Okul Yolu: Eğitim İzleme Raporu’na Dair Mekansal Notlar

Gizem Kıygı
Kent ve Çocuk
Published in
6 min readDec 25, 2018

Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından, çocuğun ve toplumun gelişimi için eğitimde yapısal dönüşüme nitelikli veri sunmak için hazırlanan Eğitim İzleme Raporu yayımlandı.

Rapor, eğitimin gücüne vurgu yapan bir tanıklık paylaşımıyla açılıyor. Köyünde okul olmadığı için küçük yaşta yatılı bölge okulunda okuyup eğitimle hayatını dönüştüren, başarılı bir genç kadının öyküsü:

“Hayvan bakmayı seviyorum ama köyde kalıp hayvan bakmak istemiyordum. Tiyatro çok sonraları geldi köye. Sinema zaten yoktu. Sağlık ocağımız çok sonradan yapıldı. Yolumuz hala yapılmadı. Kötü şartlar bizi okumaya itti, başka çaremiz yoktu.”

Bu, aslında tanıdığımız bir öykü. Kendimizden, anne-babamızdan ya da onların anne ve babalarından alışkın olduğumuz, “yolu, sağlık ocağı ve okulu” olmayan köyden eğitime, sağlığa ve sosyal imkanlara “erişebildiğimiz” kente gelme öykümüz. Bu, Türkiye’nin bitmeyen büyük göçünün öyküsü. Bu yüzden mekansal karşılığının önemi sanılandan biraz daha öte…

Eğitim ve mekanı birlikte tartışmaya niyetlendiğimizde, hep okulun fiziksel kapasitesine yani sınıf düzeni, spor alanı, bahçe tasarımı, oyun alanlarına sıkışıp duruyoruz. Okulların fiziksel kapasite sorunları gerçekten oldukça ciddi. Özellikle “apartman tipi” dediğimiz, nitelikleri alelade bir binanın ötesine geçemeyen okullar çoğaldıkça bu ciddiyet derinleşiyor. Ancak her şey gibi okulun da bulunduğu bir “yer”, yani bir bağlamı var. Okulu bağlamından (kentsel/kırsal bölge) koparıp tartışmaya başladığımızda erişilebilirlik sorunları başta olmak üzere, bölgesel adaletsizliklere neden olan birçok sorunu görmezden geliyoruz. İşte yukarıda alıntıladığım deneyim, en çok bildiğimiz yerlerden yine kendini yıllardır tekrar eden bu adaletsizliklere işaret ediyor. İhtiyacımız olan ise eğitim mekanlarına ilişkin politikalarda daha bütüncül bir yaklaşım.

Okulun birleştirici niteliği

Yer bağlamıyla okul, mekansal adalet tartışmalarında öyle yabana atılacak bir referans değil. Öyle ki mahalli mekan organizasyonu içinde, kırda da kentte de okul, kurucu kamusal niteliğe sahip bir mekan. Bir mahalleyi mahalle, köyü köy yapan en önemli birimlerden. Planlama disiplini için bir “donatı”dan çok daha fazlası, eğitim için de “dört duvar”dan daha fazlası. Okul komşuluk hukukunun da birimi örneğin. Akran ilişkilenmesinde okul bahçesiyle birlikte, okula birlikte gidilen yolun, sokağın, esnafı paylaşmanın da bir anlamı var. Ve eğitim bu mekansal örüntü içinde zil çaldıktan sonra da devam ediyor. Bu nedenle her şey gibi eğitim sisteminde yapılan değişiklikler mekansallaşıyor, okulun anlamı ve bağlamı değiştikçe, köyün, mahallenin, kentin kurgusu da değişiyor. Okulu bu bağlamdan yani, yerinden kopardığımızda Bakanlık, Rapor’da izlenen kararları bir çözümsüzlük silsilesi içinde arka arkaya geliyor.

Erişilebilirliğin sınırları

Örneğin Bakanlığın belirlediği politikalarda, tüm tartışmalara rağmen “Taşımalı eğitimin geliştirilmesi” maddesi var. Oysa taşımalı eğitimin “dengelenmesi” daha acil bir mesele. Raporda taşımalı eğitimin içindeki güvenlik sorunları “serviste unutulan çocuklar” üzerinden de inceleniyor. Erişilebilirlik ve güvenliğin birlikte düşünülmesi gerektiği yaklaşımı net bir şekilde ortaya konuyor:

“Öğrencilerin güvenli ve donanımlı eğitim ortamlarına gereksinimleri vardır ve eğitim ortamlarının fiziksel altyapılarının güvenli olması esastır. Ancak, eğitim ortamları yalnızca okul binaları ve bahçelerini değil, yurt ve pansiyonları, okula ulaşım için kullanılan araçları hatta okula ulaşım için taşıtla ya da yürüyerek kullanılan yolu da kapsayacak biçimde ele alınmalıdır.”

