“Bizim onlardan alacağımız tek şey bize verecekleri hesaplardır!”

Jiyan’ın Sesi
Jiyaninsesi
Published in
6 min readJun 5, 2016

Söyleşi: Fatma Edemen

Özgen Sadet, 23 yaşında, SGDF(Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu) Eşbaşkanı, Suruç Katliamı’nda hayatını kaybeden Hatice Ezgi Sadet’in kardeşi. Ankara’da Fabrika Kolektif Üretim Merkezi’nde sohbet ediyoruz Özgen’le. Bir süre salonda bir süre sonra Fabrika’nın iç iki odasını kaplayan Suphi Nejat Kütüphanesi’nde devam ediyoruz görüşmemize. SGDF “Suruç için adalet, herkes için adalet” şiarıyla bir kampanya başlatıyor. Suruç sonrasını, dava dosyasını, aileleri ve kampanya sürecini konuşuyoruz.

Suruç Katliamı öncesi neler olmuştu, katliama kadar içerisinden geçtiğimiz süreç katliamın gerekçelerini de açıklıyordu aslında. Özgen de geçtiğimiz yılı tarifledi önce.

“2015 senesi ezilenler cephesinden art arda kazanımların geldiği ve art arda sevinç dolu haberleri karşıladığımız bir seneydi. Bu Saray bakımından yani egemenler bakımından AKP hükümeti bakımından da yenilgileri peşi sıra yaşadıkları bir süreçti. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ diyenlerin iradesi barajları yıkarak aynı zamanda sokakları doldurarak parlamento cephesinden onlara bir yenilgi yaşatmıştı. Gerçekten kurmak istedikleri sisteme vurulan en önemli darbelerden bir tanesiydi. Ama bu darbe tek başına dönemi karşılayan bir darbe değildi, dönemin başlarında yaşadığımız 6–8 Ekim Kobane Serhildanları başta Kürdistan illeri olmak üzere batı sokaklarında da özellikle gençliğin ve ezilenlerin bir devrimle, yeni bir dünyayla kurdukları bağı kuvvetlendiren de bir atılımdı. Peşine gelen Kobane Zaferi yine o dönemki atılımı güçlendiren ve pekiştiren bir yerde duruyordu. Kobane Zaferi’nin ardından gelişen Tel Abyad Zaferi, Tel Abyad’ın özgürleştirilmesi, yani bir devrimin iki yakasının birleşmesi de ezilenler bakımından, işçiler, emekçiler ve özellikle gençler bakımından yeni bir dünyanın oluşumuna sunulan katkının en önemli belirtileriydi. Suların ezilenlerden yana aktığı, devrimlerin ve isyanların dünya çapında yankılar uyandırdığı böylesi bir süreçte gençliğin, özellikle sosyalist gençliğin, devrimci gençliğin de yüzünü dönmesi gereken yerin de devrim olduğu çok açık gözüküyordu. Tarihin bize dayattığı bir görevdi bu, biz de ‘19–24 Temmuz arası Kobane’deyiz, Kobane’de olmalıyız’ dedik. Bu kapsamda ortalama iki ay süren bir çalışmayla gidişimizi örgütledik.”

Ve böylesi bir katliam yaşadık. “Peki, Suruç Katliamı’ndan bu yana neler değişti, katliam bize neyi gösterdi?”

