Faaliyetlerimizi sürdürürken etkilediğimiz sosyal, çevresel, etik ve ekonomik alanlar çok geniş bir etki alanına sahip olabiliyor

Sürdürülebilirlikte ETKİ ALANI Nedir?

Aysegul Hatay
inValue

--

Etki Alanı sürdürülebilirliğin en önemli temel taşlarından birisi. Türkçesi “kapınızın önü” aslında. Kapınızın önüne süpürdükleriniz ve her içeri girenle tekrar ve her an içeri taşınması mümkün olanlar…

Kurumların sosyal, çevresel, etik ve dolaylı ekonomik etki alanının yönetimi sanıldığından çok daha fazla risk yönetimiyle bağlantılıdır.

Sürdürülebilirliği anlatırken cümlelerimize her zaman “sürdürülebilirlikte etki alanınızı yönetmelisiniz,” diye başlıyoruz. Nedir bu etki alanı?

Kurum ve kuruluşların faaliyetlerini sürdürürken etkiledikleri sosyal, çevresel, etik ve ekonomik (doğrudan ve dolaylı) alanlar (kişi, kurum, ekolojik çevre, yerel halk, toplum vb) sürdürülebilirlikte “etki alanı” olarak tanımlanıyor. Böyle bir tanımla incelendiğinde ve özellikle çok büyük kurumları düşündüğümüzde elbette dev bir ekolojik, ekonomik ve sosyal bir çevreden bahsediyoruz. Zaten belki de bu nedenle çoğunlukla içinden çıkılmaz bir durum gibi algılanıyor. Oysa sürdürülebilirlik yönetimi standartlaştığından beri bu konudaki yöntemler de uzay bilimi olmaktan çıktı. Her ne kadar her konuda olduğu gibi şirketin faaliyet alanına ve kurumsal kültürüne göre yönetim modellerini adapte ediyorsak da yine de Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz.

Etki alanı belirlenirken en önemli diğer ilke de “önceliklilik” ilkesi. Aslında bu kadar geniş bir etki alanı söz konusuyken biraz da şirketlerin işini kolaylaştırmak için belirlenmiş bir ilke bu. Daha açık anlatmak gerekirse, önceliklilik ilkesi şunu söylüyor kurumlara:

“Evet, çok geniş bir etki alanın olabilir ve bunların yönetilmesi de ciddi bir yatırım gerektirebilir. Ancak hepsi bir şekilde senin sürdürülebilirliğin için risk taşıyor. Bu nedenle öncelikle en çok nereyi etkilediğini paydaşlarına sor. Onlardan aldığın geri bildirimi kullan. Sonra faaliyet alanına göre bir etki alanı analizi yap. Bunun için başvurabileceğin dünyaca kabul edilmiş standartlar var. Bunları temel alabilirsin. Örneğin sektörün ve faaliyetin biyoçeşitliliği etkiliyorsa ve paydaşların için de bu aynı derecede öncelikliyse bu konuyu ilgilenmen gereken konuların başına taşıyabilirsin. Elbette şirketinin stratejik önceliklerini ve kapasitesini de dikkate almalısın.”

Bu etki alanı ve önceliklilik meselesi artık kalkınma ajansları ya da uygun koşullarda sosyal yatırım alabilmek için de dikkat çekici derecede önemli olmaya başladı. Bir şirketin gelecekte de var olup olmayacağının en önemli kanıtı risklerine daha geniş bir perspektiften bakma yeteneği ve bu riskleri yönetme sistemlerinin bulunması anlamına geliyor. Etki alanı da bunların içinde zaman kaybetmeden dikkate alınması ve gerekli sistemlerin kurulması gereken başlıklardan birisi.

Bunun dışında bence en önemlisi, “etki alanı yönetimi” ile o güne kadar hiç dikkat etmediğiniz ya da gündeme gelmeyen pek çok fırsatı yakalama şansınızın olmasıdır. Zaten hiçbir kurum fayda sağlamadığı bir süreci yönetmeye ısrarla devam edemez. Bu durum kendi içinde “devamlılığı” (burada özellikle sürdürülebilirlik sözcüğünü kullanmadım) olan bir durum değildir.

Etki alanı yönetimini sıklıkla “sosyal etki analizi” ile karıştırmak mümkün oluyor. Sosyal Etki Analizi, burada sözünü ettiğimiz “etki alanı” ile ilgili değildir. Bu başlığı da başka bir yazıda detaylı olarak anlatacağım. Ancak kısaca söylemek gerekirse “etki alanı” tüm paydaşlarınızı ilgilendirirken, sosyal etki yürütülen sosyal programın hedeflediği paydaş grubundaki etkisini ölçer. Daha doğrusu bizdeki uygulamaları bu şekilde oluyor. Herhangi bir projenin uygulanmasının ardından bu projenin hangi sosyal çevreyi ne derecede olumlu etkilediğini ölçmek amacıyla “social impact analyze” dediğimiz yöntemi kullanan kurumlar var. Ancak aslında sosyal etki analizi dediğimizde çok daha geniş çaplı bir etkinin ölçülmesini anlamamız gerekiyor. Bu noktada da karşımıza çıkan iki tane başlık var:

  1. Paydaş Katılımı (Stakeholder Engagement)
  2. Sosyal Onay (Social License to Operate)

Bu başlıkları da başka yazılarda anlatmaya ve kolay uygulama yöntemlerini açıklamaya çalışacağım. Çünkü hepsi kendi içinde tam olarak anlaşılması gereken prosesler. Tam olarak anlaşılmadığı ve şirket içinde bu kavramlarla ilgili ortak bir jargon oluşmadığı için çoğunlukla ya çok zor ya da karmaşık prosesler oldukları varsayılıyor. En önemlisi “inovasyon” arayışında olan kurumlar, yeni standartlar, yeni uygulamalar veya yeni proseslerle karşılaştıklarında eğer doğrudan ürün ve hizmeti etkilemiyorsa bu tür işlere daha fazla rezistans gösteriyor. Çünkü ürün ve hizmete ya da satışa doğrudan etkisini görebilmek için çok zaman harcamaları gerektiğini düşünüyorlar.

Oysa ki sürdürülebilirlikle ilgili hiçbir şey bir kurum için ekstra ya da angarya yeni bir iş değildir. Tam tersi mevcut iş yapma biçimlerinizi geliştiren, bunlara katkı sağlayan ve doğrudan kurumun başarısı ve verimliliği ile ilgili uygulamalardır.

--

--

Aysegul Hatay
inValue
Editor for

Strategic Sustainability Management Consultant, Editor, Translator, Classical Archeologist, Social Antropologist and Sociologist #Sürdürülebilirlik @invalueco