Bunun yanısıra çocuğun yaşama gelişme hakkı kapsamında “okul servislerinin sayılarına, yapılan kazalara ya da çocuğun esenliğini zedeleyici durumlara, kaza nedenlerine, yaralanma/ölüm durumuna, verilen/onanan cezalara ilişkin verilerin kamuoyu ile paylaşılması”nın önemi vurgulanıyor.

Ortaya konulan yaklaşımdan yola çıkarak taşımalı eğitim ve “denge” meselesini ilk elden şöyle geliştirebiliriz: Araç içinde yolculuk “edilgen” bir ulaşım biçimidir. Yani yolculuğun güvenliği iklim koşullarına, sürücünün dikkatine ve trafikteki diğer sürücülerin güvenlik alışkanlıklarına bağlıdır. Dolaşım da sabittir, çocuk mekanla başka bir etkileşime girmeden (bakkala uğramadan, topa vurmadan) kendi deneyimini çeşitlendiremeyeceği bir yolculuk biçimine maruz kalır. Bu maruziyetin de “erişebilirlik”ten ziyade “ulaşmak”la ilişkisi vardır. Dolayısıyla taşımalı eğitimin bir dengeye kavuşabilmesi için erişilebilirliğin bu boyutuyla tartışılması, çocukların serviste geçirdiği sürelerin Bakanlık tarafından verileştirilmesi, bu verilerin uzmanlar tarafından değerlendirilmesi ve yaş aralığına göre geçirilecek sürelerin yasal bir standarda bağlanması da oldukça önemli.

Arazi geliştiricisi olarak okul

Taşımalı eğitim bir de Bakanlığın “Özel sektörün eğitim ve öğretimdeki payını artırmak amacıyla teşvik ve uygulamalarının geliştirilmesi, geliştirilen teşvik ve finansman uygulamalarının izlenmesi ve değerlendirilmesi” stratejisiyle birleştiğinde okul, özellikle büyük kentlerde eğitim ve mahalli kurucu kamusal bileşen niteliklerini iyice kaybederek bir yatırım aracına dönüşüyor. Gayrimenkul dergilerinde eğitim yatırımcıları, nitelikli eğitim mekanlarını değil, araziye kar getirecek yöntemleri konuşmaya başlıyor:

“Eğitim yapılarının şöyle güzel bir tarafı var. Hangi sektörde olursanız olun bir lokasyonu var: Ofis dediğin, MİA bölgesinde olur. Otel yapacaksanız, 10 yer sayamazsınız bölge olarak. Ama eğitim öyle değil. Gaziosmanpaşa’da 5 dönüm araziniz var. Ne yapacaksınız? Otel mi, ofis mi? Ama Gaziosmanpaşa’da ayda çocuğuna 1.000 lira ayırabilen bir aileye okul yaparsınız. O değersiz görünen hiçbir fizibiliteye uymayan arsa, 150–200.000 kira geliri getirebilecek bir mülk olabilir.”

Gayrimenkul Türkiye’de yayımlanan alıntıyı Mekanda Adalet ve Çocuk sayısında, Selin Yazıcı ile birlikte hazırladığımız İstanbul’un Dönüşüm Coğrafyasında Özel Okulların Yeri başlıklı makalede genişçe inceledik. (Sayının tamamına ulaşmak isteyenler info@beyond.istanbul adresine mail atabilirler.) Bu yaklaşımla eğitim mekanları üretildiğinde, mekan örgütlenmesi de etkileşime kapanıyor. Eğitim mekanının ve dolayısıyla eğitimin niteliği sınıflar ayrımlarında adaletsizliği pekiştirmeye başlıyor.

Mekanda Adalet ve Çocuk sayısında yer alan İstanbul’un Dönüşüm Coğrafyasında Özel Okulların Rolü adlı makale kapsamında hazırlanan, özel okullar ve kapalı siteler ilişkisini ortaya koyan harita çalışması. Turuncu alanlar kapalı siteleri, siyah alanlar özel okulları gösterir. Görselleştirme: Selin Yazıcı.

Bu durumun en açık ifadesi istatistiklerde kendini gösteriyor. Standartlara göre okul bahçelerinin öğrenci başına 5 metrekare olması gerekirken raporda belirtilen tablo şu:

“Tüm okullarda öğrenci başına düşen ortalama bahçe alanının yaklaşık 3,2 m2 olduğu belirlendi. Bu rakam ilkokul ve ortaokulda 2,5 lisede ise 5,2 m2’dir. Devlet ve özel ayrımında ise öğrenci başına düşen bahçe alanını devlet okullarında 3 m2, özel okullarda ise yaklaşık 8 m2’dir.”

