Samet Ekin
Kitap Ayracı
Published in
4 min readMar 18, 2020

--

Herkes Kendini Ağırlarken…

Yıl 1995.

İlkokul sıralarındayız. Kenarı buruşmuş kitapların biri giriyor çantaya diğeri çıkıyor. Aşınmaktan bitap düşen sayfaların birinin içinde yazıyordu tanımı. İlk orada okuyorum ömrümüzün törpüsünü. Yaşadığı yer ve köyü dışında bir coğrafyayı görmemiş çocukların arasında… Şu cümleyle giriyor belleğimize: Dinlenmek, eğlenmek, görmek ve tanımak gibi amaçlarla yapılan geziler ve bir ülkeye veya bir bölgeye gezgin çekmek için yapılan ekonomik, kültürel, altyapı çalışmalarının tümüne “Turizm” denir… Kitabı kapatıyoruz ve sınavda sadece bu kadarını soruyor öğretmen. Tanımı kadar ömrü olan konuyu orada kapatıyoruz.

Yıl 1997.

Akdeniz Bölgesi’nde turunç ve narenciye zengini toprağa sahip olan ve denizin insanı çağırdığı şehri Antalya’ya taşınıyoruz. Rusya ve Almanya’dan birkaç yıldır küçük kafileler halinde turistler geliyor o sıralar. Sıcak denizlere inmek isteyen düşman ordularının hayalini güler yüzlü turistler gerçekleştiriyor. 80’lerdeki Kuşadası’nın tahtını sallıyor Antalya. Yerli turistin yüzüne bakılmaz oluyor. Servis şoförleri şakır şakır Rusça-Almanca öğrenirken Doğu Garajı’nda taksiciler mark ve dolarla oynuyor. Yeni yeni oteller açılıyor sonra. Geleceğinden habersiz binlerce genç turizm meslek okullarına giriyor. Havayolu şirketlerini eşsiz bir heyecan sarıyor. Eli iş tutan herkes turizmin bir kolundan tutuyor. Yılların taksicisi babam da beri durmuyor tabi. Peugeot model servis arabasını çekiyor bir tur firmasının önüne, atlıyor serin sulara. “Ekmeğimiz aslanın ağzında, aslansa plajda sefada artık” diyoruz…

Habitat Konferansları’nın tadı damağında kalan İstanbul ise kültür turizminin yanına bir de Kongre Turizm ve Toplantı Endüstrisi’ni ekliyor. Turizmin koca bir endüstri haline geldiği 90’ların kapıları kapanırken, “Do Not Disturb” yazısını asıyor tüm kapılara, sonraları çokça keyfi kaçacak olanlar…

Yıl 2001.

Türkiye, 10 Milyon turist hedefinin üzerine çıkıyor dünyadaki sıralamada … İlk 10’u zorlayan ülkemiz için artık Turizmin çok net bir tanımı oluşuyor: Bacasız Sanayi… 90’larda alınan bu nam artık taçlanıyor. Ta ki anayasa kitapçığının bir masada hızla yer değiştirmesine kadar. O an’ı ne yer çekimi durdurabiliyor ne de aklıselim bir insan. Bir kitapçığın bir ülkenin nelerine mâl olacağını kimse tahmin edemiyor. Tesislerin tozunu alan, plajları temizleyen, toplantı salonlarını cilalayan turizm sektörünün heyecanını Ecevit söndürüveriyor. Kara Çarşamba’nın tozunu almak bu sefer herkesin kaderi oluyor. Kepengi olmayan plajlarda mudi otelcilerin ve acentelerin yerini Rus acenteler, Sultanahmet Meydanı’ndaki turistlerin yerini ise isyan eden halk alıyor. 2000’lerin yanık şeker kokusu etrafa yayılmaya çoktan başlıyor bile…

Yıl 2003

Yaralarını sarmaya çalışan ve Rusça’yı upper seviyesine, İngilizce’yi menü seviyesine çıkaran turizm emekçileri artık yaralı bir bacasız sanayinin ezilenleri konumuna geliyor. Ne zaman bir kriz çıksa en kolay yol işten çıkarmalara başvurmak oluyor. Kriz atlatılmaya görsün; sarı sayfalar otel, acente ve biletleme şirketlerinin iş ilanlarıyla doluyor. Canı ne zaman yansa emekçisini yakan bir tekelleşmeye gidiliyor artık. Milyar dolarların havada uçtuğu yıllarda aynı dolar hep aynı ceplere girmeye başlıyor. Neoliberalizm fırtına gibi eserken canım ülkemde her topu taca atan bir zihniyetin de yolu açılmış oluyor artık. Irak’ın işgalinin küresel ekonomiye yaptığı vurgunla birlikte kellenin koltukta olduğunu hisseden sektör dayanışmanın önemini bir türü kavrayamıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı kurulmasıyla birlikte yepyeni bir sayfa daha açılıyor.

