümete el koymak için yetersiz ancak kaos yaratmak için son derece güçlü araçlarla donanmış bir grubun yaptığı terör eylemiydi.

Bu eylemi gerçekleştirenler Kara Kuvvetleri ve Jandarma Komutanlığı’na hakim olmadıkları için sabaha karşı askerleri sokağa sürerek sokak ve şehir güvenliğini ellerine alamadılar, yeterli personel sayısına sahip olmadıkları için illerdeki valiliklere, kaymakamlıklara, medya kuruluşlarına ve stratejik hedeflere baskın yapamadılar, ellerinde yeterli araç olmadığı bir iki yol dışında hiçbir yolu kapatamadılar. Darbede görülen eksiklikler, olayın terör eylemi olduğunun da delilidir.

Toplumda “darbe girişiminden” beklentiler ile bu terör eylemi arasındaki uçurum, insanların bu girişimi tiyatro olarak nitelendirmesine neden oldu.

Ancak komplo bir olayı izah ederken başvurulması gereken son araçtır. Bu olaya bakarak, Tayyip Erdoğan’ın neticede güçleneceğinden ve arzuladığı başkanlık sistemine kavuşacağından korkarak bu eylemin yine Erdoğan tarafından tasarlandığını iddia etmek de sağlıklı bir düşünce değil. Birincisi, böyle bir operasyon için TSK içerisinde hakim durumda olan çok fazla aktör olması, bu aktörlerin bir kısmının kaçırılmayı, diğer kısmının kaçırmayı, bir kısmının uçaklara kumanda etmeyi ve hatta çevreyi bombalaması gerekiyor. Bu kadar insanı sonunda tutuklanacakları böyle bir operasyona ikna etmek veya bunun gizli kalması mümkün değil.

İkincisi, Tayyip Erdoğan’ın böyle aktif bir terör eylemine de ihtiyacı yok. Son derece küçük bir grubun herhangi bir hedefi vurması, bir suikast girişiminde bulunması veya Emuhtıra vermesi de aynı sonucu üretebilirdi. Dolayısıyla böyle büyük bir komplo kurup örneğin Sahil Güvenlik Komutanı ve YAŞ üyesi bir Orgeneral’in tutuklanması yerine, çok daha küçük zayiat ile de bu iş kurtarılabilirdi.

Üçüncüsü bir olayın bir şahsa yaraması o olayın o şahıs tarafından bilerek kurgulandığını göstermeye yetmez. Şahıslar ellerindeki araçlarla karşı karşıya kaldıkları durumlardan istifade edebilirler. Bundan yararlanarak, kendi amaçları doğrultusunda olayı şekillendirebilirler. Erdoğan’ın bu olay üzerinden kazanabileceği her şeyi kazanmak için elinde yeteri kadar araç var. Erdoğan bugün 317 milletvekilini, 500 milyarlık bütçesi olan bir hükümeti, 81 ilde Emniyet Müdürlüklerini, Valilikleri, Kaymakamları, 225’in üzerinde sivil toplum kuruluşunu, ulusal yayın yapan 30’un üzerinde televizyon kanalını, 1 milyon 500 bin trajlı 16 gazeteyi, 8 milyon 500 bin üyesi olan AKP’yi, 3 tane think tank kuruluşunu, 5’in üzerinde kamuoyu araştırma kuruluşunu yöneten tek otorite. Elindeki bu araç setiyle ve mobilize edebileceği kaynaklarla herhangi bir siyasetçi böyle bir girişimi kendi lehine bir süreç olarak yönetmeye çalışır. Üstelik bütün bu araçlara rağmen Tayyip Erdoğan’ın ne kazandığı da belirsiz. Kendisine çok yakın insanlar bu terör eylemi sırasında öldürüldü, büyük beklentilerine rağmen darbenin etkin olduğu anlarda sokağa ancak çok küçük bir grup insan çıktı, böyle bir girişim olduğu zaman Genelkurmay Başkanı’ndan bile haber alamadığı, kendi Genel Sekreterini bile koruyamadığı hatta kendisini korumak için bir uçak bile kaldıramadığı görüldü. TSK içerisindeki unsurlar darbe girişimine engel olmasa, Erdoğan büyük zorluklarla karşı karşıya kalacaktı. CHP, MHP ve HDP’nin Meclis’e giderek darbeye karşı tavır alması ve bu girişimin herhangi bir toplumsal tabanla buluşmasına engel olması da terör eylemcilerini izole etti. Bu dakikadan sonra kendi kitlesini mobilize etmesi de anlamlı bir oy artışı sağlamayacak. Belki şu anda yaşananların hissettirdikleri ile Erdoğan bir miktar oy artışı yaşayabilir, ancak bu oy artışını genel süreç içerisinde de kazanabilirdi, dolayısıyla böyle bir eylem yapmasına hiç gerek yoktu. Bu olay tiyatro değil, hepimizin maruz kaldığı ancak elindeki araçlar nedeniyle bazılarının daha kazançlı çıktığı bir eylem olarak tanınmalı.