Adaletsizliğin boyutları hep o tanıdık hikayede. Dezavantaj tanımları hep bildiğimiz tanımlar.

Oysa, bu çocukları ortaklaştıran, farklı sınıfsal temellerde dahi aynı dezavantaj çerçevesinde buluşturan şey (evet, lüks konut sitesinde yaşayıp en donanımlı okula giden çocuk da burada dezavantajlı) “erişilebilirlik” meselesinin ta kendisi. “Erişilebilirliği” sırf ulaşmak kategorisinde tartıştıkça ve çocuğu servis örneğinde anlattığım “edilgenlik” durumuna sıkıştırdıkça bu sorunlar çözülmeyecek. Ortaklaşan sorunlarından, birbirlerinin gerçekliğinden uzakta büyüyen çocuklar “öteki”yi tanımlamaya ve “öteki” olmaya devam edecekler.

Güvenlik buhranı

Yersiz okul, mekan örgütlenmesinin içine yerleşememiş, komşuluk hukukuna bağlanmamış, kamusallaşmamış, aidiyet kurulmamış okul, güvenlik tehditlerine açık okuldur. Bağlamından koparılmış okul, güvenlik “krizi”nde de karşımıza çıkıyor. Ötekileşen çocukluklarda derinleşiyor.

Raporda “Güvenli Okul Projesi” kapsamında, Destek Hizmetler Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan genelgeye yer veriliyor. Bu genelgenin hükümleri incelendiğinde, önlemlerdeki “güvenlik gücü” baskınlığı hemen anlaşılabilir. Kente entegrasyon ise yalnızca okulun güvenlik kameralarının, kent güvenlik sistemine entegrasyonu çerçevesinde ele alınıyor. Mekan çalışmalarında hatırı sayılır bir deneyime sahip herkes, adeta kuşatılma görüntüsü yaratan bu fiziksel dilin yeni güvenlik sorunlarını doğuracağını bilir.

Yukarıda paylaştığım bu fotoğraf bir okula ait örneğin. Bu mekansal dilin çocuğa söylediği şey ne yazık ki “Güvendesin” değil. Aksine bu dil sürekli çocuklara, ebeveynlere ve eğitimcilere hatta onu gören kentlilere “Güvenliğimiz bir krizde” diyor. Kimden korunduğumuzu çok da net kestiremediğimiz, dolayısıyla farklı toplumsal kodlarlar manipülasyona açık bir “öteki” yaratıyor. Raporun işaret ettiği katılım bu noktada hayati öneme sahip:

“Okul güvenliğine dair süreçlerde öğrencilerin de karar mekanizmalarına katılımı sağlanmalıdır. Mekanın güvenlik boyutunun mekanın kullanıcıları tarafından değerlendirilmesi, bu süreçlerde öğrenciler başta olmak üzere tüm paydaşlardan öneri alınması sürdürülebilir çözümlerin üretilmesinde yararlı olabilir.”

Katılımın mümkün kılınacağı çerçeveyi “okul iklimi” kavramıyla birlikte çiziyor:

“Çocuğu merkeze alan ve tüm paydaşların etkin katılımını gözeten bir okul iklimi öğrenme ve katılım için temeldir. Okul iklimi, sınıf ve okul ortamındaki fiziksel koşullar, eğitim araç-gereçleri, donanım ve tesislerin yanı sıra bu ortamların çocuğun duygusal duygusal ve bilişsel gelişim özellikleri ile ilgilidir. Okul iklimine dair nicel yeterlik ve nitel özellikler, herkesin eğitime erişebilmesi, öğrencinin eğitim kurumlarına duyduğu aidiyet ve öğrenme süreçlerinde etkilidir.”

Ezcümle akademik başarıya sıkışmamış nitelikli eğitim ne kadar önemliyse, binasına sıkıştırılmamış bir okul anlayışı da o derece önemli.

Varılan her nokta gibi okulun da bir yolu var. Öyküsünü, varlığını kuran bir yolu. Yola çıkmadan, yolu deneyimlemeden ve yolu düşünmeden hiçbir yere varılmıyor.

O nedenle, yalnızca eğitimle, eğitim mekanlarıyla ilgilenen şehir plancılarının, mimarların değil; bölge plancıları başta olmak üzere, stratejik planlamayla bağı olan, farklı veçheleri ile mekanı dert etmiş meslektaşlarımın da bu raporu dikkatlice okumalarını öneririm. Aynı şekilde, bu yazının ulaştığı öğretmenlerin çalıştıkları bölgelerin mülki amirleriyle birlikte, şehir plancılarına da ulaşmalarını…

Çünkü okların hepimize gösterdiği yönerge açık: Katılım. Bu yolu birlikte yürümeliyiz.

--

--

Gizem Kıygı
Kent ve Çocuk

#kentveçocuk co-founder / urban planner / urban historian