Yıl 2007

Derlenip toparlanan sektör çokça kurşununu harcamanın verdiği tedirginlik ve krizlerin tecrübesiyle artık profesyonelleşerek yol alıyor. Bakanlığın sektörel teşvikleri, altyapı yatırımları ve doğru planlamasıyla birlikte yatak kapasiteleri artıyor, müze ve ören yerlerine ait reklam ve filmler çekiliyor, profesyonel personel datası büyüyor ve turizmin akademik kanadına dair güzel gelişmeler oluyor. Vurgun yedikçe büyüyen Türkiye Turizm’i artık dünyada en çok turist çeken 10 ülkeler arasına giriyor. Bu heyecanın ve gelişmenin izinde çoktan yepyeni alanlar da kendini öne çıkarmaya başlıyor. Konserler, festivaller, kongreler ve kültürel etkinlikler ardı sıra geliyor ve Turizm’in yeni kolları milyonlarca insana dokunuyor. Her şey yoluna giriyor artık, yoldaşına çelme takmanın ayıplanmadığı sektörde. Küresel krizin teğet! geçeceği yılların arasından başını 2010’lara doğru uzatıyor turizm…

Yıl 2012

Hani derler ya, “her şey tıkırında” diye. Tam öyle bir yıl oluyor 2012. Turizm, peşin satan esnaf rahatlığında… Deniz turizmindeki rakamlara kafa tutan bir sektör de artık bağımsızlığını istiyor. Kongre, Toplantı ve Etkinlik Sektörü (MICE) “boynuz kulağı geçecek” yorumlarının kenarına kendisini iliştirip hızlı bir büyüme içerine giriyor. Kongre Vadisi’nin BM yurduna döndüğü yıllarda doğanın kokusu geliyor yavaştan. Dünyadaki turizm paydaşlarınca artık “uluslararası etkinlik şehri İstanbul” diye anılan kadim kentte Talimhane otelleri Yarımada otellerine nazire yapıyor. Kültür Başkenti rozetiyle gezen ve spor başkenti unvanını da alan İstanbul’da dünyaca ünlü isimler artarda konser veriyor. Turizm bir tatlı huzur veriyor Türkiye ekonomisine. Tadının yine kaçacağı yıllar öncesinde…

Yıl 2016

Aradan geçen yıllarda cepten yemeye başlıyor otelcisi, acentesi, organizatörü… Suç işlemiş bir çocuk gibi ilk onlar cezalandırılıyor. Sektörün evinde ekmek yiyen herkes bedelini ödüyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyerek tek tek kapatıyor kapılarını festival organizatörleri ve kongre firmaları. Hissizleşen toplumun üzerine bir karanlık çökerken, güneş de bulutun arkasında yerini alıyor.

Yıl 2020

Büyük Şairimiz Nazım Hikmet diyor ya;

“İlerdeki güzel günler

Beni görmeyecek onlar

Bari selam yollasınlar

Geberiyorum kederden”

Evet kurumsal anlamda 25 yıllık acı tatlı bir hikâyesi olan Türkiye Turizm ve MICE sektörü, insanlık tarihinin en büyük sınavının sıralarında yerini aldı. Binlerce şirket ve milyonlarca çalışanıyla “ne yapacağız” derdine düşen endüstrimiz sadece yerel değil global bir krizin eşiğinde. Ama kriz sadece ekonomik değil bu sefer. Bu, insanlığın hayatta kalma meselesi. Çin’den dünyaya yayılan, 160’a yakın ülkede binlerce insanın ölümüne sebep olan bir virüsün karşısında hayatta kalma meselesi… “Önce insan hayatı ve sorumluluk” ilkesinin en elzem tutum olduğu bu zamanlarda hep birlikte bir ödeve daha oturuyoruz. Dünyada turizm ve etkinlik sektörünün durduğu, 10 kişinin bile bir araya gelmesinin hayati tehlike taşıdığı bir noktadayız. Kimsenin kimseden fazla not almayacağı, fırsatların değil “birlik ve dayanışma” şiarının yükseltilmesi gereken bir sınavdayız…

Tadı çıkarılan yılların da, kara kara düşünülen zamanların da hatrına hikâyesini büyük bir dayanışma ile devam ettirecektir Turizm emekçileri. Çünkü buna borçludur fazla fazla.

Doğayı rehber ederek büyüyen sektör belki de doğanın kıymetini öğrenecektir. Tekelleşmenin, yağmanın farkına varılmadığı ve ses çıkarılmadığı zamanların bedelini ödeyecektir belki, tüm insanlık gibi. Ama en az bir şey öğrenerek çıkacaktır herkes gibi bu sınavdan.

Turizm ve MICE emekçilerinin, bir süre kendilerini evlerinde ağırlarken koca bir yüzleşmeden berrak bir şekilde çıkabilmelerini umuyorum.

İnsanları bir araya getiren endüstrimiz, insanlığın bir arada aşacağı bir krizin ardından yeniden yükselecektir…

Güneşli günlerde buluşmak dileğiyle…

--

--

Samet Ekin
Kitap Ayracı

İstanbul'da müştemilat, Anadolu'da dilaltı hapı. Çok düşünür, az dökülür. Editör/Etkinlik Tasarlayıcısı/İletişimci