AKP VE MHP’NİN TEKLİFİ: KUVVETLER BİRLİĞİNE DAYANAN, ÜÇÜNCÜ SINIF BİR DİKTATÖRLÜK.

Gürman
Helmuth Von Moltke
Published in
10 min readDec 12, 2016

AKP ve MHP uzun süre üzerinde müzakere ettikleri anayasa değişikliği teklifini TBMM’ye sundu. “Türk tipi” Başkanlık sisteminin ne mene bir şey olduğu da böylece ortaya çıktı. 21 maddelik teklif değerlendirildiği zaman bunun bir sistem değil, rejim değişikliği olduğu ve istenilen rejimin de üçüncü sınıf bir diktatörlük olduğu açıkça gözüküyor.

1- TEKLİF İLE REJİM DEĞİŞTİRİLİYOR

Rejim siyaset biliminde bir ülkedeki hükümet biçimini, devlet kurumlarının ve idarenin yetkilerini, bu kurumların toplumla olan ilişkisini belirtir. 1923 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti parlamenter sistem ile yönetilen anayasal bir devlettir. 1946’ta çok partili hayata geçilmiş, o tarihten itibaren hükümetin nasıl seçileceği, yetkileri, idari organların görev ve yükümlülükleri, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin temel ilkeleri çerçevesinde belirlenmiştir.

Örneğin Türkiye’de hükümetin nasıl kurulduğu bellidir. Yapılan serbest seçimler sonucunda oluşan parlamentoda çoğunluğa sahip olan hükümet kurma yetkisini alır, kabineyi milletvekilleri arasından oluşturur ve TBMM’nin onayı ile göreve başlar. Hükümet kuvvetler ayrılığı kapsamında hem yasama hem de yargı denetimine tabidir. Yasama organı gensoru, araştırma, soruşturma, yazılı soru önergesi gibi araçlarla denetim yetkisini kullanırken, yargı da hukuki denetimden sorumludur.

AKP ve MHP tarafından önerilen teklif ile parlamenter sistem ortadan kaldırılıyor. Yürütme organı tek başına Cumhurbaşkanı’na bağlanıyor. Yürütme organının yetkileri ve idarenin bütünü de Cumhurbaşkanı’nın keyfine bırakılıyor. Yasama organının Cumhurbaşkanı üzerindeki bütün denetim yetkisi kaldırıldığı gibi, yargı da yapılan düzenleme ile Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Böylelikle, bütün kuvvetlerin fiilen tek elde toplandığı diktatöryal bir rejim kuruluyor.

2- TEKLİF KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNİ TAMAMEN ORTADAN KALDIRIYOR

AKP sözcüleri aylarca televizyon ekranlarında aynı hikayeleri anlattılar. Başkanlık rejimine kategorik olarak karşı çıkmak yanlıştı, Başkanlık sistemi ile kuvvetler ayrılığı en güçlü şekilde yaşanacaktı, hukuk daha da bağımsız olacaktı. Şapka düştü ve kel göründü. Teklifte kuvvetler ayrılığının zerresi yok.

Meclis Cumhurbaşkanı kontrolünde

Teklifle Cumhurbaşkanı’na parti üyesi olma hakkı tanınıyor. Cumhurbaşkanı bir partinin Genel Başkanı olabiliyor ve Genel Başkanlığın tüm yetkilerini kullanma hakkı kazanıyor. Bir başka ifadeyle teklifle Cumhurbaşkanına mensubu bulunduğu partinin bütün milletvekillerini yazma ve belirleme hakkı tanınıyor. Böylelikle yasama oranı bütünüyle Cumhurbaşkanı’nın ve yürütme organının kontrolüne alınıyor.

