Düşman oklarının gösterdiği yerde

Gürman
Helmuth Von Moltke
Published in
4 min readOct 30, 2015

AKP’nin yeni propaganda cümlesi sosyal medyada yayılıyor.

Bir tane de güzel görsel hazırlamışlar, milletvekilinden yandan gazetecisine, trollünden bot hesabına hepsi bunu paylaşıyor.

İmam Şafi’ye ait bir söz. Kendisine “Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız” diye sormuşlar, şöyle cevap vermiş: “Düşman okunu takip edin, o sizi hak ehline götürür.”

Arkasından artık alıştığımız bir potpori. “Almanya, İngiltere, ABD, CIA, MOSSAD, İsrail AKP’ye karşıysa bizim nerede durmamız gerektiği bellidir.”

Bu slogandan çıkartacağımız iki nokta var.

Birincisi AKP kendi tabanını motive edemiyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra yapılan analizlerin önemli bir kısmında “Küskün AKP’lilere” yer verildi. Buna göre, 7 Haziran seçimlerinde daha önce AKP’ye oy vermiş önemli bir seçmen grubu partisine karşı bir kırgınlık yaşamaya başladı. Oy verecek başka bir parti de bulamayan bu dindar veya geleneksel muhafazakâr kitle de sandığa gitmeyerek AKP’ye bir “uyarıda” bulundu. Bu kitlenin tekrar sandığa giderek AKP’ye oy vermesi halinde AKP için kritik eşik olan yüzde 44’ün aşılacağı ve 276’nın üzerinde milletvekili sayısı ile AKP’nin bir kez daha iktidar olacağı ifade ediliyordu. AKP 1 Kasım seçimlerine yönelik stratejisini de temelde bu seçmen grubu üzerine kurdu. “İlk günkü aşkla” sloganı AKP’nin fabrika ayarlarına dönme isteğini ima ediyor, bu seçmen grubuna da “uyarını anladık” mesajını vermeyi hedefliyordu. Beklenilen bu seçmen grubunun yeniden motive olarak sandığa gitmesiydi ama seçime 2 gün kala anketler bu konuda hiçbir başarı gösterilemediğini ortaya koyuyor. Ali Babacan’ın dediği gibi “tablo rahat gözükmüyor.”

Bu da çok normal. Daha önce AKP’ye oy verip 7 Haziran’da AKP’ye oy vermeyen geleneksel muhafazakârların ve dindar seçmenin rahatsızlıklarının neler olduğu bütün araştırmalarda gözüküyor.

Bu seçmenler parti içerisinde tek adamlaşmadan rahatsız. Yolsuzlukların üstünün kapatılmış olmasından rahatsız. Ekonomide 8 yıldır devam eden durgunluktan ve özellikle Ocak ayından beri artan dolar kurundan rahatsız.

7 Haziran’dan beri bu alanda hiçbir değişim olmadı. Aksine AKP içindeki tek adamcılık ve birey kültü 7 Haziran’dan sonra daha da ortaya çıktı. AKP artık Davutoğlu’nun Genel Başkan seçildiği kongrede kendi listesini bile yazamadığı bir parti. Partinin ağır topları ise AKP’den gittikçe uzaklaşmakta. Abdullah Gül’ün rahatsızlığını cemil cümle alem biliyor. Bülent Arınç da katıldığı bir televizyon programında “birilerine karşı sevgimi kaybetmiş olabilirim” derken, TRT ve yandaş kanallarda ambargolu olduğunu bile ifade etti. 17/25 Aralık AKP’nin hala kırmızı çizgisi. Ekonomideki durgunluk ve geriye gidiş dolar kurunun 3 TL seviyesine çıkmasıyla derinleşti. Bütün bunların üstüne geleneksel sağ seçmenin altın buzağı olan “huzur ortamı” da bozuldu. Artık Türkiye’nin başkentinde katliam yaşanıyor, ülkenin doğusunda ise her gün gencecik çocuklar ölüyor. Bu manzaraya iş dünyasını korkutan el koymaları, kayyum kararlarını ve tehditleri de ekleyin, AKP 7 Haziran’da oy vermeyen geleneksel sağ seçmene artık kimsenin ciddiye almadığı “koalisyon olursa istikrar bozulur” tehdidi ve rüşvet kabilinden birkaç vaat dışında bir şey sunamıyor.

Peki geriye ne kaldı? Geldik ikinci noktaya. AKP’nin seçmenine ajitasyon dışında sunabileceği hiçbir şey kalmadı.

AKP “büyüyen bir ekonomi” vaad edemiyor, “huzur ortamı” vaad edemiyor, “sıfır terör” vaad edemiyor, tek adamlaşma, yolsuzlukla mücadele hiçbiri hakkında ağzını bile açamıyor.

Onun yerine şunu söylüyor: “Kâfirler bize karşı, sen de dindarsan gel bize oy ver.”

Bu mesaj AKP’nin kendi seçmen tabanının zekasını ve adanmışlığını “yeni yetme” trollerle eşit gördüğünden başka ne gösterebilir?

Eğer “ABD, Almanya, İngiltere AKP’ye karşı” diye dindar seçmenin buraya yöneleceği vehmediliyorsa, AKP kendi tarihini unutmuş demektir.

ABD, Almanya, İngiltere Saddam Hüseyin’e de karşıydı. 2003 yılında AKP ABD, Almanya, İngiltere, İsrail ve cemil cümle alem ile birlikte Saddam Hüseyin’e savaş açmak için Meclis’te tezkere geçirmeye çalışıyor, Tayyip Erdoğan da kapalı grup toplantılarında ikna odaları kuruyordu.

ABD, Almanya, İngiltere Kaddafi’ye de karşıydı. AKP Libya’ya müdahale çağrılarında bulunuyor, NATO harekete geçsin diye kampanya yürütüyordu.

ABD, Almanya, İngiltere Bin Ali’ye de karşıydı. AKP Tunus’ta rejimin değişmesi için hepsiyle ittifak kuruyor, kafir oklarının yanına kendi okunu da koyup Bin Ali’nin göğsüne göğsüne saldırıyordu.

ABD, Almanya, İngiltere Mübarek’e de karşıydı. Erdoğan da hiç boş durmuyor, Mübarek’e görevi bırakması için çağrıda bulunuyor, “bizler faniyiz, çekil git” diye bağırıyordu.

ABD, Almanya, İngiltere “vesayet rejimi”ne de karşıydı. AKP yurtdışına çıkıyor, demokratikleşmeden bahsediyor, “eski zihniyetin tasfiyesi” ile Brüksel’de prim toplamaya çalışıyordu.

Yani “düşman” oku hangi yöne gittiyse AKP hep tam aksi yönde durdu. “Düşman” okunun hedefinde kim varsa bir darbe de AKP vurdu.

7 Haziran’da oy vermeyen AKP seçmeni de bütün bunları da hatırlıyor. Onlar da politikanın bu kadar basit bir denklemden ibaret olmadığını, haksızlık ve hukuksuzluk yapanların kendilerine destek bulmak için türlü mazeret uydurabileceğini ancak bunun insanları tatmin etmediğini görüyor. O yüzden de AKP bugün artık bu kadar ucuz numaralara başvuracak kadar söylemini aşağı doğru çekiyor.

Bunlar çaresizlik alameti. Eğer bu kadar iptidai bir söylemden medet umulacak hale geldiyse gemi batıyor demektir.

1 Kasım’a 2 gün kaldı. AKP yönetimi kendisini alıştırsın, 7 Haziran’da bir devir bitti, bir daha geri dönmeyecek, öyle yükler var ki, omuzlar kaldırmıyor.

--

--