3. BUNDAN SONRA NE OLUR?

Pakistanlaşma, Suriyelileşme, Mısırlaşma veya başka bir senaryo. Hepsi mümkün.

Erdoğan Türkiye’de rejim değiştirmek istiyor ve buna mecbur.

Hala açılmayı bekleyen 17/25 Aralık dosyası, Gezi Olaylarında yaşananlar, PKK ile yürütülen süreç, İran Ambargosu’nun delinmesi, İŞİD, El Nusra ve bazı tekfirci terör grupları ile bağlantıları hala yargılanmayı bekliyor.

Erdoğan bu soruşturmaları sonsuza kadar engelleyemez. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresi dolduktan hemen sonra mahkemeye ifade vermeye gittiği düşünülürse, Erdoğan’ın kendisini koruma kalkanına ne kadar ihtiyacı olduğu da ortada.

7 Haziran’da çıkan sonuç her şeyin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterdi. O tarihte bir koalisyon kurulması halinde TBMM serbestçe çalışmaya başlayacak, hükümeti kuran partilerin anlaşması halinde, 276’dan fazla milletvekili sahibi oldukları için bütün bu dosyalar açılacak, Erdoğan’ı bugün koruyan idare ise ister istemez yeni hükümetin emir ve komutları doğrultusunda çalışacaktı. Erdoğan bu sebeple bu koalisyonu engellemek için her şeyi yaptı. Bir daha da böyle bir olayın gerçekleşmesine izin veremez.

Ayrıca Erdoğan’ın dış dünyada yalnızlaşması, sevilmeyen hatta uzak durulan bir aktör haline gelmesi de Erdoğan’ın güvenlik ihtiyacını arttırıyor. İsrail ve Rusya ile atılan adımlar uluslararası toplumla yeniden uzlaşı çabası olarak okunabilir, Erdoğan’ın “benimle hala çalışabilirsiniz” mesajı olarak yorumlanabilir ancak kuşkusuz çok yetersiz.

Erdoğan’ın kendisini güvende hissetmesi için Türkiye’nin anti demokratik, insan haklarını tanımayan, yargının tarafsız ve bağımsız olmadığı, otoriter bir ülke olması gerekiyor. Ancak bu halde Erdoğan tam olarak güvende olabilir, ancak bu halde dış dünya Erdoğan’a mahkum olabilir, içeride kalan tek aktör kendisi olunca, ister istemez kendisi de daha güvenli oluyor.

Erdoğan bu rejimi “daha dindar, muhafazakar” bir devlet olarak tanımlayabilir, Türkiye’nin İslamcılaşmasını bir dava olarak gören kitleler ve grupların desteğini alabilir, ancak şüphesiz vaat ettiği asla kuralları belirli bir şeriat devleti de değil.

Erdoğan ancak diktatörlük ile kendisini kurtarabilir.

Bugün bunu kurmak için ise rejimi değiştirmesi gerekiyor. Rejim değişikliği hiçbir zaman hafif bir olay değildir. Rejim değişikliği anayasal, hukuksal bir düzenleme olmasının yanı sıra, milyonlarca memurun çalıştığı idari yapılanmayı bütünüyle etkileyen, 79 milyonun hayatını biçimlendiren ve devletin dış ülkelerle olan ilişkisini yeni bir hatta sokan önemli bir olaydır. Böyle büyük sosyal, ekonomik, politik ve psikolojik etkileri olan değişiklikler, yumuşak bir şekilde yapılamaz.

Bugün halkın çok büyük bir kısmı Başkanlık sistemine karşı çıkıyor ve AKP bir anayasa değişikliğini mümkün kılacak çoğunluğa ulaşamıyor.

Dolayısıyla Erdoğan bu saatten sonra elindeki tüm araçlarla toplumu buna mahkûm ve mecbur etmek zorunda.

Rejim değişikliği bir form değişikliğidir. Bütün form değişiklikleri için ekstrem koşullara ihtiyaç vardır. Demir ateşe girmeden çelik olmaz. Dibe vurmadan yeni düzen kurulmaz. Yeni bir toplumsal uzlaşma kurulması, büyük çaplı olayların etkisiyle olur. Yani bu yemeğin pişmesi için bir iç çatışma gerekiyor.

