Diyarbakır’dan Kozmik Oda’ya: Bizi tutuklayan hakim nasıl darbeci çıktı?

Jiyan’ın Sesi
Jiyaninsesi
Published in
4 min readAug 9, 2016

Altan Sancar yazdı

13 Şubat 2008 akşamı gözaltına alındığımızda başımıza geleceklerden habersizdik. Gözaltı için araca bindirildiğimizde emniyete götürüleceğimizi ve en fazla sabaha kadar tutulduktan sonra ya savcılıktan ya da doğrudan emniyetten salıverileceğimizi düşünüyorduk. Aklımızdaki en kötü ihtimal, bir ya da iki ay gibi kısa bir süre tutuklu kalacağımızdı. Ancak, Terörle Mücadele şubesine götürülür götürülmez, gördüğümüz muamele ile durumun hiç de düşündüğümüz gibi olmayacağını anladık.

TEM Şube Müdürlüğü’nün en alt katındaki nezarethane girişinde kaydımız yapılırken ve üstümüzden çıkanlar bir bir tutanağa işlenirken, polislerden biri sigara içtiğim için üzerimde bulunan iki adet çakmağı bana doğrultmuş, “molotofu bunlarla mı yaktın?” diye sormuştu. Ne olduğunu anlayamamış bir şekilde sadece “ne molotofu?” diye sormuştum, “birazdan anlarsın” cevabını takiben “hoşgeldin dayağı” yemiştim. Bu dayak esnasında çenemde ağrı hissetmiş, ancak ne olduğunu anlayamamıştım. Yıllar sonra cezaevindeyken götürüldüğüm hastanede çenemin o gün kırıldığını öğrenecektim.

Sorgu aşamasına geçildiğinde, bir başıma bir odaya konuldum. Yan odadan “Siz yaptınız ulan!” bağırmaları eşliğinde tokat sesleri geliyordu. Çok geçmeden bir polis odaya girdi, karşıma oturdu, gözlerime bakıp “Sizi yakacaklar” dedi. Ne demek istediğini tam olarak anlamasam da polis taktiği olduğunu düşünerek, “Bir suçumuz yok, siz de anlayacaksınız” dedim. Karşımda duran polis “Bunu bir tek ben biliyorum, ama onları inandıramayacaksın” diye cevapladı. ‘İyi polis-kötü polis’ taktiği diye düşünerek, “Gerçek ortaya çıkar” diyebildim yalnızca. Karşımda duran polis bir anda hiddetlendi, “Oğlum ben ülkücüyüm. Birbirine düşman da olsa benim de ilkelerim var, senin de. Ama bunların ilkeleri yok, bunlar çıkar ve menfaat için hareket ederler, talimatı almışlar, sizi yakacaklar. Bana kalsa seni şimdi bırakırım da bunlar her yerde ve bizi bitirdiler” dedi. Yıllarca ailemin her bireyine ayrı ayrı işkence etmiş bir ideolojiye mensup polisten bunları neden duyduğumu uzun süre anlayamadım; ancak, gözaltında kaldığım altı günün sonunda bizi “yakacaklarını” tam olarak anladım. Gözaltına alınmamızdan önce yaşanmış iki molotoflu saldırıyı, altı gün boyunca bin bir çaba ile üzerimize yıkarak bizleri savcılığa sevk ettiler. Ardından mahkeme, ve tutuklandık…

Tutukluluğumuzun dördüncü ayında hazırlanan iddianame ile öğrendik ki, benim bilgisayarıma yerleştirilen bir dosya, gözaltında bizi minibüse bindirerek şehir içinde attırdıkları tur, ve marketlerin güvenlik kamerası görüntüleri mahkemeye sunulmuş, saldırılar bizim üstümüze yıkılmıştı. Gözaltında işkence gördüğüme dair doktor raporu ise avukatımın bütün çabasına rağmen mahkeme dosyasına eklenmemiş, “kayboldu” denilerek yok edilmişti. Hakkımızda ağırlaştırılmış müebbet istenen yargılama bir yıldan fazla sürdü, sonucunda da 16 yıl hapse mahkum edildik.

Dosya Yargıtay’a gitmişti ama biz “artık yapacak bir şey yok” diyerek durumu çoktan kabullenmiştik; çünkü gözaltına alınmadan önce yine benzer şekilde tutuklanan ve Ankara’da bir otoparkta bulunan bomba yüklü minibüs davasından mahkum olan bir öğrenciyi duymuştuk. (Aynı öğrenci üç gün önce FETÖ iddiamesindeki bir tespit üzerine tahliye edildi.)