Yargı Saray’a bağlanıyor

Teklifle ayrıca HSYK ve Anayasa Mahkemesi’ne seçim usulü de değiştiriliyor. HSYK’da üyelerin yarısının Cumhurbaşkanı, kalan yarısının da TBMM tarafından atanması öngörülüyor. Pratikte teklif ile HSYK’nın yarısını Cumhurbaşkanı sıfatıyla, yarısını da Parti Genel Başkanı sıfatıyla aynı kişinin atamasının önü açılıyor. Anayasa Mahkemesi üyeleri 15’e düşecek ve 3 üyeyi TBMM kalan 12 üyeyi ise Cumhurbaşkanı atayacak. Bu düzenleme ile Yargı tüm kademeleriyle Cumhurbaşkanı’na bağlanıyor.

Yasama, yürütme ve yargı bütün kuvvetler doğrudan tek elde Cumhurbaşkanı’nda toplanıyor.

3- TEKLİFLE MECLİS’İN KAPISINA KEPENK VURULUYOR. MECLİS’İN BAKANLAR KURULUNU DENETLEME YETKİSİ KALDIRILIYOR, DENGE VE DENETİM SİSTEMİ TAMAMEN YOK EDİLİYOR.

Teklifle milletvekili sayısı 600’e çıkartılırken, ara seçimlerin yapılmasını engellemek ve bağımsız milletvekili seçimini zorlaştırmak için yedek milletvekili uygulaması da öneriliyor.

Milletvekilleri seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aynı gün yapılmasıyla da Meclis’in en ufak bir inisiyatif alanına sahip olmasını engelliyor. Cumhurbaşkanı’na verilen oyun, milletvekili seçimlerinde de aynen verileceği hesap edilerek, Meclis’te her zaman Cumhurbaşkanı’na bağlı ve onun tarafından belirlenen bir çoğunluk olması teminat altına alınıyor. Bu durumun değişmesinden o kadar korkulmuş ki, aynı zamanda Cumhurbaşkanı’na milletvekili seçimlerini fesih yetkisi verilerek, herhangi bir farklılıkta, Cumhurbaşkanı’nın seçmen iradesini de “yeniden düzenlemesi” mümkün hale getirilmiş.

Teklifin 6’ıncı maddesiyle Meclis’in Bakanlar Kurulu’nu ve Bakanları denetleme yetkisi kaldırılıyor. Böylelikle her demokratik rejimde olan yasama organının yürütme organını denetleme görevi de bu düzenleme ile ortadan kaldırılıp, denetimsiz, keyfi bir yönetim modeli ortaya çıkartılıyor.

Teklifin 7’inci maddesiyle Meclisin gensoru yetkisi de elinden alınıyor. Genel görüşme yeniden tanımlanıyor ve devlet faaliyetlerini ilgilendiren konularda genel görüşme açılması engelleniyor. Teklifle ayrıca yazılı sorunun kapsamı daraltılıyor ve yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’na yazılı soru sorulması da engelleniyor. Böylelikle TBMM’nin ikincil yollarla bile millet adına yürütme organını denetlemesi imkansız hale geliyor.

Führereid

4- CUMHURBAŞKANI’NA ORDUYU TEK TARAFLI KULLANMA YETKİSİ DÂHİL DİKTATÖRLÜK YETKİLERİ VERİLİYOR.

AKP ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı teklif Cumhurbaşkanı’na hiçbir demokratik ülkede olmayan olağanüstü yetkiler tanınıyor.

Tekifle yürütme yetkisi, doğrudan bir kişiye Cumhurbaşkanı’na veriliyor. Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve Bakanları tek taraflı olarak atayabiliyor veya görevden alabiliyor. Böylece Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar tek bir kişiye karşı bağlı, millete karşı sorumsuz, birer idari müdür statüsüne indirgeniyor.

