Hiç mi yok?

Samet Ekin
Kitap Ayracı
Published in
3 min readFeb 18, 2019

Hiç yok…

Durgunsun, aklın nerede kaldı bilmiyorum. Eşyalarını dağınık bırakıyorsun artık. Hangi konu açılsa kapatmaya çalışıyorsun. Ya susuyorsun, ya da uyumak istiyor canın hep. Bahane bulmak bile zor geliyor sana. Daracık sokakların köşelerinde bekleyen çocuklar gibisin. Neden durduğunu, neyi beklediğini bilmeden… Birkaç kere balkondan bakarken iç çektiğini gördüm, sormak istedim ama bahaneye bile gerek duymayan mimiklerinden çekindim. Tartışma programlarını izlerken de dalıyorsun. Oysa ne canhıraş şekilde dinlerdin eskiden. En çok sen konuşurdun, reklamlarda bile susmazdın. Bir keresinde programa bağlanmak istemiştin de, yayına almadıkları için iki saat kavgaya tutuşmuştun kanalla. Derdin vardı, anlatmak istiyordun. Arada eski fotoğraflarımıza bakıyorum, üniversitenin kantininde, sabahın köründe gözlüğünü masaya fırlatmışsın. Elindeki kağıt gibi tostu iştahla yiyorsun. Bir tanesinde de kampüsün ortasına kardan adam yapıp poz kesmişsin. Çoğunda gülüyorsun delice. Baktıkça buruluyorum. Sigaraları yarım söndürüyorsun artık. Gazeteleri de okumuyorsun. Bir şey oluyor biliyorum, bir şeyler seni alıp götürüyor. Kitapların arasına bıraktığın notları gördükçe anlıyorum, içini dökmekten vazgeçen bir isyancı gibisin. Oysa durulmazdın hiç. Ateşi nerede harlasalar koşardın, ne bir korkun vardı ne de uslu bir tavrın. Koca koca afişlerin üzerine çullanır, sabaha kadar sözlerimizi, inancımızı, umudumuzu yazardın. Kimseye dokundurmazdın noktalamaları. En sevdiğin şeydi; “destanı siz yazın ben noktasını koyarım” der heyecanlanırdın. Gözlerin başka bir iklime çağırırdı bizi. Unutmadım, unutamadım bazı şeyleri, unutturmadılar da; seni sen, bizi biz yapan günleri.

Yurdunu özlediğini, kırgınlıkların kor gibi içine işlediğini söylemiştin bir kere. “Son bir kere de olsa gidip görsem, belki yüzleşirim belki de anlatırım Boğaz’ın kenarında bir banka oturup. Zaten yarım kaldı gibi çok şey. Dokunmadığım yanları var, vefasızlık da değil bu, biraz eksik kalmak, eksik bırakmak” demiştin. Kağıda kaleme sarılıp kelimeleri yalnız bırakıyorsun bugünlerde. Öznesinden yoksun bir hayatı yazmak zor oluyor bazen, biliyorum. Oysa sesli sesli okurdun o zamanlar. Salonda bin kere döner, “olmadı, bir şeyler daha olmalı bu karakterde. Okuyucu kızar gücenir bu adama. Öyle kıymamalıyım elin garibine” deyip güler, durulurdun. Kalanların hikâyesini neden gidenler yazar, hep bunu düşünürdün. Yoksun bugünlerde… Kızdığın toplum gibisin. Burukluğunu sokağa silkelemiyorsun artık. Derin düşünmenin, sevginin en naif hatibi, en içli kalemi şimdi nerede bilemiyorum. Uykusuzluktan dünyalar çıkaran kadın nerede şimdi… Karşı çıkmak istediğin her şeyden uzaksın. Elde yalnız kendin ve uslanmayan hücrelerin var. Farkındayım; buradan, buralardan da gideceksin. Sonsuz kelimeler kalacak bize. Kış gecelerinde sığındığımız sözlerin kalacak geriye. Anlaşamayacağımız, anlatamadığımız, koruyamadığımız dillerin ana rahmindeki sancıları kalacak senden. Göç edenler anılardan, kalanlar suskunluğundan şarkılar yazacak, en iyi söyleyenimiz sen olacaksın. Birine sarılıp yatmanın çocuksu endişesi ve huzuru bir sabah kaynaşacak. Güzel günlerin özlemi duvarların arasında sıkışacak. Kalabalıklar en çok kendisinden bezecek. Sen olacaksın oralarda, bunu sen de biliyorsun.

Bir kere sormuştum sana, hiç mi umut yok diye. “Yok” demiştin, yok! “Umut bedenimde yok ama bir yerlerde var. Bulduğumuz anda yeşertiriz, elbette var.” Şimdi içerideki hücrelerinin gövdeni yiyip bitirdiği zamanlarda anlıyorum seni. Küskün değilsin, buruk da. “Yarım kalsın, bağlasınlar ucundan. Tamamlanmış yazılar tembelleştirir okuyucuyu” demiştin bir kere. Ve ben şimdi farkındayım…

Bir otobüs camında, bir akşamüstü, bir şeylerin meczup düşüncesi düşecek aklımıza. Yine sen söyleyeceksin uslanmaz yanınla, aradıklarımızın içinde olduğumuzu…

“Daha güzel yaşam diye bir şey yok. Daha güzel yaşamlar ötelerde değil. Daha güzel yaşam başka biçimde değil. Güzel yaşam burada. Taksim Alanı’nda. Turşu, pilav, simit, çiçek, kartpostal satan, ayakkabı boyayan siyah kalabalık içinde.” Tezer Özlü

Hissettirdiklerin, kısacık ömrün ve biz…

--

--

Samet Ekin
Kitap Ayracı

İstanbul'da müştemilat, Anadolu'da dilaltı hapı. Çok düşünür, az dökülür. Editör/Etkinlik Tasarlayıcısı/İletişimci