Bizim insanımız neden et yiyemez, terör neden bitmez?

Gürman
Helmuth Von Moltke
Published in
7 min readAug 10, 2015

--

Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçılar Birliği Derneği (BESD-DİR) 2013 yılında bir rapor açıkladı. Rapora göre dünyada kişi başına et tüketimi ortalama 38,7 kilogram, AB ülkelerinin kişi başına et tüketimi 77,1 kilogram, Türkiye’de kişi başına et tüketimi ise sadece 32,6 kilogram. Yani ortalama bir Alman bizden 2 kat fazla et tüketiyor, çocuklarını çok daha iyi besliyor.

Ziraat Mühendisleri Odası’na ait bir başka veri ise çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor. 1980 yılından bu yana Türkiye’de nüfus %70'in üzerinde (yaklaşık 44 milyondan 77 milyona) artmasına karşın, toplam hayvan varlığımız 85 milyondan 57 milyon başa düşerek %32 düzeyinde azaldı. 1980 yılında bu ülkede 15 milyon 894 bin sığır vardı, bugün bu rakam 14 milyon 899 bin. O tarihte 48 milyon koyunumuz vardı, 32 milyon koyunumuz kaldı. Bunu böyle söyleyince ilginç oluyor ama hiç iyi bir havadis değil, artık bu ülkede kişi başına daha az sığır var. [1]

Türkiye’de asgari ücret net 949 lira. Bir kilo kuzu etinin fiyatı 45, kıymanın fiyatıysa 37 lira. [2] Asgari ücretle ancak 25 kilo kıyma alınabiliyor. TÜİK’e göre Türkiye’de ortalama konut kirası 650 lira. [3] Yani asgari ücretle çalışan bir insan kirada oturuyorsa, bir ayda eline ortalama sadece 300 lira para geçiyor. Onunla da ancak 8 kilo kıyma alabiliyor. Başka hiçbir harcama yapmasa 2 çocuklu bir ailenin günlük et tüketimi en fazla 266 gram. Her çocuğa 66 gram et düşüyor.

Ortada bir sorun olduğu gözüküyor. Yeteri kadar et üretemiyoruz, gelir düzeyimiz çok düşük ve bu yüzden yeteri kadar et yiyemiyoruz. Peki neden?

1- Akılcı politikalar yok.

Bizde sandıktan çıkan her konuda her şeyi biliyor, istediği gibi at koşturuyor. Herhalde “sandıktan birinci çıkmış bir partinin lideri sosyolojiyi de bizden öğrenecek değil.” Tarımıysa hiç öğrenmez. Ülkenin en stratejik sektörlerinden tarım sektörü hakkındaki kararlar siyasi otorite tarafından hiçbir rasyonel gerekçeye dayanmadan, sadece o siyasi partinin siyasi ajandasına göre alınıyor. Yani siyasi parti, tarım bakanlığının bütçesini sadece oy maksimizasyonu hedefine göre şekillendiriyor. Neticede tarım sektörünün gerektirdiği yapısal dönüşümü sağlayacak, çağın gereklerine uygun akılcı politikalar değil, siyasi iktidarın kısa vadeli hesaplarını tatmin etmeye yönelik uygulamalar önem kazanıyor. Tarım bakanlığının bütçesi “Türk öküzü yetiştirmek” gibi uygulamalara giderken, sektörün beklediği sübvansiyonlar doğru bir şekilde belirlenmiyor. Demek ki birinci önceliğimiz belli. Hamasetle yol yürünmüyor. Akılcı politikaları talep etmek, hamasete de prim vermemek zorundayız.

2- Merkez — Yerel ilişkisi bozuk

Tarım politikasının oluşmasında merkezi idare tek yetkili. Hükümet alabildiğine sınırsız. Akılcı politikaları hayata geçirmek yerine bütün politikasını kısa vadeli çıkarlarına göre belirlemesinde şaşılacak bir şey yok. Herhangi bir konuda merkezi otoriteyi mutlak yetkili hale getirirseniz evrensel kural işler: İktidar çürür, mutlak iktidar mutlak çürür. Akılcı politikaların oluşması için siyaseti bu kararları almaya zorlayacak merkez — yerel ilişkisinin yeniden organize edilmesine ihtiyaç var. Yerel yönetimler hizmet yönünden seçmene en yakın noktadalar. Dolayısıyla seçmenlerin beklentilerinden en hızlı şekilde etkileniyorlar. Yerel yönetimlerin yetkisini ne kadar artıp, kendi alanlarında tarım politikalarını destekleme / belirleme hakkı elde edilirse, yerel yönetimler de bu konuda o kadar stratejik karar alabilme hakkına sahip olur. Her alanda olduğu gibi siyasette de rekabet hizmet kalitesini arttırır. Farklı partilerden yerel yönetimler başarılı tarım politikaları ile merkezi hükümeti de yeni ve kapsamlı bir tarım politikasına zorlarlar. Türkiye’de tarımın gelişmesini istiyorsak, merkez yerel ilişkisini yeniden düzenlemek zorundayız.