Führereid Maddesi

Führereid Nazi döneminde Alman Ordusu’nun doğrudan Führer’e bağlılık yeminiydi. Teklifin 9'uncu maddesiyle bu yemine gerek kalmıyor. Cumhurbaşkanı’na milli güvenlik politikalarını tek taraflı belirleme yetkisi verilmesinin yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kullanma yetkisi de tanınıyor. Mevcut Anayasa’da parlamenter sistemin kendi dinamikleri içinde 92'inci maddeyle sınırlanan bu yetki, Meclis Bakanlar Kurulunu bile denetleyemeyen sembolik bir makama dönüşeceği için fiilen uygulanamaz halde. Böylece bu ülkenin ordusunun fiilen bir kişinin ordusu haline dönüşmesi, TSK’nın bir kişinin keyfine bağlı olarak işleyen bir kurum haline gelmesi ihtimali doğuyor.

5- CUMHURBAŞKANI, CUMHURBAŞKANI YARDIMCILARI VE BAKANLARIN SORUŞTURULMASI FİİLEN İMKÂNSIZ HALE GETİRİLİYOR

Teklifi getirenler soruşturmadan ve denetimden o kadar korkuyor ki, 15 üyesinin 12’si Cumhurbaşkanı tarafından atanan AYM’nin önüne çıkmamak için fiilen imkansız bir eşik üretmişler. Göreviyle ilgisi olsun olmasın, Cumhurbaşkanı hakkında ancak salt çoğunluk ile önerge veriliyor, beşte üç çoğunlukla yani 360 milletvekili ile soruşturma komisyonu açılıyor ve üçte iki çoğunlukla yani 400 milletvekili ile Cumhurbaşkanı Yüce Divan’a sevk edilebiliyor. Bu çoğunluğa erişilmesi maddeten imkansız. Dolayısıyla herhangi bir Cumhurbaşkanı’nı sokakta birine tecavüz etse, elleriyle bir insanı boğsa veya bütün hazineyi çalsa bile yargı önüne çıkartma imkanı kalmıyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar için de görevleriyle ilgili suçlardan aynı durum geçerliyken, bu şahıslar görevleriyle ilgili olmayan suçlarda da yasama dokunulmazlığına sahip oluyor. Bakanlar görevleri bitse bile ancak bu yolla yargılanabileceği için fiilen yolsuzluk yapan bir Bakanı yargılamak imkânsız. Böylelikle bakanlar yolsuzluk yapmaları yönünde yasal bir zırha da sahip oluyor.

6- MİLLETE AİT OLAN YASAMA VE HUKUK KURALI KOYMA HAKKI BİR TEK KİŞİYE VERİLEREK GASP EDİLİYOR.

Bir ülkede uygulanacak olan kuralları millet adına seçilmiş temsilcilerden oluşan Meclis “yasama organı” sıfatıyla belirler. Bu sistemin temel nedeni, milli iradenin ifadesi anlamına gelen kanun ve her türden düzenlemenin geniş bir kamuoyu tarafından denetlenmesi, milletin tüm unsurlarıyla sürece dâhil olmasıdır. Hukuk kuralları böylelikle geniş bir toplumsal uzlaşı ve kontrolden sonra ortaya çıkarak uygulanır. Önerilen sistemle binlerce yıllık insanlık tarihinin bu birikimi de ortadan kaldırılıyor. Cumhurbaşkanı’na yürütme organı ile ilgili kararname adı altında her türlü hukuki düzenleme yapma yetkisi, adeta “irade-i seniye” denilebilecek bir krallık keyfiyeti veriliyor.

7- TEKLİF İLE ÖNERİLEN SİSTEM DEMOKRATİK BİR BAŞKANLIK SİSTEMİ DEĞİL, BAAS, SADDAM VEYA FAŞİST MUSSOLİNİ REJİMİ

Başkanlık sistemiyle yönetilen ABD, yarı başkanlık ile yönetilen Fransa veya Uruguay, Güney Kore gibi demokratik bir sisteme sahip Başkanlık rejimlerinin hiçbirinde bu kadar büyük bir güç yoğunlaşması yok. Kuvvetlerin sert ayrılığına dayanan Başkanlık rejiminde tam aksine yürütme organının çok güçlü bir şekilde denetlenmesini sağlayan mekanizmalar kurulmuş durumda. Bu ülkelerde hukuk sistemi tamamen bağımsızken, yasama organı da yürütme organından bağımsız durumdadır. Böylelikle yasama ve yargı organı büyük yetkiler kullanan yürütme organını denetler.