Tutuklanmamızın üçüncü yılında, bir akşam koğuşun kapısına gelen ve mazgaldan seslenen gardiyan, “Yargıtay dosyanızı bozmuş, hazırlan yarım saate çıkacaksın” dedi. Duyduklarıma inanmakta güçlük çekmiştim, zira bizi mahkum eden mahkeme heyeti, arasında üç kilometre olan iki marketi beş dakika ara ile yaktığımı söyleyen polise inanmış ve beni 16 yıla mahkum etmişti. Bu adaletsizliğin Yargıtay’dan dönmesine ihtimal dahi vermiyorduk. Ancak karar doğruydu ve biz yarım saat sonra, doğrusu, yağmur altında girdiğimiz cezaevinden 3 yıl 2 gün sonra çıkmıştık. Yaşadığımız anın mutluluğu ile uzun bir süre neden ve nasıl diye sorgulamadık.

Aylar sonra yeni bir mahkeme çağrısı geldi. Yargıtay’dan dönen dosya üzerine, yargılanmamız yeniden başlamış ama Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakimi değişmişti. Bu duruşma yalnızca 15 dakika sürdü ve sonucunda beraat kararı çıktı. Üç yıl tutuklu kaldığımız dosyadan, 15 dakika içinde beraat etmiştik. Tıpkı onlarca gazeteciye, akademisyene, ve diğer suçsuz insanlara dedikleri gibi, bize de “pardon” demişlerdi.

Aradan yıllar geçti ve bir gün haberleri okurken tanıdık bir isme rastladım: Dündar Örsdemir. Kozmik Oda aramasını yapan, “Hopa Davası’nın esprili hakimi”, Dündar Örsdemir. Yıllarca yargılandığım davada karşımızda durup bizi ciddiye almayan, mahkemeye gelen tanıkları “siz nereden bileceksiniz” diyerek azarlayan ve sonunda 22 yaşımızda bize 16 yıl hapis cezası veren Dündar Örsdemir, önce Denizli’yesürülmüş, sonra da açığa alınmıştı. 15 Temmuz akşamı yaşanan darbe girişimi sonrasında merakla adını arattığımda ise karşıma Örsdemir’in kaçak olduğu ve arandığı haberi çıktı. Sorguda araç ile tur attıran, saldırıları üzerimize yıkan dosyayı hazırlayan polislerin isimlerine baktığımda da hepsinin FETÖ soruşturmasında açığa alındığını öğrendim.

Günlerdir düşünüyorum, çünkü her televizyon kanalında konuşuluyor, her sitede yazılıyor: Ergenekon, Balyoz gibi davalarda kurulan kumpas çarşaf çarşaf işleniyor da, aynı hakim ve savcıların KCK ve KCK Basın davalarına da bakmış olmaları hiç ama hiç konuşulmuyor. Konuşulmuyor, çünkü duruşmalarda bizleri savunan bazı avukatları, çok değil ikinci duruşmadan sonra KCK’li diye yan koğuşumuza getirmiş olmaları, gazetecilik yaptı diye insanları tutuklamaları hala birilerince onaylanıyor.

Polislerin ürettiği iddianameyi yargılama konusu yapıp, gencecik üç insanın müebbet ile yargılandığı davada 16 yıl ceza yağdırırken gülümseyen hakim, şimdi dağıttığını iddia ettiği adaletten kaçıyor. Bu gözü dönmüşlük ortamında yargılamalar ne derece adil olur bilinmez, ama dilerim ki haksızlığa uğramazlar, en adil biçimde yargılanırlar. Çünkü her zaman bıkmadan söylediğimiz gibi, “adalet bir gün herkese lazım olacak.” Fakat bilsinler ki adalet önüne çıktıkları an, ben de kendilerinden şikayetçi olacağım. Kürde yaptıkları her ne kadar gözardı edilse, hatta onaylansa dahi bunun takipçisi olacağım. Zira Ahmet Şık’ın da dediği gibi “yüzleşmek ve hesaplaşmak gerek.” Biz de yüzleşeceğiz ve hesaplaşacağız. Bugün yapanlarla, bir gün atayanlarla…

--

--