“Peşi sıra bu kadar başarıyı karşılayan ezilenler cephesine Saray bir darbe yapmak zorundaydı. 20 Temmuz gününde Amara’nın bahçesinde toplanan devrimci gençliği katletmek, yok etmek ve bir imhayla karşı karşıya bırakmak bu darbeyi başlatma çabasıydı, devrimci gençliği susturma çabasıydı. Ancak o gün katliamdan sağ kurtulan bizler bu niyetlerinin boşa çıktığını geçtiğimiz 10 aylık süre boyunca da gösterdik. Suruç’un ardından neler değişti, hepimiz biliyoruz 20 Temmuz sadece biz devrimci gençlerin, sosyalist gençlerin katledildiği bir tarih değil, aynı zamanda bu ülkede Saray’ın kendi darbesini de getirdiği bir tarih. Seçimlerini bombalarıyla süslediği, kitleleri silahlarıyla, canlı bombalarıyla, DAİŞ çeteleriyle korkuttuğu bir sürece girdi. Kürdistan’da barikatlarda, hendeklerde direnen halklara tanklarla, toplarla karşılık verdiği bir sürecin içine girdi. Dün Suruç’ta kendini patlatanlar, bu örgütün üyeleri, 10 Ekim’de katliamın üzerinden henüz 3 ay geçmemişken, tüm dünyanın gözleri önünde, emniyetin bilgisi dahilinde -tıpkı Suruç’ta olduğu gibi- yüzlerce, binlerce insanın arasında tekrar kendilerini patlatabildiler. Dün nasıl ki Hitler faşizminde ilk hedef komünistler, devrimciler olduysa, bugün de Saray faşizminde önce hedef halkın vekilleri, halkın kendi iradesiyle seçtiği insanlar oldu. HDP vekillerine yönelik büyük bir karalama furyalarıyla, beraberinde gelişen dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla, batıda sokaktaki insanlara yönelik baskılarla, Kürdistan’da cenazeleri sokaklarda günlerce bekletilen Taybet Analarla, bodrumlarla yakılan insanlarla kendini gösteriyor bu süreç.”

Suruç Katliamı’nın dava dosyasında gizlilik kararı sürüyor, bir yandan dönem dönem katliama dair çeşitli belgeler ortaya çıkıyor. En son, Suruç İlçe Emniyet Müdürü’nün kendisine gönderilen talimata uymadığı, güvenlik önlemlerini bile bile almadığı ortaya çıkmıştı.

“20 Temmuz’dan itibaren avukatlarımızın, savunmanlarımızın ulaştığı çok açık belgeler vardı. Bu belgelere çok kısır kaynaklardan ulaşılmıştı. Biz 21 Temmuz gününden itibaren Suruç’un aydınlatılması gerektiğini, eğer Suruç aydınlatılmazsa bu sürecin yeni katliamlara gebe olduğunu söylüyorduk. Maalesef ki akan süreç bizi yanıltmadı. Suruç’un hemen ardından Suruç için Adalet Platformu kuruldu, oradaki avukat arkadaşlarımızın konuya ve sürece dair raporları da vardı. Çok bariz, önümüze çıkan bir şey vardı; bu katliamın Saray destekli DAİŞ çeteleriyle gayet örgütlü bir biçimde yapıldığıydı. O gün, 20 Temmuz’da Amara’ya giderken defalarca üstleri aranan, defalarca otobüsleri durdurulan, kent merkezlerinde veya illerinden çıkarken araçları durdurulan devrimci gençlerdi. Basın açıklamasının başlayacağı sırada sürekli gezen polis araçları, tomalar yok oluyor, otogarlardaki kameraların 3 gün önceden birileri tarafından kayıtları alınıyor ve kapatılmaya zorlanıyor. Ve o gün, patlamanın hemen ardından halk tarafından yakalanan, durdurulan bir kişinin gizlenmesi söz konusu. Avukatlar onun da benzeri bir çetenin üyesi olduğunu varsayıyor ve ismi bugün basında da dolaşıyor, Abdullah Ömer Aslan isimli kişi. Halkın onu yakaladığı, sorguya çektiği, daha sonrasında polislerin halkın elinden onu aldığı ve saçını sakalını Amara’nın bahçesinde kestiği, utanmazca yani, katliamın hala izleri yerde dururken bu kişinin kılığını değiştirip kaçırıldığını biliyoruz. Çantasından çıkan belgelerle, DAİŞ bayrağıyla, aralarındaki örgüt bağlantısının ne boyutta olduğunu gördük. Daha da acısı aynı örgütün üyeleri 10 Ekim’de kendilerini patlattılar, başka bir katliama imza attılar. Gerek Ankara sonrası ortaya çıkan belgelerle, gerek Suruç sonrası ortaya çıkan belgelerle aslında emniyetin patlamaların hepsinden haberdar olduğunu fakat kendisini korumaya yönelik önlemler aldığını biliyoruz.