Teklif ile yasama ve yürütmenin her türlü bağımsızlığı ortadan kaldırılıyor, Cumhurbaşkanı’na olağanüstü boyutta yetkiler verilerek tüm kuvvetler tek bir kişide (yürütme organı da doğrudan kendisine bağlı olan) Cumhurbaşkanı’nda toplanıyor. Faşist Mussolini veya BAAS rejimlerinde görülen bu yöntem ile Türkiye demokratik bir ülke olma özelliğini kaybediyor ve alenen faşizan bir diktatörlük haline dönüştürülüyor.

Bu arada Saddam Hüseyin yönetiminde de seçimler olduğunu hatırlatmak lazım.

8- TEKLİF İLE MHP TABELA PARTİSİNE DÖNÜŞEBİLİR

Teklifin öngördüğü sistem ile milletvekili seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri aynı gün yapılacak. Bu sistemde MHP’nin Cumhurbaşkanı adayının ikinci tura kalması mümkün değil. Pratikte MHP’li seçmen iktidarı belirlemek için AKP veya CHP’nin adayına oy vermeye mecbur olacak. Bu haliyle seçmenler MHP’den başka partilere oy verme alışkanlığı kazanacak. Seçim aynı gün olduğu için birçok MHP seçmeni Cumhurbaşkanı adayı olarak kime oy veriyorsa ona oy verecek ve MHP yüksek ihtimalle yüzde 10 barajının altında kalacak. Bu haliyle teklif geçerse, MHP oylarını AKP ve CHP aralarında bölüşürken, MHP de gittikçe bir tabela partisi haline dönüşebilir. Buna rağmen Devlet Bahçeli’nin böyle bir teklife neden ve nasıl evet dediği muamması ortada duruyor.

9- BU TEKLİF İLE NE İSTİKRAR GELİR, NE EKONOMİK KALKINMA SAĞLANIR NE DE TERÖRLE DAHA ETKİN MÜCADELE EDİLİR.

AKP sözcüleri Başkanlık sistemi ile ekonomik kalkınmanın artacağını veya terörle daha etkin mücadele edileceğini anlatadursun bu teklif ile ekonomik herhangi bir kalkınma sağlanması mümkün değil.

Teklif ile öngörülen sistem bütün kuvvetlerin tek elde toplandığı, hiçbir yargı bağımsızlığı veya denge denetleme mekanizmasının bulunmadığı bir diktatörlük. Bu şekilde yönetilen ve adına Başkanlık sistemi denilen Gambiya, Zambiya, Zimbabve, Sudan gibi diktatörlüklerin hiçbirinde ekonomik bir gelişme yaşanmadı. Tam aksine etkin bir hukuk sistemi olmadığı için yolsuzluklar arttığı, mülkiyet hakkının ihlaline yol açan keyfi uygulamalar yaygınlaştı, yatırımcıların mülkiyet hakkı korunmadığı için yatırımlar azaldı ve neticede yoksulluk ve işsizlik oranları arttı. Bu teklifin geçmesi halinde Türkiye’nin de ekonomik bir çöküşe sürükleneceği ortada. Tasarruf oranları düşük olan, işsizlik oranını düşürmek ve genç nüfusuna istihdam olanakları sağlamak için yatırıma bağlı olan Türkiye, bu teklifin geçmesiyle herhangi bir yatırım alamayacağı ve dış finansmanını sağlayamayacağı için, tarihinde görmediği kadar büyük bir ekonomik kriz ile karşılaşabilir.

