Bir Bilim İnsanıyla Sohbet

Fatih AYDIN
Impact Türkiye
Published in
5 min readOct 8, 2022

Genç bir bilim insanı, asistanıyla konuşuyordu. Konuşmadaki harareti nedeniyle hâliyle ben de söylenenleri işitmekte idim. Anladım ki deney asistanının yaptığı bir kaza sonucunda deney iptal olmuş, bu nedenle deney sonuçları gecikmiş, bilim insanı ise kaybolan vakit ve emekten dolayı asistanını azarlıyordu.

Asistanı, bu deney fikirlerinizi doğrulayacaktır efendim; inanıyorum diye seslendi, bilim insanı ise derhal yeni deneyin sonuçlarını isteyerek asistanına bağırdı;

“Biz bilim insanları olarak bu hayatta inanmayı değil bilmeyi tercih ediyoruz."

Delikanlı biraz sakinleşince, içecek bir şeyler alıp yanına yanaştım sonrasında da biraz hasbihal ettik. Amacım, biraz önce asistanına kurduğu o cümlenin temelinde nelerin olup bittiğini öğrenmekti.

İnsanlar bilmeyi çok önemsiyor olsalardı; bilginin ötesini, geçmişteki yolculuğunu kısacası epistemolojisini kavramaya daha çok vakit ayırırlardı.

Evet siz, bayım. Pozitivist düşüncenin nihai ulaştığı noktada duran sizler, ölçmenin ve bilmenin öneminden bahsediyorsunuz; bizim de kavramları anlamak için deneylerin gerekliliğinden yana kuşkumuz yok.

Fakat sizinle bir noktada ayrılıyoruz; siz belli ki inanmak değil bilmek istiyorsunuz, bu hususu defalarca dile getirdiniz; peki bildiğinizi nereden biliyorsunuz? Bilgilerinizin doğru olduğunu varsaydığınız her yönelim, inanış değil de nedir?

Evet itirazınızı duyar gibiyim. İstediğinizde ölçüm yaparak deneyleri tekrar gerçekleştirebileceğinizden bahsediyorsunuz; peki ölçmek ne demektir? Ölçmek, doğadaki şeylerin insanoğluna ait birimlerce karşılığını bulmak demektir; peki bizim birimlerimize karşılık gelmeyen onlarca fenomen için genel bir yargı oluşturduğunuzun farkında mısınız? Suyun akışkan olduğunu biliyoruz; fakat su ile neyi kastediyoruz?

“Kaynama noktası 100 derece olan 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunu kastediyoruz işte…”

Bakın bayım; derece, hidrojen ve oksijen veya herhangi bir şey… Ne derseniz deyin hepsi bize ait kavramlar.

“Ne yani? Doğada bunların karşılığı olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?”

Doğada elbette ki karşılığı var, fakat tabiattaki adının su olduğundan emin değilim. Doğa kendi içerisinde yönettiği bir şeye isim vermiyordur; örneğin siz aklınızdan geçen her düşünceye bir isim veriyor musunuz? İnsan, takip etmek istediği ve dışarıda anlamlandırmak istediği şeylere isim verir.

“Peki tabiatı anlayamayacağımızı mı ifade ediyorsunuz? Doğayı, bilimi ve fenomenleri tartışmayı bırakalım o hâlde… Ne de olsa kavrayamayacağımızı ifade ettiniz.”

Hayır bayım, beni yanlış anlamak için ısrar ediyorsunuz. Bilim, deneyler ve ölçümlerle yaptığımız anlamlandırma faaliyetidir; anlamanın kendisi değil. Anlamanın yolu bütün olarak kavramaktan geçer; biz ise bilginin tamamına hâkim değiliz (her şeyin bilgisine sahip değiliz).

“Peki, kendi içinde tutarlı ve kapalı bir sistemi red mi ediyorsunuz?”

Güzel bir noktaya değindiniz, bilim zaten parçanın kendisini bütün olarak ele alarak ilerler; burada tümevarımı kastetmiyorum. Kavramsal olarak bir şeyin adını koyduğumuzda onu zaten bir bütün olarak ele almış oluruz. Artık o adını verdiğimiz -şey- her neyse, insanın bahsettiği belli özelliklere sahiptir ancak şeyin kendisi hakkında kesinliği de ortadan kaldırmış oluruz; çünkü o şey artık tarafımızdan soyutlanmış ve adlandırılmıştır. Adlandırmak, sonlandırmaktır ve doğada her şey birbiriyle iç içe ve sonsuzluğa bağlı olduğundan; bir şeyi adlandırmak aynı zamanda onu sınırlandırmaktır. Bilimde hepimizin kullandığı Natüralizm dili belki nötrlüğü ve kesinliği sağlıyor; ancak kavramsal olarak bilmeye çalıştığımız şeyi adlandırmak pahasına onu sınırlandırmış oluyoruz.

“Bilimin ulaştığı sonuçları inkâr mı ediyorsunuz?”

Elbette bilim doğayı kavramakta ilhâm verici ve insanın kabiliyetleriyle özgünleşen tek araç; bunda şüphe yok. Trenlerle yük taşıyoruz, uçaklarla seyehat ediyoruz ve benim bilimin değerini düşürmek gibi bir girişimde bulunacağımı düşünmeyin.

“Konuşmanın nereye varmak istediğini hâlen kavrayamadım.”

Beyefendi, burada varmak istediğim sonuca götürmek için sizi böylesine dolambaçlı bir yoldan götürmeyi emin olun istemezdim; ancak konunun kendisi hâyli meşakkatli.

