“Kenti iyileştirmeye bir sokağını iyileştirmekten başlayabiliriz”

Kent ve Çocuk
Kent ve Çocuk
Published in
9 min readSep 19, 2018

Ve karşınızda Sokak Bizim ekibi. Daha 2007 yılında, henüz ortalık bu kadar inşaat toz bulutlarına bürünmemiş, biz sokaktan “Aman” deyip çekilmemişken gelen tehlikeyi gören, çözümler geliştiren ve sokağı unutmaya teşne bizlere “Haydi sokağa” diyen topluluğu ağırlıyoruz Sokak ve Çocuk dosyamızda.

Sokak Bizim ekibiyle edindikleri deneyimi, sorunlarımızı, çözümlerimizi konuştuk. Ama daha çok kendi çocukluklarındaki sokak deneyiminin -bu dernek de dahil olmak üzere- bakış açılarını ve hareket kabiliyetlerini nasıl kurduğunu… Bu röportajı çocukluktan sokaklara, çocukluktan kente, çocukluktan çocuklara bir yolculuk şeklinde de okuyabilirsiniz. İlham vermesini dileriz.

Sokak Bizim nasıl ortaya çıktı? Kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Arzu Erturan: Kişisel deneyimlerden ortaya çıktı diyebiliriz. Örneğin ben, hem İstanbul’da yaşayan bir kentli hem de şehir plancısı olarak sokaklarda var olma halini biraz kafama takmaya başlamıştım. Yaya çocuk, engelli, yaşlı diye sayabileceğimiz her gruptan bireyin sokakta eşit bir şekilde var olup olamadığı önemli bir soruydu. Nostaljik olarak da sokakta geçirdiğimiz vakitleri arıyoruz. Herkesin ortak serzenişidir: “Eski sokak kültürü kalmadı,” ya da “Çocuklar artık sokakta oynayamıyor,” demek. Sokaklar eskisi gibi güvenli değil, bu kamusal mekanda iletişimi eskisi gibi kuramıyoruz. Kendi deneyimlerimizi bu tür gözlemler ile de birleştirerek, sokaklar ile ilgili bir harekete ihtiyaç duyduğumuzu düşündük. Türkiye’de özellikle sokak üzerine çalışan herhangi bir inisiyatif ya da derneğin olmayışı da etkili oldu.

Daha yaşanabilir bir şehre ulaşma hayalinden yola çıktık. Hayalini kurduğumuz değişimin başlayabileceği en temel birim sokak. Özellikle İstanbul çok büyük bir şehir. Bütün İstanbul’u bir anda yaşanabilir hale getirmek mümkün değil ama bir sokağı değiştirebiliriz. Bu çok daha kolay. Dolayısıyla bu bir sokak ile başlar, daha sonra iki sokak, üç sokak ve belki bir mahalle olur. Belki oradan da yavaş yavaş kente yayılır.

Erman Topgül: Bir de Carfree Network ve onun Türkiye’deki etkisinden bahsetmek lazım. Şu an kapandı ama 2007 yılında Car-free Network vardı ve onun konferansları düzenleniyordu. Kevser Üstündağ 2003’te bu konferansa katıldı. 2005 yılındaki konferansta Türkiye’yi aday gösterdi ve 2007 yılında İstanbul’da gerçekleşti konferans. Biz de oradaydık. Hepimiz organizasyon ekibinin bir parçasıydık. Daha sonra “Ayda 1 Gün Sokak Bizim” sloganıyla devam ettirdiğimiz etkinlik ilk orada gerçekleştirilmişti. Bize dediler ki “Konferans öncesi Türkiye’de pilot bir çalışma yapın”. “Ayda 1 gün Sokak Bizim” etkinlikleri o konferansın pilot projesi olarak ortaya çıktı. 4 tane pilot proje etkinliği yapıldı. Sonra konferans gerçekleşti. Şimdi “Dünya Otomobilsizlik Günü” olarak tanımlanan etkinlik gerçekleşti. Konferans sonrasında biz çalışmaları kendi çapımızda devam ettirelim istedik. Arzu, ben ve yine konferans ekibinden birkaç arkadaş daha bir araya gelerek bir şeyler yapalım dedik.