Önerilen rejimin terörle mücadele ile de herhangi bir ilgisi yok. Teklif ile güvenlik güçlerine verilmiş herhangi bir fazladan yetki veya imkan bulunmuyor aksine bütün güvenlik mekanizması tek bir kişinin şahsına ve keyfine veriliyor. İstihbaratı enişteden alan, yaverini bile doğru düzgün seçemeyen, PKK ve FETÖ tarafından aldatılıp kandırıldığını söyleyen bir kimsenin seçilmesi halinde terörle mücadelenin eskisinden de beter bir şekilde yürütüleceğini söylemek yanlış olmaz. Burada özellikle altını çizmek lazım, eğer bu teklif 2007 döneminden sonra uygulanmış olsaydı, bugün ülkede 15 Temmuz saldırısını engelleyecek hiçbir mekanizma Türkiye’de kalmayacaktı.

Dahası teklif ile demokratik ortam daha da kısıtlandığı, sivil siyaset alanı daraltıldığı, bütün kuvvetler tek elde toplandığı için daha yüksek düzeyde istikrarsızlık beklenebilir. Bütün siyasetin tek bir kişinin menfaatleri doğrultusunda şekillendiği, bütün siyasi oyuncuların da ona olan yakınlığı ile siyaset hiyerarşisinde yer alabildiği böyle sistemlerde radikalleşme eğilimi yüksek olduğu gibi, saray entrikaları da artacak, neticede bütün diktatörlükler ve krallıklar gibi sistem kendi içine çökme fazına girecektir.

Bu sistemin Türkiye’ye istikrar getirmesi mümkün olmadığı gibi toplumsal tansiyonu çok daha yüksek bir seviyeye çıkartacağı için ülkenin toplumsal olarak bölünmesi sonucunu da üretebilir.

Bütün bunların tek bir gösterge ile ispatlanması mümkün. Aşağıda yer alan tabloda BM tarafından belirlenen en az gelişmiş 47 ülke yer alıyor. Bu ülkelerin 36'sı AKP ve MHP’nin önerdiği sisteme benzer bir sistemle yönetiliyor. (Bkz: Doğrulukpayı)

10- TEKLİF İLE II. MAHMUD İLE BAŞLAYAN ANAYASALLAŞMA VE ÇAĞDAŞLAMA SÜRECİ SON BULUYOR, PADİŞAHLARIN SAHİP OLMADIĞI YETKİLER BİR KİŞİYE VERİLİYOR, TÜRKİYE OTORİTER BİR ÜÇÜNCÜ SINIF ÜLKEYE DÖNÜŞÜYOR.

Türkiye II. Mahmud’dan beri anayasal rejim kurarak, çağdaşlaşma yolunda ilerleyen bir ülkedir. II. Abdülhamid 20 Mart 1877 tarihinde ilk Meclis’in açılışında yaptığı konuşmada bu durumu şöyle anlatıyor:

“Büyük pederim Sultan Mahmud Han merhûm, devletimizin birkaç asırdan beri uğradığı düşüş ve gerilemenin nedeni olan nizamsızlığı ve yeniçeri problemini ortadan kaldırıp devlet ve millet varlığını zarara uğratmış olan bozukluk ve karışıklık nedenlerini gidermiş ayrıca günümüz Avrupa medeniyetinin ilk önce ülkemize girebilmesi için bir kapı açmıştır. Babam Abdülmecid Han merhum da bu izde giderek ahalimizin can, mal, ırz ve namusunun korunmasına kefil olan Tanzimat Fermanı’nı ilan etmiştir. İşte o günden sonra ülkemizin ticaret ve ziraatı genişlemiş, devletimizin gelirleri az vakitte bir kat daha artmıştır. İhtiyaç duyduğumuz yenilikler için kanun ve nizamlar hazırlanıp ilmin ve fennin de yaygınlaşması sağlanmıştır. ………….

