Lâchez-moi!*

Sizi umursadıklarını mı zannediyordunuz?

Ümit Öner
insanlik gündemi
7 min readFeb 6, 2017

--

“Kayıtsız şartsız” tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim mânayı kolaylıkla anlayabilirsiniz.”

Mustafa Kemal Atatürk

Asimov, İşte Tanrılar ( The God Themselves) adlı romanında Evrenlerarası Elektron Tulumbası ile birbirlerine ihtiyaç duydukları enerjiyi sevk eden paralel evrenlerden bahseder. Dünyalılar için Elektron Tulumbasıyla süzülen sonsuz enerji tanrıların bir nimeti gibi algılanırken, gerçekte bu, yıldızı soğuyan diğer gezegendeki varlıklar için hayati önem taşıyan bir değiş tokuştur. Dünyalılar tanrı vergisi tulumba olmadan nasıl yaşayacaklarını bile unutmuş durumdadırlar. Halbuki onları hayatta tutan ilişki karşılıklı gönüllülükle mümkündür.

Siyasiler de toplumlara rant tulumbasıyla bağlılar. Burada rant, sürekli iktidar, iktidara bağlı maddi kazançlar ve giderek büyüyen bir kibir olarak siyasilerin evrenine geri dönüyor. Bizlerin dünyada süzdüğü ise, sanki tüm yaşamlarımız bu kişilere bağlıymışçasına bizi kuşatan taraftarlıktan ibaret kalıyor. Ellerimizde parti bayrakları, dilimizde sloganlarla tulumbayı besledikçe besliyoruz.

Eskiden krallar, sultanlar ve padişahlar ihtişamlı tahtalarında oturup, saray entrikalarıyla uğraşırken, güçlü ellerinin ülkenin tamamına uzandığına inanırlardı. Saraylarından bir adım uzaklaşsa yolunu bulamayacak bu soylu insanlar tebaalarının kaderini ellerinde tutardı. İki dudaklarının arasında gariban, soylu farketmez muhtemelen hiç tanımadıkları insanların geleceği saklıydı. Hiç gitmedikleri ,belki ismini bile duymadıkları mahallelerde insanlar yaşamlarını hiç görmedikleri hükümdarın hayali varlığını kabullenerek geçirirdi.

İletişim teknolojileri sağolsun bugünün egemenleri hayatımızın her anında bize kendilerini hatırlatabiliyor.Fakat günümüz siyasetinin de halktan kopuklukta eski hükümdarlardan pek fark yok. Hükümdarlar devri yerini demokrasi çağına bıraktığından beri biz dünyalıların büyük bir kısmı sadece kabullendiğimiz değil aynı zamanda karşılıklı umursama ilkesine bağlı düzenleri talep ediyoruz. Bu düzen için yetki verdiğimiz insanlar ise, bambaşka bir evrende bizlerin figürandan ibaret olduğu hayallerde yaşadıklarını günbegün ispatlıyorlar.Hükümdarlar sırça köşklerde yaşardı. Günümüz siyasetçileri ise biz fanilerin onlar için inşaa ettiği saklı cennetlerde yaşamakta ve sadece tebaaları tarafından pohpohlanabilecekleri yeni fırsatlar yaratma üzerine kafa yormaktalar!

Demokrasinin huzursuzluğu bu tulumba ilişkisinde gizli. Ara sıra insanlar, sürekli besledikleri siyasilerin kendilerini pek de umursamadıklarını farkettiklerinde olanlar oluyor. Meydanlara toplanan yüzbinler iktidarları devirebiliyor. Fakat çözüm olarak görülen yeni liderlerin tulumbanın tadını alması çok da uzun sürmüyor.

Dünya tarihi devrimlerle dolu. Son yıllarda bir çok halk hareketi yaşandı. Liderlerin umursamazlıklarından bıkan insan yığınları, renk renk devrimlerle yeni iktidarlar kurdular. Ödülleri ise daha fazla yolsuzluk, baskı, hatta şiddet oldu. Ukrayna’nın turuncu devrimcileri, Libya’da Kaddafi’yi , Irak’ta Saddam’ı , Mısır’da Mübarek’i devirenler, Suriye’de biraz daha fazla özgürlük ve temsil hakkı için Esad’ı kudurtan ilk gösterileri başlatanlar, şimdi bu işe keşke hiç kalkışmasaydık diyor olabilirler! Milyonların haklı talepleri, eskinin yerini doldurmaya çalışanların hırsları altında ezilip gitti.Çoğulculuk isterken bir anda kendilerini şiddetin en berbat hali içinde bulan Suriyelileri bugün ne ÖSO, ne IŞİD ne de Şam iktidarı önemsiyor.

