TANZİM, KAVALALI MEHMET PAŞA VE HALİMİZ

Gürman
Helmuth Von Moltke
Published in
6 min readFeb 13, 2019

Bugünlerin önemli konusu. Kelime düzenlemek anlamına geliyor. 16 yıl bir ülkeyi tek başına yönetmiş bir iktidarın sokakta patlıcan satmaktan utanç duyması gerekirdi, heyhat bizde öyle değil. Büyük bir alım ve çalımla yeni meydan muharebesi miting meydanlarından duyuruluyor. Herhalde Hirohito Çin’e savaş açtığında bu kadar gururlu değildi.

Düşmanlarımız kabzımallar, toptancılar, marketler. Elimizde ithal patlıcanlar, domatesler, soğanlar, tanzim yerlerine doğru yığın yığın koşacak ve hükümetimize oynanan bu büyük oyunu da evelallah bozacağız.

16 yıl sonra neden bu ülkede tanzim yerleri kuruluyor, neden bu kuyruklar oluşuyor, neden bu ülke artık soğanı, buğdayı bile ithal ediyor diye soran sorgulayan olursa işte yüzde 95’i tek ses bir basın. Matbaalar zangır zangır çalışacak, gazeteler çarşaf çarşaf yazacak, TV kanallarında saatlerce soğan, sivri biber, patlıcan fiyatlarındaki artışın nasıl bir saldırı olduğu tartışılacak. Mazlum depocular vatan haini ilan edildi, manavlar terörist, aracılar kökü belirsiz bir takım odaklar. Bu suçlamalar gök kubbeye kadar ulaşacak, ta ki hükümetimizin bu işlerde hiçbir sorumluluğu olmadığı, aksine gariban halkı korumak için canını dişine taktığı kafataslarımızın içine bir çivi gibi çakılana dek.

Ekonominin kuralları, temel üretim ilişkileri, bugün Botsvana’da bile esas alınan kaideler, kanunlar? Bunları konuşmak yasak. Türkiye’de çiftçi sayısı 16 yılda 2 milyon 800 binden 2 milyon 200’bine düştü. 600 bin kişi artık çiftçilik yapmıyor. Bu dönemde yaklaşık iki Trakya büyüklüğünde tarım alanını kaybettik. 2002 yılında bu ülkede 65 milyon insan yaşıyordu. Bugün 81 milyon insan yaşıyor. Nüfus 16 milyon artmış, ihtiyaçlar artmış, talep artmış, üretici sayısı azalmış. Hükümetimiz her şeyden ari. Hiçbir şeyde sorumluluğu yok. Dolar mı çıktı? Dolar lobisi. Buğday ithal. Dolarla alıyoruz. Türk lirasının değeri düşünce, buğdayın fiyatı artıyor. Un fabrikaları una zam yapıyor. Fırıncı ekmeğe zam yaptığı zaman? Bassın Zabıta! Soğan ithal. Fiyat artıyor. Yolla polisleri, bas depoları. Tarımsal üretim azalmış. Talep çok. Türk lirası değer kaybetmiş. Elektrik, akaryakıt. Her şey pahalanıyor. Kur tanzimi sat patlıcanı. Yarın soğancı ürününü satamadığı, hak ettiği parasını alamadığı için üretim yapmayınca, bir misli daha ithalat. İthalat için dolar lazım. Bir misli daha borçlanma. El oğlu da Darülaceze değil. Borcu bir bedelle veriyor. Uganda’dan bile daha yüksek faizle borçlanıyoruz. Daha fazla borçlanma, daha fazla faiz baskısı, daha az üretim. Bitmeyecek bir döngü.

Haşa ekonomi ne demek? Bilim ne demek? Akıl ne demek? Her şeyi ayaklarının altına almış bir hükümet var. Ankara israfı kessin? İtibardan tasarruf olmaz. Vatandaş patlıcan yemeyecek, soğan yemeyecek, domates yemeyecek bir merminin kaç para olduğunu düşünecek. Yazlık sarayları, kışlık sarayları, uçan sarayları asla kata düşünmeyecek. Geçmediği köprünün, gitmediği havalimanının parasını dolarla verecek. Yandaşlar iyi yaşayacak. Halk da tanzim kuyruğunda sırasına girecek, 2 kilo domatesini alacak, hükümetimize teşekkür edecek. Aksini yapan? Nankör!

Övünmeye devam ediyorlar. Sonsuz bir heyecan ve bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecanla yapıyorlar bunu. Almanya bizi kıskanıyor. Ekonomilerinin büyüklüğü 3,5 trilyon dolar. Bizim 4 katımız. Ama ağızlarının tadıyla şöyle bir domates kuyruğuna bile giremiyorlar. Fransa kıskançlıktan çatır çatır çatlıyor. Ekonomileri 2,5 trilyon dolar. Tanzim yerleri yok. Ne yapacaklarını şaşırmışlar. Amerika haset ediyor. Gözlerini kısmış uzak diyarlardan dünya liderine bakıyor. Trump 20 trilyon dolarlık bir ekonomi yönetiyor, tak dediği oluyor, bir tweet atıyor ortalık Çarşamba Pazarı’na dönüyor ama Erdoğan’ın “dik duruşu”nu çekemiyor. Padişahım çok yaşa!

