Sivil Toplumdan Akademiye “Kolay Elenen Halka Olmak”

Lara Ozlen
İş Hayatında LGBTİ+
6 min readApr 29, 2020

Telefonda ya da Skype üzerinden röportaj yapmanın hep biraz mesafeli ve tuhaf bir hali oluyor. Koronavirüs süreci, röportajların yüz yüze yapılmasına alışık olan herkesin biraz kafasını karıştırdı. Yüksek lisans yaparken tanıştığım, 36 yaşındaki Demir’le[1] konuşmam da sosyal mesafe teknolojisinin son ve popüler alamet-i farikası Zoom’la oldu. Arada kötü internet bağlantısının azizliğine uğrasak, kesintiler yaşasak ve birbirimizi tam duymadığımız anlar olsa da pes etmedik. Konuşmanın açılışı ve kapanışı, şaşılmayacak bir şekilde koronavirüs salgını ve karantina üzerine oldu.

Demir’le son birkaç yıldır sivil toplum ve akademi arasında gidip gelen iş hayatından, bu iki alandaki dönemlik sözleşmelerle ve güvencesiz çalışmanın zorluklarından bahsetmeye başlıyoruz. Demir’in aslında aktivist olarak 2010’dan beri Lambdaistanbul ve Onur Haftası gibi çeşitli sivil toplum organizasyonlarıyla ilişkisi var. Koronavirüs salgını ve karantina hayatlarımıza girmeden birkaç ay önce, bir vakıf üniversitesinde yarı zamanlı olarak okutmanlık yapmaya başlamış. Akademide savaş, antimilitarizm, toplumsal cinsiyet ve kuir teori konularıyla ilgileniyor. Bundan önce de 1 yıldan uzun bir süre mültecilik alanına odaklanan bir sivil toplum kuruluşunda çalışmış.

Koronavirüs salgınına ve evden çalışmak durumunda kalmasına rağmen şimdiki yarı zamanlı okutmanlık işiyle ilgili iyi hissettiğini söylüyor: Evde kalma konusunda akademi dolayısıyla idmanlıyım, hayatımda çok bir şey değişmedi aslında. Biraz da krizi fırsata dönüştürüyorum. Daha güncel konular üzerine yazmak ve yayınlamak istiyordum mesela onları yapabildim.” Koronavirüs sürecinde eve kapanmak onu sosyal medyada daha konuşkan biri haline getirmiş. Daha önce yazmadığı kadar yazmaya, paylaşmaya başlamış: “Öncesinde aktivizm yapıyordum ama epeydir paylaşmayı bırakmıştım, yıllar sonra ilk Tweet’imi attım“ diyor.

Bir yıllık bir işsizlikten sonra, bir arkadaşının aracılığıyla, göçmenlerin sosyal uyum süreçleriyle ilgilenen bir sivil toplum kuruluşunda sosyal çalışmacı olarak başlamış: “Psikolojik ve hukuki destek, uluslararası göç regülasyonları, hastaneler vs. için yönlendirme yapıyordum. Dinlenmediğini, umursanmadığını düşünen insanları dinlemekti benim işim… İnsanlar benden medet umuyordu ama ben de bazen zorlanıyordum. Anksiyete ilaçları kullanmaya başlamıştım o dönem, çok zordu.” Sivil toplum alanında çalışmak ve kırılgan konumdaki insanlarla muhatap olmanın, fiziksel ve mental olarak yorulmanın dışında, baş etmesi zor bir duygusal yoğunluğu da olabiliyor.

Sivil toplumda çalıştığı süreç boyunca, aslında gönlünün hep akademiye daha meyilli olduğunu söylüyor: “Sınıfsal bir mesele de var, çok zorlandığımda ailemden destek alabiliyorum, o yüzden zorlanmayı göze alarak biraz daha geleceğe ve kendime yatırım yapmak istedim.” Şimdi bunu tercih edebilecek “tuzu kuruluğu” gösterebildiği için daha huzurlu hissettiği her halinden belli.

36 yaşında ilk kez kredi kartı iptal olmuş, ödeyemediği borçlar hayatının gündemine oturuyormuș: “Bir anda çok büyümüşüm gibi hissediyorum borçlar, harçlar…” Gülerek ekliyor sonra: “Başkalarıyla kıyaslamıyorum kendimi yoksa yanarım. O kadar ekonomi okudum, İş Bankası’na mı girseydim diyorum şimdi…” Ağız dolusu gülerek, halinden memnun olduğunu ekliyor. Bu şakayla karışık kıyas, “iş, kariyer” gibi mefhumların, konuyu sadece para kazanmaktan fazlası, bir çeşit “kendi kendine ayakta kalabilme, başarılı olma” mücadelesine dönüştürdüğünü hatırlatıyor. Hepimiz, kendimizi ister istemez yaptığımız işlerle tanımlıyoruz.