Arzu: Öncelikle Sokak Bizim inisiyatifi olarak yola başladık. 2007'deki konferanstan sonra 2008 ve 2009’da inisiyatif olarak etkinlikler düzenledik. 2010’da dernek olduk. Dernek olma ihtiyacımız tüzel kişilik olmanın avantajlarını gördüğümüz noktada başladı. Çünkü çalışmalara başladığımızda öğrenciydik. Bir yere gittiğimizde “Kimsiniz? Nereden geldiniz?” diye soruyorlardı. Açıklıyorduk ama bir yere kadar yeterli oluyordu. Tüzel kişilik güven veriyor. Bir de fonlara başvurabilmek gibi avantajları var.

Yaya ve bisiklet ulaşımının olduğu kentler daha yaşanabilir

Yaşanabilir kentte sokağın önemli bir bileşen olduğundan bahsettiniz. Hem bu işin profesyonelleri hem de bir sivil toplum örgütü yöneticileri olarak, sokağın yaşanabilir kentin içerisindeki anlamını nasıl açıklarsınız? Yaşanabilir kentten neyi kastediyoruz ve bunun içerisinde sokak nasıl bir bileşen?

Arzu: Yaşanabilir kentin bir sürü kriteri var. En önemli kriterleri kamusal mekanlarda güvenli bir şekilde var olabilmek, yürüyebilmek, dolaşabilmek. Kentin sosyal ilişkileri kurmaya izin vermesi. İnsanların etkileşim içerisine çok rahatlıkla girebileceği, otomobillerin buna engel olmayacağı, çocuktan yaşlı bireye, engelliden sağlıklı bireye kadar herkesi kapsayacak bir kent aslında yaşanabilir bir kenttir. Dolayısıyla biz çalışma alanlarımızı bu noktalara yoğunlaştırmaya karar verdik. Sokaklar başta olmak üzere kamusal mekanları çalışıyoruz. Daha sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin üzerine kafa yoruyoruz. Özellikle yaya ve bisiklet ulaşımının var olabildiği kentler daha yaşanabilir kentler olarak kabul ediliyor. Ulaşım ile kamusal alanının kesişimi yine sokak. Dolayısıyla yine sokağı daha yaşanabilir kılmak üzerinden çalışmalarımızı yürütüyoruz.

Erman: Sevdiğimiz bir tabir var: Sokak evimizden çıkıp kentle ilk temas ettiğimiz noktadır. Yani her zaman sokağa adımımızı atıyoruz. Ondan sonra arabaya da binsek — bir plazada yaşamıyor ve otoparka girmiyorsak- hep sokak üzerinden etkileşime giriyoruz. O yüzden sokakta bir şeyi değiştirdiğiniz zaman bütün şehirde ve bütün yaşantıda bir şeyleri değiştirmiş oluyorsunuz. Çok noktasal bir şey ama çok büyük etki sağlıyor.

“Ayda 1 Gün Sokak Bizim” etkinliğinden biraz bahsedebilir misiniz?

Erman: “Ayda 1 Gün Sokak Bizim” uygulaması zor olsa da çok basit bir etkinlik. Bir sokağı sadece trafiğe kapatıyoruz. Yaptığımız aslında bundan başka bir şey değil. Bunu tabii yerel yönetimlerin izni ile yapıyoruz. Çünkü bu işi işgal olarak yapmak bizim amacımızı gerçekleştirmez. Bizim bir amacımız da belediyeleri bu işin doğru olduğuna ikna etmek. Çünkü karar vericileri ikna edemezsek bizim yaptığımız her eylem tek bir şey olarak kalır.

Çocuklar insanları sokağa çekiyor

Sokağın başına sonuna bariyerler koyuyoruz. Araç trafiğine kapatıyoruz. Bisiklet girebiliyor. Kaykay girebiliyor. Paten girebiliyor. Bir yandan da bir hafta on gün önceden gidip muhtarla görüşüyoruz. Bazı mahallelerde kapı kapı gidip insanlara “Şu tarihte sokağınız trafiğe kapalı olacak ve bunun kapatılma amacı sizin çıkıp orada istediğinizi yapabilmeniz,” diyoruz. Sokakta yaşama kültürü unuttuğumuz bir şey olduğu için insanlar hemen çıkıp “Ben şunu yapayım,” demiyor. Her mahallede demiyor en azından.

