AHH OTEL ODALARI : GRAND HOTEL de LONDRES

Yıllar yıllaaaar önce izlediğim bir Fatih Akın filmi ile tanıştım ben kendisiyle: Crossing The Bridge-Sounds Of Istanbul. Filmin hemen hemen tüm sahneleri bu otelde geçer. Aslında Fatih Akın’ın birçok filminde otele rastlamak mümkündür. (Bknz. Duvara karşı)

Filmin son sahnesi de başrol oyuncusunun valizleriyle otelin önünde İstanbul’a son bir bakışıyla son bulur. Film boyunca otele olan hayranlığımdan olacak bir gün burada kalmaya karar verdim. Malum ben ve otel merakım. Telefon açtım, rezervasyonumu yaptırdım. Her şeyi planlamıştım. Akşam arkadaşlarımla eğleneceğim. Dönüşte Büyük Londra Oteli’nde kalacağım. Karşımda müthiş bir deniz manzarası olacak. Ertesi sabah kahvaltımı otelde yapacağım. Nasıl mutluyum nasıl mutluyum. Gece bitti. Ben otelin yolunu tuttum. Üzerinde kocamaaaan ‘Grand Hotel De Londres’ yazan iki yanında mermer sütunlar bulunan kapısından adımımı attım.

Bi saniye kapıdan adımımı attığım anı öyle anlatmalıyım ki siz de orada benimle olmalısınız. Şöyle ki ; bazı ‘an’ lar öyle saatlik ya da dakikalık değil gerçekten kısacık çok kısacık bir ‘an ‘ zamanın durduğunu ya da zamanın atladığını hissettiğim oluyor bazı mekanlarda ya da bazı kişilerde. ‘Büyük Londra Oteli’nin kapısından adımımı attığım ‘an’ da kelimenin tam manasıyla öyleydi. İstiklal’in o boğuk, gürültülü, leş havası gitti ve ben başka bir zamana ışınlandım sanki. Geleceğe değil geşmişe…Eski bir film sahnesi gibi. Ve ben o filmin başrol oyuncusu.Sanki 1939 model bir Mercedes otelin önüne yanaşmışta içinden ben bir asil bir İngiliz hanımefendisi gibi inmişim ☺

İçeri girdiğinizde resepsiyon değil tarih karşılıyor sizi. Eski şeylerin kendine özgü bir kokusu vardır ya işte o koku her yere sinmiş. Ve ben o kokunun müptelasıyım. Gecenin bir vakti büyülenmiş gibi bir süre giriş katta bütün her şeye tek tek dokunarak dolaştığımı hatırlıyorum. Sonra anahtarımı aldım.

Ve filmlerde, kliplerde izlediğim otelin altın varaklı korkulukları olan merdivenlerine doğru yöneldim. Altı üstü bir merdiven değil mi? Hayır! Benim için değil.Basamak bir kokuyu içine çek, basamak iki etrafına bak, üçüncü basamak nerede olduğunu unutma, dört bu basamaklardan yüzyıl boyunca kimler çıktı bir düşün, beş bu anı hafızana iyice kazı, altı anın tadını çıkar….Uzun koridorlar, kırmızı halılar, eski duvar kağıtları, sıcak bir hava…

Sonunda odam. Burada duralım. Odam standart bir odaydı. Hayal ettiğim tam olarak bu değildi. Yani aslında sadece balkonu ve Haliç manzarası yoktu. Bunun dışında yüksek tavanlar, tarih kokan eşyalar ve geniş ferah bir oda benimdi. Keşke hep benim olsaydı. Aslında bana ‘Hiç odamız kalmadı.’ deselerdi de ben resepsiyonda ki o eski koltuklardan birisine kıvrılıp yatmaya razıydım. O nedenle küçük , eski kokan odamda, evimden mekan ve zaman olarak uzakta geceyi sonlandırdım. Ve kalanların burayı bir otel değil ev olarak tanımlamalarına hiç şaşırmadım.

Bu tarz yerlerde eğer çok fazla göze batan, oteli orijinal havasından uzaklaştıracak avamlıklar yoksa ben açıkçası çok rahatsız olmuyorum. Sadece tek eleştirim banyolarına olabilir. Her yeri tarih kokan bir otelin banyosunun otelin genel yapısına uygun dekore edilmiş olduğunu görmek isterdim. Bu noktada bütünlük bozulmuş o da olmamış.

Mutlu mutlu uyuduğum ve uyandığım gecenin ardından otelde yaptığım kahvaltı da benim için yeterli ve doyurucuydu. Kahvaltı yaptığım salonu anlatmama bilmem gerek var mı☺

Arada bir küçük kaçamaklar yapmak, eğer varsa sevdiceğinizi şaşırtmak, kafanızı dinlemek, okumak, yazmak için çok külfetli olmayan muazzam bir seçenek olduğunu belirtmek isterim. Kalmasanız da yaz günleri püfür püfür esen, Haliç’i ayaklarınızın altına seren manzarası için bile gidebilir, terasında bir şeyler içebilirsiniz.

Büyük Londra Oteli’nin tarihini bütün detaylarıyla anlatan Nazmiye Karadağ’ın hazırladığı belgeseli de izlemeniz tavsiyedir :

--

--