3- Sivil toplum güçsüz

Yeteri kadar et yiyemiyoruz, et fiyatları çok yüksek ancak bu konudaki huzursuzluk siyasete neredeyse hiç aksetmiyor. Seçimlerde birinci çıkan parti, bu konuda hesabı ancak 4 yıl sonra veriyor. Seçim döneminde de konu et fiyatları değil, daha güncel meseleler (Twitterdan Sümeyya’ya suikast) ve 4 yıllık birikim oluyor. Yani vatandaşın bu tip günlük sorunları siyasete ancak dolaylı olarak ve genelde birikimli “mutsuzluk hali” olarak yansıyor. Halbuki güçlü bir sivil toplum kuracağı lobi ile siyaseti hemen etkileyebilir. Siyasetçiler üzerinde baskı kurarak doğru tarım ve hayvancılık politikalarını talep edebilir. Peki sivil toplumu ne etkiliyor? Türkiye’de örgütlenme özgürlüğü demokratik toplumlara yakışmayacak derecede düşük bir seviyede. Kanuni alt yapı, örgütlenme özgürlüğünün doğru bir şekilde kullanılmasını engelliyor. Devletin bakış açısı ve uygulamaları da sivil toplum alanını daraltıyor. Sivil toplum örgütlerine katılanlar takip ediliyor, fişleniyor, hükümeti eleştirenler “darbecilik”ten, “uluslararası örgütlerin yerli ajanları” olmaya varan çeşitli “vatan hainliği” suçlamaları ile karşılaşıyor. Memurlar, işçiler hükümetin gadrine uğrama korkusu nedeniyle sivil toplum örgütlerine katılamıyor, insan kaynakları daralan sivil toplum örgütleri de hem yeterli finans olanaklarına kavuşamıyor hem de seslerini duyuramıyor. Toplantı ve gösteri özgürlüğü de biber gazı ve orantısız şiddetle sınırlandığı için sivil toplumun sesini duyurabileceği hiçbir aralık kalmıyor. Ucuz et yemek istiyorsak yapacağımız şey belli. Sivil toplumu güçlendirmek, toplantı ve gösteri özgürlüğü alanını açmak, örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldırmak zorundayız. Başka türlü siyaset üzerinde baskı kurma aralığımız kalmıyor.

4- Siyasi partiler ve seçim sistemi toplumu dışlayıcı

Çocuklarımıza kuru ekmek değil, pirzola yedirmek istiyorsak siyasetin sesimizi duyması lazım. Siyasetçiler TBMM’de gerekli düzenlemeleri yapacak, yasal alt yapıyı oluşturacak, yasama denetimini kullanarak hükümeti denetleyecek ki gereken akılcı adımlar atılabilsin ve bir de neticede istediğimiz olanaklara kavuşalım. Halbuki bugün bir milletvekilinin “vatandaş çocuğuna kuru ekmek yediriyor” diye dertlenmesini, hükümeti denetlemesini, bu alanda inisiyatif ve risk almasını gerektirecek hiçbir şey yok. Milletvekillerini halk değil siyasi parti liderleri seçiyor. Dolayısıyla vekillerin hesap vermesi gereken yer millet değil, siyasi parti genel başkanları oluyor. Milletvekilleri de bu yüzden halkın dertleriyle dertlenmek yerine genel başkanların dertlerine derman olmak için mücadele ediyor. Siyasi sistemimizi değiştirmeden, halkın siyasete daha fazla katılabilmesinin önünü açmadan ve seçim sistemini değiştirmeden sistemi kalıcı bir şekilde değiştiremez, sofralarımızın bereketini arttıramayız. Ağız tadıyla güzel et yemek istiyorsak, siyaset sistemini de değiştirmek zorundayız.

5- Basın özgürlüğü yok

Ortalama bir Brezilyalı bile bizden 3 kat fazla et yiyor ama bunu yazan yok. Çünkü memlekette basın özgürlüğü bulunmuyor. Hükümeti eleştirecek yayın yapanlar takibata uğruyor, hapse atılıyor veya işsiz kalıyor. Hükümete yandaş olanlarınsa zaten böyle bir derdi yok. Onlar pespembe bir tabloyu sürekli sunmakla görevlendirilmiş adeta propaganda elemanı gibi çalışıyorlar. Neticede kamuoyu doğru bilgilendirilmiyor, milyonlarca insanın yaşadığı bu büyük sorun görünürlük kazanmıyor, siyasetin de sorun çözmek için gereken motivasyonu oluşmuyor. Basın özgür değilse, millet doğru düzgün et bile yiyemiyor!

6- Hukuk yoksa pirzola da yok!