İnsanlığın umursamazlıkla tanışıklığı yeni bir mevzu değil. Siyasilerin şampiyonluğunu yaptıkları düşüncelerin, yüksek sesle milyonlara haykırdıkları propogandaların içinin ne kadar boş olduğunu gösteren bir çok örnek bulabiliriz. Bugün ülkelerinde siyasal İslam ile iktidar olmuş liderler, Myanmar’da zulüm gören Rohingya Müslümanlarını nedense dert etmezler. Yıllardır Çin yönetiminin türlü baskılarına maruz kalan Uygur Türklerini hatırlamazlar. Kendi iktidarlarını koruma derdindeyken, Filistinlileri çoktan unuttular bile. Yahudi yöneticiler, halklarının acı geçmişine rağmen hala şahinliği elden bırakmayarak vatandaşlarını bitmez bir savaşın içine hapsetmeye devam ederler. Afrikalı liderler, halklarının sefaletine rağmen türlü şatafat içinde yaşarlar. Yakın coğrafyamızın birçok lideri için sosyal adalet, fırsat eşitliği, kaliteli eğitim ve yaşam standartları gibi refah yolunun parke taşlarını dizmek , sağa sola asfalt dökmek kadar önemli değildir. Toplumsal destek azaldığında onları kurtaracak kahramanlık hikayeleri ise yine bir çok vatandaşın canına malolacaktır.

Bizlere çok yabancı gelmeyen bu tarz tüm dünyada bir modaya dönüşüverdi. Yeni moda, tulumbadan gürül gürül güçlü devlet, büyük millet hayalleri pompalamak. Bu öyle etkili bir hikaye ki, sarhoşluğu kör edici. Aslında bu mevzu da yeni değil. Tarihteki büyük savaşlar bu nedenle çıkmıştı. Milyonlarca genç erkek, ismini duymadıkları topraklarda bu nedenle can vermişti. Uygarlığımızın gördüğü en yıkıcı silahlar bu nedenle kullanılmıştı. Yakın tarihteki çabalar bizleri nükleer yıkımdan, ve bir çok ülkenin karıştığı büyük savaşlardan korusa da, popülist tulumba büyük bir hastalığı yayarak insanlığı tehdit ediyor: umursamazlık toplumlara bulaşıyor, toplumlar içinde duvarlar örüyor.

Kendilerini eleştirenlere atarlanmak ,onlarla dalga geçmek, veya hiç dikkate almadıklarını belli etmek, popülist siyasilerin güçlü lider imajına katkıda bulunuyor. Taraftarları daha fazla alkış tutarken aynı mahallede, işyerinde, sokakta birlikte yaşayanlar arasına aşılmaz mesafeler giriyor nifak tohumları yeşeriyor. Sağduyu ve ortak akıl, yerini “biz ve onlar”a bırakıyor.

Fransız TF1 kanalı muhabiri Paul Larrouturou, Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe partisinin lideri ve cumhurbaşkanlığının güçlü adayı Marine Le Pen’e bir soru sormak istedi. Bayan Le Pen’in bir kafa hareketiyle, korumalar gazeteciyi yaka paça götürürken Larrouturou “Le Pen’e soru sorduğum için böyle yapıyorsunuz , beni hemen bırakın” diye bağırıyordu. Korumasını Avrupa Parlamentosunda danışman olarak göstererek maaş almasını sağlayan cumhurbaşkanı adayı umursamadan yürüyüp giderken, kimse bu duruma ses çıkarmadı. (1) Belki başkan adayının seçmenleri arasında popülaritesi artmış bile olabilir.