İlginç örneklerle de karşılaştık. Biri Sinop’taki Aslan mahallesiydi. Romanların yaşadığı bir mahalleydi. Sokak trafiğe kapandığı andan itibaren müzik çalıp oynamaya başladılar. Onlarda zaten var olan bir kültür. Fatih ve Zeytinburnu’nda yaptığımız etkinliklerde biz sokağı kapattığımız anda çocuklar çıkıp top oynamaya başladı. Mahallenin berberi voleybol oynamaya başladı. Olan kültür devam ediyor. Ama biz yine de birilerini davet etmeye de çalışıyoruz ki birazcık hareketlensin. Sokak müzisyenlerini davet ediyoruz örneğin. Çocuklar her zaman insanları sokağa çekmede çok etkili oluyor. O yüzden yere bir büyük rulo serip çocuklarla resim yapıyoruz. Bisikletliler ile bisiklet turu yapmaya çalışıyoruz. Kendi bildiğimiz, insanların bildikleri, o mahallelinin bildikleri ya da bilmedikleri sokak oyunları oynuyoruz. Bazen sirklerden, tiyatrolardan arkadaşlarımız dahil oluyor, jonglörlük ya da ufak tiyatro gösterileri yapıyorlar. İstanbul’daki etkinliklerimizde bir dönem bir yoga-pilates eğitmeni vardı. O bize sokakta yoga, pilates yaptırıyordu. Tavla turnuvası yaptığımız oldu.

Arzu: Etkinliklere sosyal etkileşimi canlandıracak öğeler ekliyoruz ki insanlar o sokağı özgürce yaşasınlar. Biraz daha çekici hale getirmeye çalışıyoruz. İstanbul’da şimdiye kadar 12 sokakta etkinlik yaptık. Bunlardan 3 tanesi bu süreç içerisinde değişim geçirdi. Tabii bu arada değişime bizim doğrudan bir etkimiz olmasa da dolaylı bir şekilde oluyor. Biraz önce Erman’ın da bahsettiği gibi belediyeler bunun aslında başarılı olabileceğini, halkın memnuniyetini ve talebini görünce değiştirmeye karar verdiler. Nişantaşı’nda Atiye Sokak ve Abdi İpekçi, Caddebostan’da barlar sokağı olarak bilinen İskele Sokak bu uygulamalara örnek. Bunlar etkinliğin yapıldığı sokaklardı. Daha sonra belediyeler tarafından değişim geçirdiler. Daha yaya dostu oldular. Bir tanesi trafiğe kapatıldı. Tabii ki sonraki etkileri ve nasıl bir süreç ile değişim geçirdikleri tartışmalı. Yine Sinop’da da aynı şekilde bu etkinlikleri yaptıktan sonra ana caddelerinden bir tanesini olabildiğince trafiğin daha yavaş akacağı, kaldırımların daha geniş olduğu şekilde yeniden düzenlediler.

İlk adım farkındalık

Arzu: Birinci adımda farkındalık oluşturmayı hedefliyoruz. Çünkü bir şeyi önce farketmemiz lazım. Değişim istiyorsak, bir sorun ve potansiyel varsa önce onu farkedelim, ondan sonra ne yapmak gerekiyor ona yönelik adımlar atalım, eyleme geçelim. “Ayda 1 Gün Sokak Bizim” etkinliklerinin amacı da bu zaten. Farkındalık sağlamak. Ben olumlu buluyorum bu geri dönüşleri.

Erman: Ayda 1 Gün Sokak Bizim etkinliğinde bütün sokağı kapattığınız zaman bazen insanların algılamasını zorlaştırıyor. Sokağı trafiğe kapatınca bir şenlik gibi oluyor. Bu defa “Arabalar bir şey yapmıyormuş ki. Yine biz burada oynuyoruz,” algısı oluşabiliyor. Bunun üzerine etkinliklerde insanlara bir arabanın kapladığı alanı göstermek istedik. İlk başta dört tane kuka yerleştirip arasına tüller geriyorduk. Sonra gittik bir araba konstrüksiyonu yaptırdık adına da “yayaba” dedik. Yayaba”nın amacı arabanın kapladığı alanı göstermek. Park halindeki bir arabanın kapladığı alanda “5–6 kişi otururduk. Çay, kahve içebilirdik,” diyebilmek.