Hala bir gizlilik kararı sürüyor, bugün katliamın 11.ayına yaklaşıyoruz. Aileler savcılıkla çok zor görüşebiliyor, açıkça savcı kaçıyor. Ailelerimiz defalarca başvuruda bulunuyor, ya ret cevabı alıyorlar ya da daha ertelenmiş tarihlerle karşılaşıyorlar. O gün Suruç’ta olan arkadaşlarımızın eşyaları hala emniyetin depolarında bekletiliyor. Üstünden 10 ay geçmesine rağmen nemli depolarda bekletiliyor, bir delil işlevi de görmüyorlar. Belgeler, gazeteciler eliyle ulaştırılıyor, ne emniyetin ne de mahkemenin bu konuda da hiç bir adımı yok.

Ne Suruç ne Ankara ne Sultanahmet ne İstanbul, bu katliamlar aydınlatılmadığı sürece gelecek katliamlara da gebedir.”

IMG_20160602_175822

Katliamdan yaralı kurtulanlar, tanık olanlar da sonraki süreçlerde çeşitli baskılarla yüzleşmişti. Suruç’tan sağ kurtulan Ulaş Alankuş İstanbul’da, Seyit Cem Çakmak İzmir’de tutuklanmış, geçtiğimiz günlerde serbest bırakılmışlardı. Katliamdan kısa bir süre sonra İstanbul ve Kocaeli’nde SGDF’ye yönelik operasyonlar düzenlenmişti. SGDF Eşbaşkanları da bu operasyon kapsamında gözaltına alınıp denetimli serbestlikle bırakılmışlardı. Suruç’tan sağ kurtulan Merve Nur İşleyici ise geçtiğimiz haftalarda Isparta’da tutuklandı.

“Suruç’un üstünden bir ay geçmeden gazilerimizin kaldığı evler basıldı. Bunlar keyfi baskınlardı, hiç bir operasyon gerekçeleri yoktu, ‘ihbar var’ iddialarıyla yoldaşlarımızın evleri dağıtıldı. Daha sonra katliamdan sağ kurtulan, katliama tanık olan yoldaşlarımızın evi silahlarla basıldı, yerlere yatırıldılar, eşyaları dağıtıldı. Geçtiğimiz günlerde serbest kalan Suruç gazilerimiz operasyonlarla tutuklandılar. Ulaş Alankuş buna bir örnektir, Seyit Cem Çakmak buna bir örnektir, ikisi de Suruç gazisi yoldaşlarımızdı ve çok keyfi gerekçelerle tutuklanmışlardı. Suruç tanığı yoldaşımız Merve Nur İşleyici aynı şekilde Isparta’da tutulandı ve hala tutuklu bulunuyor.”

Katliamdan hemen 1 ay sonra Suruç Aileleri İnisiyatifi kuruldu.

“Bugün çok önemli bir değere sahibiz. Suruç ailelerimiz bugün kenetlenmiş bir biçimdeler. 20 Ağustos tarihinde Suruç Aileleri İnisiyatifi kuruldu, çok az bir yoldaşımızın ailesine ulaşamadık ama bir çok yoldaşımızın ailesi bugün bir arada. Onlar bir araya geldi ve gerçek bir aile oldular aslında. 20 Temmuz’dan itibaren gerçekten aileleşmiş bir biçimde, hem gazilerin, hem tanıkların, hem SGDF’lilerin maruz kaldıkları her türlü adaletsizliğe ve hukuksuzluğa karşı başkaldırdılar ve savundular. Ailelerimiz, ‘biz bu devletin verdiği kan parasını, teklif etsin ya da etmesin reddediyoruz çünkü bizim onlardan alacağımız tek şey bize verecekleri hesaplardır’ diyorlar.”

