Maruziyet, Mahrumiyet

Suleymanarif
Katma Değer Bilgi
Published in
4 min readOct 11, 2023

İletişim, temel ihtiyaçlarımızdan birisi. İhtiyacımız olduğu kadar bizi biz yapan şeylerden de bir tanesi. Mantık ilminde insanın tanımı yapılırken “Hayvan-ı Nâtık” ifadesi kullanılır . Yani konuşan/düşünen canlı demektir insan. “Nâtık” kelimesi Arapçada hem düşünen hem de konuşan manasına gelir ki iki mana da insan tanımını bozmaz. Bizi diğer canlılardan ayıran 2 önemli özellik düşünmek ve konuşmak(iletişim kurmak) geliştikçe insan yönümüz de gelişeceği aşikâr. Peki düşünceyi nasıl geliştiririz? İletişim kurduğumuz dilimiz kendimizi ifade için yeterli mi? Gelin düşünmenin ve konuşmanın derinine inelim.

James Davidoff ismindeki bir araştırmacı Afrika’nın güneyindeki Namibya ülkesine seyahat etti. Burada yaşayan Himba kabilesi ile bir deney yaptı. Deney için Himba kabilesini seçmesindeki en büyük sebep ise kabilenin konuştuğu dilde mavi rengi tanımlayan bir kelime olmamasıydı. Yeşilin birçok tonu için farklı kelimeler kullanmalarına rağmen yeşil ile mavi arasında ayrım yapmamışlardı.

Yazıya devam etmeden önce yukarıdaki resme dikkatle bakmanızı istiyorum. Resimde gördüğünüz 12 adet yeşil kareden 11 tanesi aynı tondayken bir tanesi farklı tonda. Bulabildiniz mi?*

Bu test Himba kabilesinden birine yapıldığında hiç beklemeden cevap verdiler. Çünkü yeşilin tonları için çok fazla kelimeye sahip olan bu insanlar yeşil renklerin aralarındaki ufak ton farklılıklarını çok rahatlıkla ayırt edebiliyorlardı.

Aynı zamanda kabiledeki kişilere sağ üstteki resim de gösterildi. Hangi kutucuğun mavi olduğunu çabucak fark etmişsinizdir. Şaşırtıcı biçimde kabile üyelerine sorulduğunda hangisinin farklı olduğunu bulamadılar. Bulabilenler ise ya çok uzun bir süre harcadılar ya da birçok hatalı cevaptan sonra doğru kareyi seçtiler.

Araştırmacılar bu deneyden çıkardı ki Himba kabilesi farklı kelimelere sahip dilleri yüzünden renkleri farklı algılıyorlar. Bizim için kendi başına bir renk olan mavi onlar için sadece yeşilin başka bir tonu. Kelimeler algımızı değiştirmeye bu kadar kadir iseler belki de farkında olmadığımız bir gücü hep es geçiyoruz. Kelimelerin gücünü. **

Türkçemizde sandığımızdan çok Arapça kelime kullanıyoruz. Büyük bir kısmı dilden çıkarılmasına rağmen dilimizde hâlâ o kadar fazla Arapça kelime var ki bunları da çıkarsak hepimiz okuyamıyor, yazamıyor olurduk. Gerçekten. Bir önceki cümleyi eski kelimelerle yazmaya çalışalım: Külliyatlı bir kısmı lisandan ihraç edilmesine rağmen lisanımızda halen o kadar ziyade Arabî kelime mevcut ki bunları dahi ihraç etsek bilcümle kıraatten ve kitabetten mahrum kalırdık. İkinci cümlede çok fazla Arapça kelime var gibi gelebilir. Ancak birinci cümledeki kelimelerin bile sadece %30'u öz Türkçe***. 50 yıl sonra acaba birinci cümledeki Arapça kelimeleri de bırakırsak ne olur? Saf Türkçe kullandığımız için daha mı zengin bir dile sahip oluruz yoksa mavilere yeşil demeye mi başlarız. Belki çoktan demeye başladık farkında değiliz.

Duygularımızı ve düşüncelerimizi dışa vurmak istiyoruz. Mesela sevdiğimiz bir arkadaşımız bilerek bize zarar veren fiillerde bulundu diyelim. Üzülür müsünüz, yoksa inkisara mı uğrarsınız? Hicran duymazsınız çünkü o ayrılığın verdiği hüzündür. Çok yakın arkadaşınızsa belki efkarlanırsınız, neden böyle yaptı diye. Çok yakın değilseniz biraz teessür eder sonra onunla görüşmezsiniz. Bu eski(meyen) kelimelerin anlatıma kattığı gücü görüyorsunuz değil mi. Bu kelimelerin kökeni Türkçe değil diye kullanmaktan vazgeçebilir miyiz. Hayır. Peki, tamam, ben de eski Türkçe(Arapça/Farsça kökenli) kelimeleri cümlelerimde kullanmak istiyorum. Nasıl kullanacağım? Gün içinde konuşurken ağzımdan çıkıverecek kıvama nasıl getireceğim? Maruz kalarak.

Kitap okursanız kelime hazneniz gelişir demeyi bu kadar uzatmaya gerek var mıydı diye düşünüyor olabilirsiniz. Belki de haklısınız. Belki de değil. Bazı şeyler maruz kalınarak öğreniliyor. Köyde hiç kitap okumamış nenelerimiz nasıl bu kadar fazla kelime, deyim, atasözü biliyor? Küçüklüğünden beri maruz kalmışlar çünkü. Birini sevince abayı yakmışlar mesela. Düşmemişler. Birisi gereksiz işlerle uğraşınca boş yapma dememişler. Malayaniyle meşgul olma demişler. Öyle görmüş öyle öğrenmişler. Ama sen ben bunları duymuyoruz artık. Nereden öğreneceğiz? Geriye sadece kitaplar kalıyor. Geçmişten gelip vücut bulmuş bir arkadaş gibi bize bildiklerini aktarıyor kitaplar. Onları can kulağıyla dinlersek duygularını ifade edebilen, düşünebilen, insan tanımına hakkıyla uyan insanlar olabiliriz. Kısaca Okursak.

*Farklı olan kare buydu:

** İlk paragraftaki renkler ile ilgili ingilizce bir video:

https://youtu.be/gMqZR3pqMjg

***Dillerdeki kelime köklerinin oranları karşılaştırılırken fiiller hesaba katılmaz. Çünkü her dildeki fiiller zaten o dile aittir. (İsmail Çoban, Türkçede Nesne Tekrarlı Fiiller Adlı Eser Üzerine, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi)
Buna göre kurduğumuz cümledeki kelimeler:
Büyük- Türkçe bir kelime
Kısım- Arapça bir kelime
Dil- Farsça bir kelime
Rağmen- Arapça bir kelime
Hâlâ- Arapça bir kelime
Kadar- Arapça bir kelime
Fazla- Arapça bir kelime
Kelime- Arapça bir kelime
Var- Türkçe bir kelime
Hepimiz- Türkçe bir kelime

--

--