Her şeyin başı adalet. Temel hak ve özgürlükleri tanıyan ve herkesin haklarını adil bir şekilde aramasına imkan veren bir hukuk devleti yoksa ne yapsanız boş. Kaynaklarınız israf edilebilir, kötü kullanılabilir, örgütlenme özgürlüğünüz gasp edilirken, sesini çıkartacağınız basın kuruluşlarının da birer birer sessizliğe büründüğünü görebilirsiniz. Kanunlar nasıl yazılırsa yazılsın onları koruyacak ve uygulayacak olan işleyen bir hukuk sistemidir. Adalet mekanizması çalışmıyorsa kalan hiçbir şey çalışmaz. Hukuk sistemini yenilemeden, en iyi düzenlemeleri bile yapsak, bu hakları koruma gücünden mahrum kalacağımzı için en başa geri döneriz. Hukuk olmadan pirzola da yiyemezsiniz.

Bu ülkede yaşayan insanlar Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da yaşayan insanlar daha az kıymetli değil. Bu ülkenin çocukları da aynı beslenme olanaklarına sahip olsun istiyorsak da yapacaklarımız belli. Hamaset yerine akılcılığı ödüllendirmek, merkez ile yerel yönetimler arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemek, sivil toplumu güçlendirmek, siyasi partiler ve seçim sistemini değiştirmek, basın özgürlüğünü koruyarak, işleyen bir hukuk sistemi kurmak zorundayız.

Bütün bunlar olmazsa sadece pirzoladan mahrum kalmıyoruz, toplumsal barış ve huzurdan da yoksun kalıyoruz. Anti demokratik, baskıcı bir rejimde, gasp edilmiş bir adalet mekanizması ve sansüre maruz kalmış bir basın ile yola devam edemeyiz. Bu kafayla bizim insanımız et de yiyemez, bu ülkede terör de bitmez..

Bu kafayla bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan benzersiz bir fakirliğin, başka ülkelerin cehennemi olacak bir sefaletin ortasında yaşamaya mahkum oluyor. Hakları tanınmayan veya korunmayan, haklı taleplerini meşru yollarla iletemeyen insanlar, zulme ve zorbalığa maruz kaldıkları için isyan ediyor, başka hiçbir yol kalmadığı için ölü gibi yaşamak veya ölümü göze alarak hareket etmek zorunda kalıyorlar.

Bu sistem kendi kendini korumak için çocuklarımızı birbirine düşürürken gelen tabutlarla hamasete dayanan bir zihniyet kendi kendisini besliyor. Her şehit haberinde akıl kaybediyor, duyguların yoğunluğu altında insanlar bir kez daha öfke ve intikama sarılıyor.

Sürekli artan çatışma ortamı ekonomik gelişmemizi de engelliyor. Toplumsal barış ve huzur olmadığı için ülkemiz daha az yatırım alıyor, potansiyelimizin altında oranlarda büyüyor, yapısal reformları yapamıyor, insanlarımıza daha az istihdam olanağı sağlıyoruz. Fakirlik zincirine mahkum hayatımız geçip gidiyor.

Eğitim, sağlık ve adalette imkanlarımızı geliştirmeye ayrılabilecek kaynaklar savunmaya, silaha, mermiye gidiyor. Çocuklarımızı daha iyi olanaklarla eğitmeye ve onlara nitelik kazandırmaya gidecek paralar, çocuklarımız birbirini daha iyi öldürsün diye bombalara boşaltılıyor.

Kaynaklarımızı kötü kullanıyoruz. Hamaset zincirlerine saplanıp kalıyor, fakirlik döngüsüne hapsoluyor, birbirimizin canını almak için kafa yoruyor, hep birlikte iyi yaşamak için gereken enerjiden mahrum kalıyoruz.

Bir ülkede akılcı politikaları oluşturacak mekanizmalar, doğru düzenlenmiş bir merkez ve yerel yönetim ilişkisi, basın özgürlüğü, demokratik bir siyaset rejimi, güçlü bir sivil toplum ve hukuk devleti varsa pirzola da yiyebilirsiniz, çocuklarınıza iyi bir eğitim de verebilirsiniz ve barış içerisinde yaşarsınız.

Ancak bunlar yoksa maasanızdan giden sadece pirzola olmuyor, özgürlükleriniz de baskıcı yönetimler tarafından gasp ediliyor, toplumsal barış bozuluyor, çocuklarınız da birbirine diş bileyerek hayatını geçiriyor.

Hiçbir şey birbirinden bağımsız değil. Bu ülkeye demokrasi lazım. Boşa değil, sürekli aynı şey tekrar ediliyor, demorkasiye hava kadar su kadar muhtacız. Sadece ölmemek için değil, insanca yaşamak için.

[1] http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=23449&tipi=17&sube=0

[2] http://www.maksadistihdam.com/haber/2994/bir-kilo-kiyma-37-lira

[3] http://www.emlakmetrekare.com/2015/08/10/turkiyede-ortalama-konut-kiralari-ne-kadar/

--

--