Geçenlerde izlediğim bir sokak röportajı, bir gurbetçi Almanya’nın çöktüğünü söylüyor. Mercedes’i bir Türk almış. Röportajı yapan şaşkın. “Kim almış” diye soruyor. “Adını bilmiyorum” Kendinden çok emin. “Almanya battı.” Yalanın gerçek yerine geçtiği, sahtenin inanmak istenildiği için ağızdan hakikat kadar rahat çıktığı hipernormal bir ortam.

Sorgu sual yok.

Dünyaya yön veriyoruz. Patlıcan satıyoruz. Bütün dünya bizi kıskanıyor. Kuyrukta soğan bekliyoruz. Türkiye yükseliyor, Bartın’da 200 kişinin alınacağı işe 2000 kişi başvuruyor. Düşmanlarımız hasetten çatlıyor, buğdayı da onlardan ithal ediyoruz. İyi olan bir şey varsa hükümetten, kötü her şeyin suçlusu “bunlar.”

Falih Rıfkı Atay diyor ki: “Biz yalnız kendimize hak veren, başımıza gelen şeylerden de bizden olmayanları sorumlu tutan pek garip bir milliyetçilik peydah ettik.

Geçmiş gerçekten geçmiyor, bu zihinsel hastalık bugün de burada vardır.

***

Mısır Osmanlı’nın vilayeti. Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyan etmiş. İstanbul’a doğru yürüyor. Osmanlı’nın karşısına çıkartacağı işe yarar bir ordusu bile yok. Kavalalı’nın askerleri şekerpare gibi ülkeyi dağıtıyor. Konya, Kütahya düşmüş. İzmir işgal edilmiş. Batı ve Orta Anadolu’nun tamamı Mısır Valisi tarafından yönetiliyor. Osmanlı? Padişahı, sadrazamı, canını kurtarmak için İngiltere’den, Rusya’dan, hangi büyük devlet varsa ondan ricacı. İngiltere sadece “diplomatik yolla” konuya müdahale edeceğini bildiriyor, Rusya Kavalalı’nın ilerleyişini çıkarlarına aykırı buluyor, ricayı kabul ediyor. Rus donanması İstanbul önünde. İşin içine Rusya girince İngilizler ve Fransızlar da müdahil oluyor, Kavalalı duruyor. Anlaşmaya göre Osmanlı çaresiz Suriye ve Filistin’i Mehmet Ali Paşa yönetimine veriyor, Hicaz Valiliği ve Adana Muhassalığı cabası.

İstanbul kıl payıyla kurtulmuş. Ülke bitkin bir halde. Her taraf isyan halinde.

Aynı günlerde

Tophane Mareşali Halil Rıfat Paşa ile Saliha Sultan’ın evlendirilmeleri münasebetiyle, Beşiktaş Sarayı’nın inşası da son bulduğundan Cuma günü selamlıktan sonra taşradan davetli gelen şeyhler ve ulema, hırka-i şerifi ziyaret ettikten sonra düğün başladı.

On üçüncü güne kadar her gün vezirler, ümera, subaylar, ulema, davetlilier Dolmabahçe sahasına dikilen çadırlara grup grup geldiklerinde ikram ve iltifat olundular.

On birinci günü sadrazam, şeyhülislam, serasker, sair vükela, vüzera, rical Beşiktaş sarayı’nda hazırlanan sultan çeyizini seyredip, ertesi günü mükemmel alay ile Nişatabat Sarayı’na nakil ve daha ertesi günü gelin alayı icra olundu.

Düğünün başından sonuna kadar gündüzleri türlü eğlenceler ve geceleri saraylarda resmi binalar ve donanma gemileri ve Boğaziçi’nin sağ ve sol kıyısındaki yalılar türlü türlü kandiller ile süslenip ve padişahı öven mahyalar düzenlenip ve akşamdan saat üç buçuğa kadar sallar üzerinde fişekler ve hele Perşembe gecesi donanma gemileri ve Yıldız Köşkü ve Beyoğlu taraflarındaki askerlerin bir saatten fazla nöbet ateşleri ve sair ateş oyunları kara geceyi gündüze çevirmiştir.

Sene 1834. Bitmek, tükenmek bilmeyen bir debdebe.

5 yıl sonra.

Osmanlı Ordusu Mısır ile harbe girecek. Ordunun başında Hafız Paşa var. Maiyetinde muvazaf ve redif 37 binden fazla asker, 150’den fazla top.

Askerlerin durumu içler acısı. Redif askerin tamamı acemi. Savaşa sürülebilecek nizam asker 15 bin. Geri kalan askere güvenilemiyor.

Osmanlı ordusunda görevli Prusyalı subay Moltke’ye göre askerler acemi, subaylar ise iltimasla seçildiklerinden savaşmaktan bihaber kimseler.

İngiliz Konsolosu’na göre 6.500 asker dışında Osmanlı Ordusu disiplinsiz, başıbozuk askerlerden, acemi rediflerden ve sipahilerden oluşuyor. Yenilgi kaçınılmaz.