“Açılmak,” mobbing ve LGBTİ+ politik gündemi

İllüstrasyon: Aslı Alpar

Sivil toplumda çalışmak da, akademide yarı zamanlı ve sözleşmeli okutman olmak da kendi içlerinde pek çok güvencesizlik barındırıyor. İkisinin üzerinde de benzer baskı mekanizmaları mevcut: fon kuruluşları ve değişen siyasi dengeler. Fon kuruluşlarının odaklandıkları ve fonladıkları meseleler, dönemlere ve siyasi aciliyetlere göre değişebiliyor. Dolayısıyla bir süre işe alımların arttığı ve çok ilgilenilen göçmenlik, mültecilik, LGBTİ+ hakları gibi çalışma alanları bir süre sonra aynı ilgiyi görmeyebiliyor. Demir, çalışma alanı ve biçimi olarak ortaklıkları olan iki alanı birbiriyle karşılaştırabilecek kadar deneyime sahip: “Sivil toplumda yıllık anlaşmalar yapılıyor fakat siyasi bağlama ve projeye bağlı uzatmalar olabiliyor, ya da proje arası geçişler olabiliyor…Sivil toplumda daha uzundu sözleşmem. Okulda dönemlik, yani 6 ay sözleşme yapıyorum, akademi benim için daha güvencesiz, yarı-zamanlı çalışıyorum. Sivil toplumda yükselebilirdim, güvencesizlik hissetmiyordum…” İki alanın da kendi içinde karmaşıklaşan güvencesizlikleri ve konforları var. Tabii bunlara ek olarak sivil toplumun güvencesizliğinin de zor olduğunu, danışanlarla direkt çalışıyor olmanın mental yorgunluğunu inkâr etmiyor.

LGBTİ+ bireyler için en kilit meselelerden biri, iş yerinde “açık olmak.” Demir bu konuda şanslı olanlardan. Çalışmaya başladığı projenin odak grubu LGBTİ+ göçmenler olduğu için açık olmasıyla ilgili bir gerilim yaşanmıyor. Hatta muhtemelen komüniteden olduğu ön bilgisi dolayısıyla işe alınıyor: “Senin tavırların ya da dedikodular belli ediyor, zaten açık olmasan da anlaşılıyor, konuşuluyor.” Öyle bir hal ki bu, üzerine hiç konuşmasan, evli olup olmadığın sorularını duymazdan gelsen bile, bir şekilde bir şeyler anlaşılıyor ve kesişen dedikodu ağları boyunca yolunu buluyor.

Kimliğiyle, cinsel yönelimiyle ilgili açık olabilmenin, ya da bu sebeple işte alan açılmasının heteronormatif varsayımlara, fobik davranışlara ya da mobbinge maruz kalmayacağının garantisi olmadığını da ekliyor: “Yemekle ilgili bir konu olmuştu, mutfağa gittim. Çok da ilişkim olmayan biri, ‘evlenince değişir’ demişti. Ben de şaşırmıştım, herkes biliyor sanıyordum halbuki.” Ofisteki çalışma arkadaşlarının LGBTİ+ dostu oluşundan duyduğu rahatlığı da gizlemiyor. Projenin LGBTİ+ bireylerle ve danışanlarla ilgili olması sebebiyle, LGBTİ+ bireylerin alanda çalışması gerektiği konusunda alt kademeden üst kademelere bir baskı yapılmış ve sonuç olarak bu alan LGBTİ+ öznelere açılmış.

Mobbingden ve iş ortamında yaşadığı sürtüşmelerden bahsederken duraklıyor, yüzü düşüyor. Mobbingine maruz kaldığı insanın LGBTİ+ komünite içinden biri olması kafasını karıştırmış ve bir şeyleri adlandırmasını zorlaştırmış. Çalışma koşullarının ve sözleşmelerinin belirsizliği, LGBTI+ bireylerin iş yerlerinde yaşadıkları ayrımcılık ya da mobbingin sınırlarının belirsizliği, birbirini besleyen şeyler haline gelebiliyor. Sonra sinir bozukluğunu gizleyemeyerek gülüyor: “Belki de bir şeyler içerken konuşmalıyız bu konuları, hala anlatırken geriliyorum” diyor.

Kurumun aslında üstü kapalı bir şekilde LGBTİ+’larla çalışıyor olmaktan rahatsızlık duyduğunu ve kendisinin bu yüzden yönetimle de sık sık ters düştüğünü ekliyor: “Çalıştığım yer güvenli mekân imajı oluşturmaya çalışıyordu, ama bunu daha üstü kapalı yapıyorlardı. Biz ayrı bir kattaydık, izoleydik, kapıda gökkuşağı bayrağı vardı ama yine de üvey evlat gibiydik. LGBT’lerle çalıştıklarının reklamını yapmıyorlardı.” LGBTİ+ dernekler özellikle Haziran 2019 Onur Haftası’ndan beri Süleyman Soylu ve Akit gibi iktidara yakın medya odakları tarafından “Batı kaynaklı fonlarla ülkenin aile yapısına zarar vermekle, ahlaksızlık yaymakla” suçlanmaktalar. Türkiye Aile Meclisi Süleyman Soylu’ya, “LGBTİ+ derneklerin terör kapsamına alınması gerektiği” yönündeki tekliflerini yazılı olarak iletti. Dolayısıyla LGBTİ+ aktivizmi hak savunuculuğu alanında kriminalize ve izole edilmeye çalışılıyor bir süredir. Hak savunuculuğu yaparken karşılaştığı bu tutarsızlığın altını şöyle çiziyor: “En kolay elenen halka biz oluyoruz. etkinlik iptalleri filan neden sadece bizi buluyor? Üvey evlat olmak işte. LGBTİ+ göçmenlerle yaptığımız bazı etkinlikler kaldırıldı mesela seçim döneminde. “Güvenlik kaygısı”na döndü bütün mesele.” Bu noktada, 2015’ten beri Onur Yürüyüşleri’nin ve bazı şehirlerdeki etkinliklerin benzer güvenlik kaygılarıyla ve hassasiyetlerle yasaklandığını hatırlatmak anlamlı olabilir.

