OLMAYACAK O KADAR!
Şiddetin türü, frekansından ve yöneliminden bağımsız olmak üzere çeşitlendirilebilir. Sınıftaki öğrenciye tebeşir atan öğretmenin davranışını da, bir dizide erkek karakterin kadın karakterin kolundan tutması da -kolumu acıtıyorsun repliğiyle!- şiddetin farklı bir türüdür. Bu klasikleşen! durumlarla karşılaşıp tartışmasını açtığınız zaman “o kadar da abartmayalım ne alakası var” diye karşı atak yiyebileceğiniz bir ortamla başbaşa kalmanız olağan! Ancak meselenin tadı da tuzu da bu kısımda…
Şiddetin felsefik, psikolojik ya da sosyolojik izahı vardır elbette ama hiçbir şekilde yumuşatılacak tarafı yoktur. Yani şiddet gösteren birey tedavi görmeli, insanlardan uzak tutulmalı, hukuki açıdan cezalandırılmalı. Aynı şekilde taciz ya da tecavüz gibi konularda da aynı yöntem izlenmeli. Buraya kadar hepimiz mutabıkızdır ancak bu kısımdaki güçlü ortak iradeyi paramparça eden mesele bundan sonrası…
Kim yapmış? Kime yapmış? Hak etmiş mi? Evli miymiş? Hangi şehirde olmuş? Reklam amaçlı mıymış? Ünlü müymüş? Yanlış anlaşılmıştır, olur öyle arada sırada, e onlar hep böyleler vs.
Siz hiç mutfak çeşmesinin açık kaldığını görünce şöyle tepki verdiniz mi mesela? E neyse çok tazyikli akmıyor kalsın öyle. Üst kattaki komşu gelsin kapatsın. Bir çeşmeden su geliyor diye dünyanın sonu değil vs. Hayır!.. Aklı selim olan herkes kalkıp kapatır çeşmeyi. Üstüne bir de ne ara açık kalmış diye düşünür. Sorun-çözüm analitiğinde akıllı ve sağlıklı zihnin rolü budur çünkü. Peki, mesele şiddete ve tacize geldiği zaman ne değişiyor?
Başta söylemek gerekir ki, bu sorunların sadece vicdan ya da ünlüler üzerinden gündemleşmesi, sorunu magazinleştir ya da duygusallaştırır. Bundan dolayı meseleyi köklü ve geniş bir açıdan ele almalıyız.
Şiddeti kim teşvik ediyor, kim uyguluyor? Şiddeti şiddetle çözme paradoksu, öfke yüklü yapılar ve şiddete-tacize karşı kurulan stk’lar, yasa talepleri… Ülke olarak bu meselenin neresindeyiz?
Türkiye toplumu yanlışlarıyla gurur duyar hale gelmiş durumda. Asker uğurlamasında yol kesip, kornalar eşliğinde meşale yakmaktan kına ve düğünlerde gökyüzünü delik deşik etmeye, damadın sırtına vurulan saçma gerdek ritüelinden “saçlarından tut getir, dı ara bul getir” gibi sözler barındıran şarkılara (türü arabesk olsun, pop ya da rock hepsinde var) dek her alanda kendini hissettiren, teşvik ettiren bir şiddet sarmalının içindeyiz. Daha da kötüsü şu ki; dijital alanda çocukların ve gençlerin oynadığı oyunların yüzde 90’ı şiddet içeriyor. Diziler ise hak getire… Sanırsınız senaryoda silah, mafya vs. geçmeyince sponsor ve yapımcı bulunmaz. İşin kötüsü de bu herhalde: Bulunmaz… Hiçbir teknik ya da sportif figür barındırmayan şiddet etkinliklerinde, karşısındakini dövene başarılı sporcu diyoruz, bir de gurur duyup, devlet makamlarında ağırlıyoruz.
Peki o halde şiddetin elini, dilini, bakışını yani tüm organlarını aynı refleksle kontrol altına almak gerekmez mi? Mesela dizi-film-tiyatro oyuncuları, senaryolarını ya da text’lerini okuduklarında şiddet özendirici bölümlerden dolayı yapımcılara ya da yönetmenlere hayır diyebiliyorlar mı, tepki gösterebiliyorlar mı? Ya da senede bir gün sosyal sorumluluk projeleriyle gül yüzlerini gösteren dev markalar şiddetsiz, tacizsiz, küfürsüz bir projeye de tonla para harcıyorlar mı, destek veriyorlar mı? Gerçeklik kisvesi altında dayatılan şeyin yok edilmesi gereken bir hastalık türü olduğunu bile bile, izin verdiğimiz her şeyle şiddeti ya da tacizi olağanlaştırmış olmuyor muyuz?
Bu ülkedeki sosyolojik ya da politik durumlar göz önüne alındığında yapılması gereken en elzem şey bireysel özveridir, demokrat duruştur. Çözüm pratiği geliştiren yapılara destek vermektir. Dahası, davamız bu meselenin çözümü ise kimseye iğne çuvaldız batırmayalım, ses çıkaralım söz söyleyelim, ısrar edelim…
Bağırmak şiddettir.
Hakaret şiddettir.
Tehdit şiddettir.
Fiziksel darp şiddettir, şakası da şiddettir.
Bunları direkt ya da dolaylı yoldan teşvik şiddettir.
#bizimbüyükayıbımız