Sadece bilimin anladığını, ölçtüğünü ve bildiğini söyleyerek hâddinizi aşmamanız gerektiğini size anlatmam gerekiyordu. İnançların insanların noksanlığından kaynaklı, hayalgücüne dayalı irrasyonel olgular olduğunu ve inançların bilinmeyen konulara ilişkin anlamlandırmalar olduğunu düşünüyor olabilirsiniz; fakat asıl bilim yaparken hayalgücünü kullandığımızı ve bilinmeyene ilişkin anlamlandırmalar yaptığımızı kabul etmeniz gerekir.

“Eh, o hâlde tercihim yine bilimden yana olur.”

İkisi arasında bir tercih yapmak zorunda değilsiniz; eğer bu şekilde bir düşünceniz varsa saygı duyarım.

Bilim doğrulanabilir olması bakımından güvenilirdir, ancak bilimin yargıda bulunarak her şey hakkında konuşması anlamsızdır.

Bahsetmek istediğim, doğada kesin bilgi mümkündür ancak biz bilim kullandığımızda tabiatla takasa gireriz. Elimizdeki kesinliğin bir kısmını vererek, doğrulanabilirliği satın almış oluruz; bu nedenle asla kesin bir kavrayışta bulunamayız. Hâlen birbiri ile bağdaştıramadığımız birçok konu mevcut.

“Peki bu durumda sizin konumunuz neresi? Tam olarak nerede duruyorsunuz?”

Her şeyi bilmediğimize göre, bana mâkul gelen iki konum var.

İlki, bilmediğini kabul etmek ve geri çekilmek. Fakat ben ikincisini tercih ediyorum.

“İlki agnostisizm anladığım kadarıyla. Peki ikincisi için neler söyleyeceksiniz?"

Her şeyi bilmediğini kabul etmek ve her şeyi bilen bir varlığın olduğunu da kabul etmek.

“Peki siz neden ikinciyi tercih ediyorsunuz?”

Prensiplerimizden bahsedeceksek, sorumluluk almayı kabul edeceksek ve sert ve sağlam bir zeminde ahlâki problemleri ele alacaksak; agnostisizmin bu konularda pek bir şansı yoktur. Agnostisizmde her şey başka türlü de varolabilir; ben kendime başka varoluşlar biçmek istemiyorum; hakikat tek yönlü bir tren bileti gibi olmalı ki; hataların geri dönülemezliği, ödevlerin sorumluluğu ve güç önünde yozlaşmaya karşı direnç önem arz etsin.

Bakın bayım, modern dünya agnostiktir. Modern dünyadaki insanın, sınırsız seçeneği vardır. Eğer bir sınır yoksa, orada hiçbir davranışsal engel de yoktur. Bu elbette kişinin doğrudan ahlâksız olacağı sonucuna götürmez bizi. Lâkin bir dindar Tanrı tarafından çizilmiş ahlâki rotasına sağlam bir gemiyle giderken; bir agnostik için bu geminin karşılığı tahta parçasıdır; serbest, özgür ve güven vermeyen bir tahta parçası. Belirsizlikler okyanusunda; rotası çizilmemiş, prensiplerden yoksun, hakikati bulamamış bir tahta parçası. Dindarın ödevi vardır ve aynı zamanda öğretmeni, agnostiğin ise sadece ödevi vardır. Biliyoruz ki hiçbir öğrenci, sadece yap diye verilen bir ödevle uğraşmak istemez.

Ahlâk ve etik konusunu burada sizinle tartışacak degilim ancak bir şey merakımı cezbetti. Neden ateizm ve deizmden hiç söz etmediniz?

Dikkatli bir dinleyicisiniz bayım, tebrikler doğrusu. Her şeyin bilgisini edinmeden, bir şeyin yokluğundan da bahsedemeyiz. Ayrıca Tanrı yok ise, nihilist olmak gerekir zirâ her şey anlamsızdır. Ertesi gün yok olacağını bildiği hâlde kara iz bırakan çocuklar gibi, nihilizme dönmeyen ateizm de çocuksu bir davranıştır. Nihilizm ise bir varoluş değil, yokoluş biçimidir.

Deizm ise tabiatla birleşirse ve Spinoza tarzı bir yola başvurulursa belki mâkul olabilir ancak, bu durumun dışındaki hiçbir kabulleniş mâkul gelmiyor bana.

Peki ya siz? Siz neler düşünüyorsunuz söylediklerim hakkında?

“Varsayımlarınızı sonuna kadar dinledim, bilim hakkındaki önyargılarınızı da… Açıkçası ateist bir bilim insanı olarak ben, hiçbir fikrinizi mâkul bulmadım. Devamını sorarak basit ve yüzeysel fikirlerinizle vakit kaybetmek istemiyorum bile…”

Cümlelerimin sonunda cevap vermek istersiniz diye yeterince durdum; ancak sadece alay konusu ederek biriyle başa çıkmak, yöntemlerin en eskisi ve en kurnazcasıdır.

Siz yanımda otururken açtığım bu sohbeti, sizi dindar yapmak veya yargılamak için yapmadım; içimdeki hâkikate olan meraktan dolayı yaptım. Belki yanlış düşünüyorum diye söyledim onca fikrimi; ancak sizden kuvvetli bir itiraz dâhî işitemedim.

Bildiğimi söyleyip kibirlenmektense, hiçbir şey bilmediğimi itiraf etme erdeminde bulunmayı tercih ederim bayım, hoşçakalın…

Alucard

--

--