Ekümenopolis: “Peki kentler buna hazır mı?”

gökçe uzgören
Küreselleşme ve Dönüşüm
4 min readNov 17, 2018

İstanbul’un, özellikle 1990’lı yıllarla birlikte sayıları gittikçe artan kentsel dönüşüm projelerinin hedefi hâline gelmeye başlaması su götürmez bir gerçek. Bu projelerin kentsel mekândaki izdüşümünü daha somut bir biçimde görmeye başladığımız 2000’li yıllarda ise hem kent planlama yazınında, hem sosyoloji, ekonomi, hukuk gibi farklı disiplinlerde, hem de çeşitli medya kanallarında önemli kentsel dönüşüm tartışmaları ortaya çıkmaya başladı. Ekümenopolis, bu tartışmaların görsel sanatlar ile bütünleşerek çok daha geniş kitlelere yayılması anlamında özel bir önem taşıyor.

Toplamda altı bölümden oluşan belgesel, küresel ölçekten yerel ölçeğe uzanan bir hat üzerinde İstanbul’daki değişimlere odaklanıyor. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrası kentlerin geçirdiği dönüşüm süreci, 1950'li yıllar ile başlayan kırdan kente göç olgusu, 1970 sonrası ortaya çıkan neoliberal ekonomi politikaları gibi tüm Türkiye kentlerini ilgilendiren konular hakkında iyi bir özet sunan belgeselde, İstanbul’un 1980’lerden bu yana küresel piyasaya nasıl eklemlendiği, bu eklemlenmenin kentteki tezahürleri ve devletin “orta sınıflaştırma” ve “tüketim toplumu yaratma” projeleri üzerine analizler sunuluyor.

Kentlerin kapitalizmin yükselişi ve küreselleşme süreci ile birlikte önemli dönüşümler yaşadığının altını çizen belgeselin, “..Peki kentler buna hazır mı?” sorusu ile başladığını görüyoruz. Bu dönüşüm sürecini tartışmasız Türkiye’nin küresel ilişkilerden en çok etkilenen kenti olan İstanbul üzerinden okumaya çalışan Ekümenopolis, İstanbul’da kentsel dönüşüm projelerinin şehircilik biliminin bir parçası olarak değil politik ve ekonomik bir sektör olarak ele alınması ve bu süreçte çok sayıda insanın hem ekonomik, hem sosyo-kültürel açıdan mağdur edilmesi gibi sorunlar üzerinde duruyor. Bu sorunların hem tarihsel bir analizinin sunulması, hem de bu analizlerin ampirik verilerle ve grafik anlatımlarla desteklenerek (nüfus bilgisi, araç sayısındaki değişim gibi) bilimsel altyapısının oluşturulması söz konusu sorunların aklımızda daha net ve sağlam yer etmesine olanak tanıyor.

İstanbul’un süregelen kentsel dönüşüm politikalarıyla birlikte gelecekte nasıl bir kent hâlini alacağı ise tahmin edilmesi çok zor bir şey değil. İmre Azem gelecekte nasıl bir kent ile karşı karşıya kalabileceğimiz konusunda oldukça iyi analizler sunuyor. Kentteki kentsel büyümenin boyutları, doğu-batı aksı üzerinde ilerleyen kentleşmenin son dönemde izlenen büyüme politikalarıyla birlikte kentin kuzeyine doğru kayması, araç sayısındaki artış, trafik sorunu çözeceği vaadedilen otoyol projeleri ve bu projelerin sorunu çözmek yerine var olan sorunu ötelemesi veya çok daha büyük altyapı sorunlarına yol açacağı gerçeği, son dönemlerde büyük tartışmalara yol açan 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, 3. Köprü gibi hem kentsel hem bölgesel ölçekte ciddi sosyo-mek’ansal etkiler doğuracak megaprojeler… Bütün bu projelerin ortak bir paydada buluştuğunu ve aslında bu projelerle birlikte hükümetin kentsel alan üzerinde sermaye birikimi yaparak ekonomik büyümeyi hedeflediğini biliyoruz. Nitekim kente yatırım çekme, kentin kapasitesini düşünmeden yeni rant alanları yaratma ve ekonomik gelir elde etme son yıllarda izlenen neoliberal kent politikalarının sadece bir parçası. Bu argümanların İstanbul gerçekliğindeki karşılığını ise en iyi Şükrü Aslan’ın belgeselde geçen cümleleriyle özetleyebileceğimizi düşünüyorum:

“Gelirin artması önemlidir, ama o gelirin toplumda nasıl dağıtıldığı daha önemlidir. Bir toplumun gelişmesi birincisi ile değil ikincisi ile ölçülür.”