Toplumsal kutuplaşmanın artması, toplumsal kesimler arasındaki çatışmanın süreklileşmesi, paramiliter organizasyonların oluşması, milliyetçi muhafazakar kesimler ile diğer kesimlerin sürekli çatışmaya girmek için provoke edilmesi, HDP’lilerin dokunulmazlığının referanduma götürülmesi, Taksim’e Cami, Gezi Parkı’na kışla gibi olaylar ile bu çatışmaya uygun koşulların üretilmeye çalışılması da zaten bunu gösteriyor.

Erdoğan’ın bugüne kadar “İç savaş çıksın ezeriz” dediği iddiasını yalanlamaması ise zaten denebilecek olanları özetliyor. [5]

Dolayısıyla bu olay Erdoğan açısından iki temel şeyi gösterdi.

Birincisi, emir komuta zinciri içerisinde yapılacak bir darbe girişimini engelleyebilecek hiçbir aktör yok. Üstelik bu darbeyi yapanların Washington ve uluslararası toplum tarafından destekleneceği, meşru hükümet olarak kabul edileceği kesin. TSK’nın bugün bu organizasyonel kapasiteye sahip olup olmadığı tartışılabilir. Bir kesim Fethullahçı Subayların tamamen silinmesiyle TSK’nın bu kapasiteye tam olarak kavuştuğunu ve rahatladığını söylüyor, bir başka kesim Ordu’nun içerisinde büyük bir güven sorunu olduğunu, ortak eylem yapma becerilerini kaybettiklerini ifade ediyor. Her halükarda ortada hala bir TSK olgusu var ve ne yapabileceklerini bilmiyoruz.

İkincisi, Erdoğan’ın böyle bir durum karşısında güvenebileceği hiçbir güvenlik mekanizması da bulunmuyor. Olay bitmesine rağmen sokaklara inen toplam kişi sayısı henüz Gezi olaylarına bile yaklaşamadı. Olay sırasında ise tüm ülkede neredeyse toplam 100 bin kişi sokaktaydı. Olayın TSK emir komuta zinciri içerisinde yapılmadığı, Fethullahçı bir eylem olduğu anlaşılmasına ve Emniyet ile Diyanet’in tüm çabalarına, mesajlarına rağmen gece 3 veya 4 sularında sokaklar hala Gezi’den çok daha boştu. Kendisini iktidara taşıyan esnaflar, küçük memurlar ve ortalama muhafazakarlar kendi reflekslerine uygun davrandılar. Bu zamana kadar Erdoğan’a her zaman yardımcı olan şey bu kitlenin sokak olaylarına katılmaya isteksiz olması ve bunları “anarşik” bulmasıydı. Bugün aynı kitle, aynı nedenle, evinden çıkmadı.

Dolayısıyla Erdoğan’ın TSK’yı paralize etmeye, işleyemez hale getirmeye, devlet idaresini tam olarak elini almaya, kitlesini de radikalleştirip mobilize etmeye ihtiyacı var. Elinde de buna uygun araçlar var.

  • Yaşadığı olay nedeniyle yapılan her türlü tutuklama ve gözaltı FETÖ ile bağlantılı olduğu için toplum vicdanında kabul görüyor. Dolayısıyla sınırsız bir çek var ve bunu kullanacaktır.
  • Türkiye’de yargı yok, basın yok, emniyet yok, istihbarat yok, TSK da paralize halde. Varolan ve güçlü gözüken tek şey kendisi. Her ülkede güce göre oy kullanan ve yön alan insanlar vardır. Sağ kesimler arasında bu daha yaygın bir davranış biçimidir. Dolayısıyla Erdoğan’ın kitlesi genişleme eğiliminde.
  • Toplumun sinir uçları iyice uyarılmış vaziyette. PKK ve IŞİD saldırıları, ekonomide yaşanan sorunlar, siyasi sistemin her gün yeni bir kriz çıkarması toplumu huzursuz ve mutsuz ediyor. Güvenlik ihtiyacı yüksek. Erdoğan huzur vaat edebilir ve bu pek de yabana atılacak bir hediye değil. Ülke nefes almak istiyor.
  • Özellikle AKP’ye oy vermeyen kesimlerde yaşanan demoralizasyon ortaya avantajlı bir koşul çıkartıyor. Güvenecek hiçbir şeyi kalmadığını, kendisinin bu ülkede yabancı veya ezilen bir grup olduğunu, başına büyük felaketler geleceğini haklı olarak düşünen bu kitle, bugün aktif bir şekilde mukavemet edebilme gücünden de yoksun. Öfke birikmesinin sonuçlarını öngöremeyiz ancak araçsızlık, örgütsüzlük ve dağınıklık hali bu kitleyi vurmuş durumda. Üstelik bu kitlenin asgari müşterekte buluşarak geniş koalisyonlar kurma becerisinin darlığı da hareket imkânını azaltıyor. Depresyonda ve dağınık bir insanla kavga etmek açıklamaya gerek duymayacak kadar avantajlı.