Çocuklar sokağa çıktıklarında ‘Ben ne yapacağım?’ diye sormuyorlar

Bu süreçte çocuklarla etkileşiminiz nasıl oldu? Nasıl gözlemlediniz çocukların sokakla ilişkisini?

Arzu: Çocuklar sokağa çıkmaya ve sokakta oyun oynamaya her zaman çok daha önyargısız yaklaşıyorlar. Bizim etkinliklerimizde hep anne babalarını ellerinden tutup aşağıya getiren onlar oldu. Bu çok önemliydi çünkü ebeveynler çok daha kuşkulu yaklaşıyor. Çocuk hiç öyle değil “Aa resim var,” diyerek koşarak geliyor. Annesini babasını da sürüklüyor. Bunlar bizim için çok güzel deneyimler oldu. Genelde yere serdiğimiz kocaman kağıda hayallerindeki sokakları çizmelerini istedik. Çok ilginç şeyler çizenler de oldu. Özellikle İstanbul’da enteresan Galata Kuleleri, Topkapı Sarayları, köprüler çizdiler. Onların gözünden görmek de bizim için çok ilginç oldu.

Erman: Çocukların sokakta var olma durumu daha rahat. İçlerinden gelen sokakta yaşama ve hareket etme güdüsü var. Herhalde büyüyünce onu kaybediyoruz biz. Çocuklar sokağa çıktığı zaman “Ben ne yapacağım?” diye sormuyorlar. Çıkıyorlar sokağa o an top varsa top oynuyorlar, Top yoksa koşuyorlar. Yetişkinler sokağa indiği zaman hemen “Biz ne yapacağız?” diye sormaya başlıyorlar. “İstediğinizi yapabilirsiniz,” dediğimiz zaman istedikleri bir şey yok. Çoğu zaman onların ne istediğini bizim yönlendirmemiz gerekiyor. Çocuklara böyle bir şey söylemiyoruz. Çocuklar daha açık ve girişkenler. Orası onun için zaten. Çocuk hep alan istiyor. Sokak olmak zorunda da değil. Çocuk hep geniş alan istiyor. Çünkü vakit geçiriyor.

Çocukken kent içinde sahip olunan alışkanlıklar bakış açısını kuruyor

Sokak ve çocuk konusu bir araya getirildiğinde hep oyun ile anılıyor. Oyun çocuğun hayatında olmazsa olmaz bir bileşen bu kesinlikle yok sayılabilecek bir şey değil. Ama sokak çocuk için sadece oyun da değil, o yüzden sokak park değil, sokak tanımlı monteli oyun oynayabileceğimiz bir alan değil. Sokak aslında çocuğun başkaları ile etkileşime geçtiği alan, dayanışma ekonomisini öğrendiği bir alan. Aslında bir nevi mikro-hayat.

Arzu: Yaşam biçimi aslında bir yerde. Sokakta çocuğun küçükken sahip olduğu alışkanlıklar, bakış açısını biçimlendiriyor bence. Kapalı sitede bu yok. Sosyal ilişkiler bu şekilde kurulmuyor. Sokağa göre çok daha kısıtlı bir mekan ve etkileşim var. Bu etkileşime sahip olarak büyüdüğün zaman bir yetişkin olduğunda da aynı şeyi devam ettiriyorsun ve aynı şeyi de bekliyorsun kentten. Tersini istemiyorsun, güvenli hissetmiyorsun ya da bu sefer “Ben oradan yürüyemem,” diyerek araba ile güvende hissederek kentte dolaşmaya başlıyorsun. Bu böyle devam ediyor.

Tanımlı oyun yerine özgür oyun

Erman: Çocuğun etkileşimi diyoruz, çocuğun etkileşimi anlama biçimi oyun aslında.