Bu politikaların izdüşümünü ise belgeselde detaylandırılan mahalle ölçeğindeki kentsel dönüşüm projelerinde açıkça seyredebiliyoruz. Belgesel, İstanbul’da oldukça büyük tartışmalara konu olmuş ve önemli kentsel hareketlerin tetikleyicisi durumunda olan birden fazla kentsel dönüşüm projesine kentin “asıl sahipleri” olan kullanıcılar/yerel halk gözünden bakmaya çalışıyor. Ekümenopolis’in bu bakış açısı, her ne kadar çeşitli kanallarda “tarafsız” olmaması veya “sol romantizmi” yapması bağlamında eleştriliyor olsa da, belgesel konusunun İstanbul’da süregelen kentsel dönüşüm sürecinin olduğu göz önüne alındığında, bu sürecin “sınıflar arası çatışma”, “barınma hakkı”, “yerinden edilme” ve “kent hakkı” meseleleri üzerinde durulmadan tartışılmasının çok güç olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu bağlamda İstanbul’daki kentsel dönüşüm süreçlerine deyim yerindeyse içkin hâle gelen ve somut bir gerçeklik olarak önümüzde duran bu çatışma sürecini, sürecin sonuçlarından en çok etkilenen kullanıcıların ve konuda uzman akademisyen ve araştırmacıların gözünden ele almak çok da yanlış olmamaktadır.

Tozkoparan, Sulukule, Ayazma gibi farklı mahallelerdeki benzer kentsel dönüşüm proje süreçlerinde yaşanan devlet-özel sektör-yerel halk ilişkileri ve çatışmaları belgeselde açıkça gözler önüne seriliyor. Ekümenopolis, özellikle bu mahallelerdeki barınma hakkının ihlali, yerinden edilme, dışlanma, kentsel ve sosyal ayrışma gibi sorunları ortaya koyan bir belge niteliğinde. Bu çatışma sürecinde kiracı-mülk sahibi ayrımının da ne denli önemli olduğunu filmde görebiliyoruz. İmre Azem özellikle kentsel dönüşüm projelerinin gerçekleştirildiği mahallelerdeki mülk sahibi olmayan kiracıların, devlet tarafından nasıl “tanınmadığının” ve “yok sayıldığın” altını çiziyor. Ev sahibi olan mahalle sakinleri hukuki düzlemde bir şekilde belirli haklar talep edebilirken, mülk sahibi olmayan kiracılar hiçbir alternatif sunulmadan mahalleden kapı dışarı ediliyor.

Sonuç olarak, ilk kez Lefevbre’nin[1] Kent Hakkı (Le Droit à La Ville) adlı eserinde söz ettiği “Kent Hakkı (The Right to The City)” kavramına geliyoruz. Kapitalist mekânın üretilme sürecinde İstanbul da diğer tüm kentler gibi kullanım değeri değil değişim değeri üzerinden ele alınıyor. Bu süreçte ise belgeselde de örneklerini gördüğümüz gibi kent içinde sermaye veya mülk sahibi olmayan toplumsal kesimin kent üzerinde de bir hakkı bulunmuyor. Mekânın değişim değeri üzerinden kim rant sağlıyorsa, kent üzerinde söz sahibi de bu ayrıcalıklı sınıf oluyor. Bu sınıfsal ayrışma ve kent hakkı mücadelesine dikkat çekmesi açısından Ekümenopolis oldukça önemli ve cesur bir belgesel. Harvey’in[2] Lefebvre’nin Kent Hakkı tanımını “örgütlenme ve toplumsal mücadele” bağlamında bir tık öteye taşıdığı göz önüne alındığında, İstanbul’un bu kaotik dönüşümü sırasında kent hakkını talep eden ve bunun için toplumsal mücadeleye başvuran kesimin yaşadığı zorlukları ve bu engebeli yolu geniş kitlelere yayan bu tür yapımlara daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Özetleyecek olursak, hızla betonlaştırılan İstanbul’da, her geçen gün bu betonlaşma için yeni yerler açmaya çalışan kapitalist sistemin, gözünü daima toplumun dezavantajlı kesiminin yaşadığı alanlara diktiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu noktada baştaki soruya geri dönebiliriz: “...Peki kentler buna hazır mı?”

[1] Lefebvre, H. (1968). “Le Droit à la Ville”. Paris: Éditions Anthropos.

[2] Harvey, D. (2003). “ The Right to the City”. International Journal of Urban and Regional Research. 27:4, s. 939–941.

--

--

gökçe uzgören
Küreselleşme ve Dönüşüm

urban planner, ph.d student in urban studies and research assistant. | interested in how globalization and noliberal urban policies affect cities today.