Yeni ABD başkanının hızla aldığı kararlar toplumda tepkiyle karşılanırken, başkanın danışmanları “bu gösterileri kim finanse ediyor” gibi imalı sorular yöneltiyorlar. Bir kısım Amerikalının neden ayaklandığının başkanlık tarafından umursanmaması şaşırtıcı değil. Yeni başkanın kampanyasını yöneten ve şimdi de baş stratejisti olan Stephen Bannon ,2014 yılında yaptığı bir konuşmada bir kısım New York’luların kendilerini Kansas veya Coloradolu’lardan daha çok Berlin ve Londra’lılara yakın hissettiklerini ima ederek aykırı sesleri kendilerinden saymadığının ve bu nedenle onları dinlemeyeceğinin sinyalini vermişti. (2)

“Medya çenesini kapalı tutmalı! “, Stephen Bannon, Beyaz Saray Baş Stratejisti

Taraftar olmayanları umursamamak yeni siyasetin bir numaralı taktiği. Sözde dışlanmışların sözcüsü, ezilmişlerin yandaşı, ötekileştirilmişlerin kurtarıcısı olan bu liderler toplum içinde yeşerttikleri birbirini umursamazlık hastalığı ile insanlık binasının çimentosu olan sivil dayanışmayı yokediyor ve bildiğimiz toplum kavramını çürütüyorlar. Vatandaşlık kavramını devlet karşısında farklı önem seviyelerine sahip alt gruplar yaratarak ortadan kaldırmak, insan medeniyetinin daha iyi bir yaşam için inşa ettiği demokrasi ve insan hakları ideallerini mezara gömmek demek.

Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik, sadece Fransız bayrağının üç rengi değil. Özgür bireyler olarak, yasaların korumasında ve en önemlisi bir arada yaşama hedefi, gezegen genelinde barışı sağlayabilecek şu ana kadar bulabildiğimiz en etkili reçetedir.

Mahallede birisi öldüğünde, konu komşu, esnaf toplanır, cenaze kaldırılır, taziyeye gidilir. Bir arkadaşınız evlenirken, veya doğum yaptığında, yakınları ve sevenleri onunla birliktedir. Ağlamak istediğinizde veya çok korktuğunuzda sığınacak kollar ararsınız. Genelde insan için güven ortamı sağlayabilecek iki şey vardır: onu umursayan insanlar ve herkesi umursayan yasalar. Tüm kayıplarımız, korkularımızda, başımıza gelebilecek kötü olaylara karşı yanımızda yakınlarımızı ve de tabi ki yasaları bulmak isteriz. Dar çemberimizi yakınlarımız oluştururken, güvenli yuvanın çatısı herkese eşit mesafedeki yasalardır. Sadece olumsuz durumlarda değil, sevinç ve kazançlarımızı da koruyarak çoğaltan şey sırtımızı sıvazlayan dost eller ve yasaların üstünlüğüdür.

Dost eller sıcak ve gerçektir. Yasalar görünmez olsalar da elle tutabildiğimiz, hissedebildiğimiz şeylerde vücut bulurlar. Sokakta güvenle gezebiliyorsak, evimizde huzurla uyuyabiliyorsak, geleceğimizi planlayabiliyorsak bunun bir parçası olmayı kabul ettiğimiz yasaların sayesinde olduğunu düşünürüz. Birçoğumuz bunu o kadar çok özümsemişizdir ki aykırı bir hareket yapmak aklımızın köşesinden geçmez bile. Böylece yasaları ve düzeni umursarız, insan olarak içinde bulunduğumuz toplumsal düzenle ilişkimiz karşılıklıdır.

Yolda yürürken Unicef veya TEMA Vakfı için birşeyler dağıtanlara rastgelir ama geçer gideriz. TV’de, bize çok uzak denizlerde balina avcılarının gemilerinin önünü kesen, petrol tesislerine Don Kişotvari protestolar yapan çevrecileri görürürüz. Köy çocuklarını okutmak, hastalara şifa bulmak için damla damla yardım toplayan gönüllülerle karşılaşırız. Yıkıntılar arasından AKUT gönüllüleri mahsur kalanları yaşama bağlar. Daha eşit, özgür ve barış içinde bir dünya için her yere burnunu sokan göstericileri uzaktan izleriz. Kınadığımız, ayıpladığımız, görmezden geldiğimiz bu insanlar aslında cenazede kolumuza giren, başarıda sırtımızı sıvazlayan, düğünümüzde bizimle oynayan, ağladığımızda bize omzunu verenlerle aynıdır. Onlar bizi, hayallerle avutanlardan daha çok düşünür, bizim, çocuklarımızın, ve hiç tanımadığımız diğerlerinin dertlerini dert edinir, iyilik için uğraşırlar. Yönetim hakkını devrettiğimiz halde bizi umursamayanlara inat, yeryüzünde insanlık için tek çözümün yine insanlıkta yattığını ispatlayıp dururlar.