Yani bundan sonra Erdoğan süreklileşmiş darbe rejiminden çıkarak, rejim örme faaliyetine doğru yürüyecek ve yürümek zorunda. Zaman kısıtlı. Olaylar hızlanıyor. Frekans artıyor. Ya Türkiye’de yeni bir rejim kurulacak ya da yeni bir dönem açılacak. Öyle veya böyle bildiğimiz anlamda Türkiye Cumhuriyeti sona erdi.

4. NE YAPMALI?

- Oyun tahtasını anlamak. Hipotezler olan olay ve olguları açıklamak içindir. Olgularla hipotezler çatıştığı zaman olgular yok sayılmaz, hipotez yenilenir veya düzeltilir. Yani izleyelim ve görelim. Sinyalleri anlamaya, oyun tahtasının nasıl kurulduğunu yüreklilikle görmeye çalışalım. Bariz olan bir tek şey var Türkiye çok kötü bir döneme giriyor ve bizi felaketler bekliyor.

- Kendimizi muhafaza etmek ve korumak. Gelecek olan kasırga ve sonrasında varolabilmek için muhafaza stratejileri üzerine düşünmek, bireysel varlığımızı tehlikeye atabilecek adımlardan uzaklaşmak önemli bir konu. Bir şeye faydalı olmak için önce varolmak gerekiyor.

- Mümkün olan en geniş koalisyonun kurulması. Yeni rejimi durdurabilecek olan şeylerden biri de mümkün olan en geniş demokrasi koalisyonunun kurulması. Bugün sağcı, solcu hiç farketmez, demokrasi üzerine uzlaşan, diktatörlük altında yönetilmek istemeyen, kendisini 20 yaşındaki Mehmetçiğin kafasını keserek öldüren katillerle aynı grup içerisinde görmeyen, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde demokratik bir hukuk devleti içinde yaşamak isteyen herkesin uzlaşı ve ortaklaşma çabası içerisine girmesinde fayda var. CHP’li, MHP’li veya HDP’li, ne olursa olsun hepimizin hayatını tehdit eden büyük tehlikeye karşı “yaşama hakkı” kapsamında birleşebiliriz. Game of Thrones’daki gibi “White Walkers” geldiği zaman hangi dünya görüşünden olduğunuz çok fark etmiyor.

- Gerçekçi olmak. Gandalf gelmeyecek. Superman bizi kurtarmayacak. Neo filmin sonunda uçmayacak. Mustafa Kemal Samsun’a çıkmayacak. Kimsenin elinde sihirli bir değnek yok. Elimizde kendimizi savunma araçlarımız sınırlı.

Bugün Türkiye hukuk devleti bakımından Kırgızistan, Tanzanya ve Zambiya’nın gerisinde 102 ülke arasında 80’inci sırada. Bir yargı yok.

Bugün Türkiye basın özgürlüğü bakımından 180 ülke arasında 151’inci sırada. Diktatörlükle yönetilen Gambiya, Burma ve Etiyopya da daha özgür bir basın var. Yani, bir basınınız yok. Sağlıklı, normal bir bilgi alamazsınız.

Bugün Türkiye’de toplumsal gösteri hakkı yok, örgütlenme hakkı sınırlı, adil yollardan hak arama hürriyeti bir şaka konusu ve insanlar korku içerisinde yaşıyorlar.

Korkulacak çok fazla şey, bir şeyi değiştirebilecek pek az araç ve ülkenin sürüklendiği bir yol var.

Her Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde yazdığı gibi ne yazık ki yanımızda bir havlu bulundurmak da bizi kurtarmayacak.

Bu ahval ve şeraitte yapılabilecek en akıllıca şey, bölünmeyi engellemek, sakin olmak, bizden olanı korumak, taleplerimizi sadeleştirip, en geniş şekilde yeniden bir araya gelmek.

Umarım başarabiliriz.

Çünkü eğer başaramazsak, bilelim ki bunlar daha bizim iyi günlerimiz.

EKLER

İlker Başbuğ

Mehmet Ali Çelebi

--

--