Sonuç? Nizip Felaketi. Osmanlı Ordusu neredeyse tamamen yok edildi. 10 bin Osmanlı askeri İbrahim Paşa tarafından esir alındı.

Kimdi suçlu? Osmanlı’nın sadece bir vilayetini yönetip modern teknik ve imkanları kullandığı için tüm Osmanlı’yı ele geçirebilecek kuvvette olan Kavalalı’mıydı? Rusya mıydı suçlu, Almanya mıydı, Fransa mıydı? Uzaktaki Çin, henüz kurulmamış İsrail, yardım dilendiğimiz İngiltere’miydi suçlu?

Akılsızlık. Kötü yönetim.

Sene 1839. Yunan İsyanı’nın üstünden 9 yıl, Fransız İhtilali’nin üstünden 47 yıl geçmiş. Amerika Birleşik Devletleri 63 yaşında. Sanayi Devrimi tüm yeryüzünü değiştiriyor. Newton Principia’yı yazıp devrim yapalı 111 yıl olmuş. Darwin HMS Beagle ile yaptığı meşhur seyahatten dönmüş. Avrupa’nın salonlarında Beethoven’ın 5’inci senfonisi çalınıyor, Goethe’nin Faust’u okunuyor.

Osmanlı’nın bir ordusu bile yok. Padişahım çok yaşa!

***

Üçüncü Selim devri. Bir Sadrazam Yeniçeri Ağası ile Ocak Subaylarını yanına çağırır. Sefer işlerini görüşecek. Hepsi derler ki: “Biz 120 binden fazla ocaklı asker iken, 8.000 Moskof askeri Tuna’yı geçti. Karşı koyamadık. Düşmanın böyle düzenli askerine karşı bizim askerimiz yeni savaş hilelerini öğrenmedikçe kıyamete kadar zafer kazanamayız.”

Bizim de askerlerimize tüfek vermemiz lazım. Biri çıkar fetva verir “Savaşta bir Müslüman 10 Hristiyan’a bedeldir. Maazallah silahta kafiri taklit ettik mi bu üstünlük gider.

Yenilmişiz, ölmüşüz, boş bir inat. Duvar gibi bir kafa. Ham bir gurur.

Dünya olaylarına kapalı, gelişmelere kapalı, esasta hakikate kapalı. Aramak, sormak, sorgulamak, daha iyisini bulmaya çalışmak, daha yeni, daha gelişmiş, daha ileri tekniklerle daha iyi bir hayat kurmak? Bunlar yok. Bir askerin eline modern tüfeği vermek bir şeyi değiştirmez. Tüfek kendisini kullanmayı bilmez. O askerler ve subayların kafası da modern düşünce ve bilgi ile dolmadıkça sonuç aynı olacaktır. Yalnızca bir Ordu’yu modernize edemezsiniz. Tarımsal üretiminden, sanayi üretimine her alanda bir ülke modernleşmek zorundadır. Kafaca çağ atlamalıydık. Modern okullar kurmak, üniversiteler açmak, çağdaş bilimleri eksiksiz öğretmen, yenilenmek gerekiyordu. Hakikate saygı duyan, bunu arayan, soran, sorgulayan yeni bir insan.

Hakikat arayışı bilimin temelidir. İnsan aklıyla olan olay ve olguları algılar, bunları yorumlar ve buna dair kurduğu hipotezler ile yeni teknikler üretir. Bu teknikler hayatı kolaylaştıracak, insanlığın daha iyi şartlarda yaşamasını sağlayacak yeni araçlar, yollar ve yöntemlere bizi ulaştırır. Gökyüzünde demirleri uçuran, büyük okyanusları binlerce tonluk çeliklerle aşan, Ay’a ve Mars’a roketler fırlatan, uzayın sonsuzluğunu keşfetmek için güneş sisteminin ötesine uydular yollayan, küçük kara kutulardan bütün dünyayı avcumuzun içine sokan, ölecek yavrulara aşı vererek hayatlarını kurtaran, çiçek, kızamık, kuduz türlü hastalığı silip süpüren ve milyarlarca insana bir nefes daha alma hakkı tanıyan işte bu hakikat arayışıdır. Hakikate sırtını dönmek, gerçeklere gözlerini kapatmak, bunları elindeki tamtamlarla duyulmaz, anlaşılmaz hale getirmek bir insan topluluğunun kendisine yapabileceği en büyük kötülüktür. Biz kendimize bu kötülüğü tekrar tekrar reva görüyoruz. Yüzyıllar kaybettik, mezara gömüldük, mutlak yokoluşun eşiğinden döndük. Uslanmaz bir kafa yeniden karşımızda.

Tanzim. Düzenlemek demek. Boza boza, çürüte çürüte, geldiğimiz nokta. Soğan, domates kuyruğu. Akıl yok. Bilgiye saygı yok. Uzmanlara saygı yok. Hakikat zincirlenmiş. Karanlık içinde, umutsuz bir ülke. 20’inci yüzyılın başına dönüş. (Devam edecek)

--

--