Koronavirüs sürecinde dayanışma ve belirsiz gelecek

Konu şimdiki işine geldiğindeyse rahatlamış bir ifadeyle gülümsüyor kameraya. Ama yine de koronavirüs karantinasının, evden çalışmaya devam etmenin belirsizliğinin onu da negatif etkilediğinden bahsediyor. Kendisi için nasıl bir gelecek hayal ettiğini, kendisini nerede gördüğünü merak ediyorum. Bir şeylerin değişmesine dair inancını kırılgan bir umutla korumaya çalıştığını söylüyor: “İnsanlar yavaş yavaş küreselleşme ve dünyanın değişimiyle tüm bu korona süreci arasındaki bağlantıyı daha net görebilir belki diye umuyorum. Empati kurmayı sağlayabilir; eve tıkılmak nasıl bir şeymiş ya da sağlık hizmetinden eşit olarak faydalanamamak nasıl bir şeymiş…” Koronavirüs günlerinde faturalarını ödeyemeyen, temel ihtiyaçlara erişimde sıkıntılar yaşayan insanlarla dayanışmayı önceleyen, Yurttaş Dayanışma Ağı, Bi’ Komşu gibi türlü inisiyatifler kuruldu. Bu süreçte Demir de kendince nasıl dayanışma yolları bulduğundan bahsediyor: “Apartman dayanışması yapıyorum mesela, ‘ben pazara gidiyorum, bir şey isterseniz haber verin’ diyorum. Çok mutlu oluyorlar. Uzun dönemde bir şeyler değişmek zorunda kalacak en azından sağlık konusunda…Tüketime dayalı bir hayatımız var, tüketecek bir şey kalmayınca, kafeler kapanınca kendi kendimize üretmeye başlar mıyız? Mahalleler arası dayanışma ağları kurabilir miyiz?Demir, öte yandan yasakların, politik olarak halihazırda baskıcı olan devlet mekanizmalarını palazlandıracağını tahmin ediyor: “Yakın dönemde kendimi iyi bir noktada görmüyorum. Ekonomik kriz, hayat pahalılığı derken her şey gitgide zorlaştı. Zaten çok düşük maaşlara çalışıyoruz. İnsan ilişkileri bu haldeyken, her şey çok daha baskıcı bir hale dönecek gibi görünüyor.” Akademide karşılaşabileceği olası negatif etkileri ölçüp tartıyor ve düşünceli bir şekilde ekliyor: “Zaten otosansür uyguluyorduk ders anlatırken, şimdi daha çok olacak çevrim içi derslere geçtiğimiz için. Çünkü kayıt altına alınıyor her şey.” Çalışma koşullarının çevrim içi oluşu, sözleşmede belirlenmiş koşulları değiştirebiliyor. Örneğin, kendinizi iş saatleri dışında çalışırken, ya da patronunuzdan gelen mesajlara yetişmeye çalışırken bulmanız epey olası. Demir de çevrim içi koşulların daha güvencesiz ve az paraya çalışmaya sebebiyet verebileceğini söylüyor: “Her şey çevrim içi olduğu için farklı şubelere ders verme durumu ortadan kalkabilir, dolayısıyla daha az paraya daha çok iş yapıyor olabiliriz uzun vadede. Bu da daha çok güvencesizlik demek olacaktır tabii.” Yarı zamanlı çalıştığı için, mesai yaptığı saat üzerinden ücretlendirme yapılıyor. Şubelerin ve sınıfların birleşmesi, saatlerinin azalması ve dolayısıyla daha az ücret alması demek.

Konuşmamızın sonuna gelirken, meraklı ve alçakgönüllü bir tavırla yardımcı olup olamadığını bilmediğini itiraf ediyor. Aklımdan geçen, aslında ne kadar çok insanın benzer meselelerle cebelleştiği ve bu röportajın şimdilik bir başlangıç olduğu… Yakın zamanda koronavirüs sürecinin bitmesi ve yüz yüze görüşebilme umuduyla vedalaşıp, ekranlarımızdaki kırmızı telefon sembolüne tıklıyoruz.

[1] Çalışılan yerleri, hala o alanda ya da çevre çeperlerinde var olmaya para kazanmaya çalışıyorsan epey zor. Bu yazıda kendisi de benzer bir durumdan muzdarip olan Demir için takma isim kullandım.

--

--