“Suruç için adalet, herkes için adalet” şiarıyla bir kampanya başlıyor. Kampanyanın öncelikli hedefi dava dosyasındaki gizlilik kararının kaldırılması.

“Biz bu kampanyaya Suruç için adalet, herkes için adalet diyerek başladık. Bu kampanyanın bizim bakımımızdan çok yönlü bir değeri var, Suruç’un birinci yılına yaklaşırken yani Türkiye devrimci tarihinde çok ender rastlanan hatta belki örneği ilk diyebileceğimiz bir katliamın yıldönümüne yaklaşırken, görevimiz bu dosyadaki gizlilik kararını kaldırtmak, katliamların aydınlatılması için çalışmaktır. Yeni katliamların oluşmasının önünde engel olmanın bir yoludur bu. Kampanyadan kazanımla çıkmak, gizlilik kararını kaldırtmak ve belgelerin yayınlanması çok önemli. Biz o gün, orada, 33 yoldaşımızı sonsuzluğa uğurladık, Suruç’tan çıkan yoldaşların, o katliamdan sağ çıkan yoldaşların söyledikleri tek bir cümle vardı: Biz bugün eğer hayattaysak yoldaşlarımız bize bedenlerini siper ettiği içindir. Ve biz bugün, bedenlerini bize siper eden, bedenlerini bugün ezilen halklara siper eden, kanları, hangi örgütten, ırktan, kökenden, mezhepten olduğu farketmeden birbirine karışan bu insanlara bir borcumuz olduğunu biliyoruz. Bu yüzden, bu kampanyaya omuz vermek çok önemli. Bu yüzden ‘herkes için adalet’ diyoruz. Çünkü o gün Amara’nın bahçesinde toplanan, birbirinden ayrı dilleri konuşan, birbirinden farklı kültürlerden gelen, biri Çerkes, biri Kürt, biri Laz, biri Alevi, farketmeksizin, dün Berkin için, Ali İsmail için, Ceylan Önkol için, katledilen Ermeniler için, katledilen kadınlar ve translar için sokaklarda olan, sesini yükselten insanlar olduklarını biliyoruz. Adaletin vuku bulmadığı her davanın takipçisiydi bu insanlar.

Biz, bütün devrimci, demokrat kamuoyunu bu kampanyayla, bizimle dayanışmaya çağırıyoruz. Gelin, bu kampanyayı beraber büyütelim diyoruz. Vicdanı bizimle olanlara sesleniyoruz.

Bu süreçte, en temelde bir imza kampanyası başlattık, ‘Düş yolcuları adalet yolunda, Suruç için 1 milyon imza’ diyoruz. 1 milyon imza hedefimiz var, imza kampanyamıza destek sunabilir, imza toplayabilirler. İnsanlar kampanyaya dair ellerinden gelebilecek ne varsa, bir tane beste yapmaktan tutalım da bir tiyatro düzenlemeye, etkinlikler örgütlemeye, imza föyü dağıtmaya kadar.

16 Temmuz günü, geçen yıl Kobane’ye doğru kalkan araçlarımız gibi, aynı ruhla ‘Adalet Gecesi’ne gideceğiz. İstanbul’da gerçekleştireceğimiz Adalet Gecesi’nde, unutmadığımızı, unutturmayacağımızı bir kez daha göstermek istiyoruz. 20 Temmuz günü ise yoldaşlarımızın gitmek istediği ama adım atamadığı topraklara gideceğiz, Kobane’de olacağız. Aynı şekilde o gün yoldaşlarımızın kanlarının döküldüğü Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde olacağız, buradayız, unutmadık, hesap soruyoruz diyeceğiz. Yine 20 Temmuz gününde Cizre’de olacağız, Cizre halkıyla dayanışacağız, bir heyetimiz de Cizre halkının sesine ses olmaya çalışacak. Kent merkezlerinde de aynı gün sokaklara çıkacağız.”

--

--