Her şeyi oyun üzerinden algıladığı için oyun demek çok yanlış gelmiyor bana. Zaten sen bir çocuğu bakkala ekmek almaya gönderdiğin zaman çocuk orada uzay yolu macerası da yaşayabiliyor. Hayal gücüyle yaşadığı için aslında sokak onun oyun alanı. Ne kadar çok oyun oynarsa hayal gücü, hayata bakışı gelişiyor. Çocuğa şu oyunu oyna diye tanımlarsak o zaman bu başka bir yanlışı getiriyor. Özgür bıraktığın zaman çocuk her şeyle oyun oynayabiliyor ve o zaman da daha rahat etkileşimde bulunabiliyor.

Bisiklet çocuk için de ulaşım aracıdır

Aslında çocukluğumuzda bir çoğumuzun bisikleti vardı ve o bizim tırnak içerisinde oyuncağımızdı. Biz hiçbir zaman bisikleti bir ulaşım aracı olarak görmedik. Bunu bir de sizden biraz dinlemek isteriz.

Erman: Çocuklukta bisiklet oyuncaktı, evet ama aslında bir yanıyla bizim ulaşım aracımızdı. Kendi çocukluğumdan örnek verecek olursam: Normalde sadece 3 blok ötesi ile oynayabilirken bisikletimiz olduğu zaman 10 blok ötesi ile oynayabiliyorduk. Bisiklet bizim A noktasından B noktasına gitmemizi sağlayan şeydi. Özgürlük alnımız 500 metre ise bisikletimiz olduğu zaman 1 kilometre çapında bir alana hükmedebiliyorduk. Şu an bir yetişkinin araba kullanma amacı ile çocukkenki bisiklet kullanma amacı benzer. Biz bisikletli olan arkadaş grubumla uzak mahallelere gidip top oynayıp geri dönebiliyorduk. Bisiklet o dönem bizim ulaşım aracımızdı. Ben Ankara’da Çankayanın tepesinde bir mahallede yaşadım. Araç trafiğinin çok az olduğu bir mahalleydi. Çok büyük bir avantajı vardı. Her küçük mahallenin bisikletli grupları vardı. Birbirimize gider, gelir, top aynar, kavga ederdik. Her şeyi o bisikletler ve o ulaşım üzerinden tanımlardık. Büyüyünce de bu düşüncem devam etti. Fırsatım varsa bisiklet ile gitmeye çalışıyorum hala.

Küçük şehirlerde yeni yeni oluşan politikalar, bisiklet kiralama sistemleri gibi uygulamalar ile bisiklet rahat rahat her yerde kullanılabilir hale gelecek bence. İstanbul için bile ibre tekrar bisiklete doğru dönmeye başlıyor.Yavaş yavaş “Bisikletle de gideriz,” demeye başlıyoruz. Arabayla gidemiyoruz zaten. Hem pahalı, bakımı zor, karşılayamıyoruz. Park yeri yok. Şehirler de buna uygun hale geldiğinde, örneğin bir toplu taşıma aracına bisikletin ile binebildiğinde bisiklete bakışın değişiyor.

Peki inşaatları ne yapacağız?

Arzu: İnşaatlar herkes için çok büyük tehlike. İnşaatları aslında genel bir sorun olarak ele almak lazım. İnşaatın çıkardığı ses, molozlar, bütün o kamyonların hızlı bir şekilde sokakta dolaşması… Bunları bir bütün olarak ele alıp, orada yaşayanların hayatını minimum etkileyecek düzeyde düzenlemeler yapılmalı. Şu anda hiç öyle bir yaklaşım görmüyorum. İnşaat sahipleri ve belediyeler için sokak sakinlerinin koşulları önemli olmuyor ne yazık ki. Denetlenebilir olması lazım. Bence bir sokakta ikiden fazla inşaata aynı anda izin verilmiyor olması lazım. Bu hava kalitesi ile, dolayısıyla sağlığımız ile de bağlantılı bir konu. Çözümler neler olabilir? Yayalar için yürürken güvenli bir yol açılmasından tutun da oraya girecek olan kamyonların denetlenmesine kadar gerçekten ucu çok açık. Ben hiçbir denetim görmüyorum. Yaşanan olaylar da bunu gösteriyor. Kamyonlar yüzünden hayatını kaybeden insanlar var. Benim fikrim biraz daha üst ölçekten buna bakıp bütün kentteki soruna temel bir yaklaşım getirmek gerekiyor diye düşünüyorum.

--

--