Diğer tarafta ne var peki? Sürekli ayrıştıran, kapıştıran, korkutan, tehdit eden, böbürlenen, kibir saçan, kimseyi dinlemeyen, hep kendi dinlensin isteyen, ben bilirimciler, ben yaptım olducular, benden sonrası tufancılar… Biz insanların onlara verdiği yetkileri kullanırken ne istediğimizi sormaya bile üşenenler, cebimizden çıkan paralarla bizi kuşatan duvarlar örenler…

İnsanlığın durumu vahim. Siyasi umursamazlık yayılıyor ve birçok ülkede taraftarlarını arttırıyor. Toplumlar kendi içlerinde parçalanırken, iyice içe kapanıyorlar. Tıpkı ortaçağdaki gibi farklı derebeyliklerde birbirini hiç tanımayan küçük topluluklar oluşuyor.

Böyle bir dünyada hepimizi tehdit eden küresel ısınmayla nasıl mücadele ederiz? Çılgın liderlerin parmağının ucundaki nükleer savaşa nasıl dur deriz? Yeni nesillerin dünyanın her yerinde iyi beslenmesini, sağlıklı yetişmesini, suistimale uğramadan mutlu bir yaşam sürmelerini nasıl sağlarız? Dünya genelinde açlığı veya ölümcül salgın hastalıkları nasıl önleriz? Yaşam döngümüzü sağlayan hayvan ve bitkilerin yok olmasına nasıl engel oluruz? Kapalı kapılar ardında , düşmanlık dürtüleriyle üretilen teknolojiler insanlığa yeni ölüm yöntemlerinden başka ne sunabilir?

“Umursamaz insan özgür kalamaz, demokrasi de bu kadar umursamazlıkla hayatta kalamaz.”

Thomas Jefferson

Peki ya tulumbanın başında bize ne damlar diye ağzını açmış bekleyenler, aradıklarını bulabilirler mi? Sadece kendini düşünen bir zihniyet onları yarı yolda bıraktığında ellerinden kim tutacak? Yarattıkları düşmanlar mı? İktidar sarhoşluğu liderler için hoş olabilir, fakat aynı sarhoşluğa kapılıp giderken ellerinden, ceplerinden gidenlerin farkında olmayanlar Thomas Jefferson’un uyardığı gibi, acaba özgür kalabilecekler mi?

İnsanlığa çok iş düşüyor. Hiçbir şey bizlerin, çocuklarımız ve torunlarımızın özgür, mutlu ve onurlu yaşamasından daha önemli olamaz. Kurduğumuz kurumlar bizi hizmetleriyle yüceltmek yerine küçültemez. Nesiller boyu insan hakları için yapılan mücadelelerden sonra, kimse bu benim derdim değil diye köşeye çekilemez. Savaşın, ayrımcılığın acısı insanlık için artık kader olmamalı. Toplumlar kendi potansiyeline sahip çıkmalı, düşmanlık yerine işbirliğini kucaklamalı. Sıradan insanlar, pompalanan hikayelere inat ipleri eline almalı, hukukun üstünlüğüne gücü geri vermeli.

Demokrasi, egemenliği sıradan insanlara vererek bizi kul olarak yaşamaktan kurtardıysa bize düşen Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa etmektir.

  • Lachez-moi! : (Fransızca) Beni serbest bırak!

Ümit ÖNER’in insanlık gündemi hakkındaki yazılarına Medium sayfasından ulaşabilir, paylaşımlarını Twitter ve Linkedinde takip edebilirsiniz.

--

--

Ümit Öner
insanlik gündemi

■ Yazar ■ Mentor ■ Serbest Düşünce Üreticisi ■