Medeniyet âleminin mevcut gelişmesine yetişemememizin nedeni; ıslahat, kanun ve nizamlara devam edilememesinden ve işlerin meşveretle halledilememesindendir. Hâlbuki medeni devletlerin ilerlemiş olmasının ve memleketlerinin emniyet ve bayındır halde bulunmasının en önemli nedeni, yapılacak iş ve hazırlanacak kanunlarda herkesin fikrinin alınmasındandır. Bundan dolayı bizde de ilerlemenin bu yolda aranılmasını ve memleket kanunlarının herkesin oylarıyla belirlenmesini gerekli gördüm ve Kânûn-ı Esâsî’yi ilan ettim.”

II. Abdülhamid 1877 yılında Meclis’in neden açıldığını ve Anayasa’nın neden kabul edildiğini çok yalın bir şekilde ortaya koyuyor.

• Devletin birkaç yüzyıldır uğradığı gerilemenin nedeni medeniyetten uzak olmasıdır
• Avrupa medeniyetine (çağdaş uygarlık) yetişilmesi için yenilenme ve reform süreci yapıldı.
• Siyasetin ve kanunların ortak akılla belirlenmemesi nedeniyle çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılamadı.
• Anayasal parlamenter rejime, siyasetin ortak akılla belirlenmesi, kanunların herkesin fikri alınarak yapılması için geçildi.

Bu teklif bu ilkelerin tamamına aykırı. Teklif ile 200 yıldır süren, milletin egemenliğin temel sahibi olduğu, vatandaşların temel hak sahibi insanlar olarak ülkeleri tarafından yönettiği sistemden vazgeçilmekte, egemenlik fiilen bir kişiye verilmekte, milletin de plebisitlerle bunu onaylaması beklenmektedir.

AKP ve MHP’nin verdikleri bu teklif, Türkiye’nin 200 yıllık tarihine bir hakaret, 200 yıldır atılan her adımı da tersine çevirmeye çalışan bir gerilemedir.

SONUÇ

Çok basit şeylerden bahsediyoruz. 300–400 yıldır kabul edilen şeylerden.

Devletler bir kişinin mülkü değildir. Devletler halk tarafından, halka hizmet etmek için kurulan örgütlenmelerdir.

Kuvvetler yani yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanınca ortaya mutlak monarşiler veya diktatörlükler çıkar. Tarih bize gösteriyor ki denge ve denetlemenin olmadığı böyle rejimlerde insanların temel hak ve özgürlükleri kaybolur, adalet işlemez hale gelir, devlet Louis’nin veciz ifadesinde ifade ettiği gibi “bir kişinin mülkü” haline dönüşür. Bütün insanlar artık onun kulu olur, hakları kaybolur, insanca yaşamak imkansız hale gelir.

İnsanlık bu acı tecrübelerden ders aldı. Fark etti ki haklarını koruması ancak kuvvetler ayrılığı ile mümkün. Demokratik sistemin temeli hak sahibi olan vatandaşların bu haklarının korunması ve önündeki engellerin kaldırılmasıdır.

Bu teklif ile ülke bir kişinin gayri menkulü, devlet bir kişinin şahsına bağlı bir örgüt, haklar da bir kişinin insafına bırakılmış bir takım alanlar olarak kalıyor.

Bütün ülke hiç kimse tarafından denetlemeyecek, yasama, yürütme ve yargı bütünüyle kendisine bağlı bir tek adamın insafına bırakılıyor.

Medeni bir millet için bu önerilen bir teklif değil ancak hakarettir.

Böyle bir teklifle medeni bir milletin karşısına çıkıp da kazanan bir kişi yoktur.

Böyle tekliflerin karşısında evet diyen milletlerin başına da felaket dışında bir şey gelmedi. Hitler, Mussolini, Franco ve bütün o “güçlü” diktatörler ülkelerine yoksulluk, sefalet ve savaş dışında bir şey getirmedi.

Bu hakarete hayır demek, haklarımızı korumak, açıkça mücadele etmek zorundayız.

Yüzlerce yıllık ilerlemeye sırtımızı dönüp, orta çağ karanlığına, popülist siyasal İslamcı bir Baas rejimine düşmemek için hepimizin üstüne görev düşüyor.

Kazanacağız.

--

--