Bilinçdışı Bilişi ve Örtük Tutumlar

Mehmet Ali Sevim
konformist
Published in
5 min readNov 8, 2020

--

Bilinç, kişinin duygularına, algılarına, bilgilerine ve kavrayışlarına bağlı olarak kendisine ve bir bütün içinde tüm dünyaya dair farkındalığıdır. İnsanı insan yapan en önemli kavramlardan biri, kendilik hissinin yegane sebebidir. Peki farkında olmadığımız bilinçdışı süreçler hakkında neler biliyoruz? Psikanalitik ve kişilik açıklamaları dışında bilişsel ve sosyal psikolojide bilinçdışı kavramını nasıl algılamalıyız? Farkında olmadığımız süreçlerin tutumlara etkileri nelerdir? Bu yazıda genel olarak bu sorulara cevap arayacağım.

Önce Kısa Bir Tarihsel Bakış

Psikolojinin bir emprik bilim olarak filizlendiği ilk yıllarda Wundt’un yapısalcılığı bilincin parçalarını, William James’in işlevselliği ise bilincin işlevlerini konu edinmişti. Hemholtz, Weber ve Fechner’in psikofizik çalışmaları da yine bilincin o dönemki psikoloji çalışmalarında ne kadar önemli olduğunu göstermekteydi. Ancak deneyimin, davranışın ve düşüncenin yalnızca farkındalığı içermediği, gözetimsiz süreçlerin de oldukça önemli olduğuna dair görüşler de vardı. William James “Yine de hissettiğimiz her şeyin farkında olmayabiliriz.” diyerek bilinçdışına işaret ediyordu. Fechner ve Wundt’ da önemli ölçüde bilinçdışı kavramını kullandılar. Daha sonra 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başına doğru yükselen radikal davranışçılık ile bilince ilgi tamamen azaldı. Artık psikolojinin ana öznesi gözlemlenebilir ve ölçülebilir açık davranışlardı. Davranışçılar için davranış dışındaki her şey bilim dışı ve psikolojinin konusu olamayacak kadar “soyut” şeylerdi. O yıllarda bilinçdışı kavramını da daha çok psikanalistler sahiplendiler.

Bilişsel Psikoloji Yükseliyor

Psikoloji biliminde davranışçılık hegemonyası sırasından Skinner ve Chomsky’nin dil edinimi tartışmasıyla başlayan süreç, bilişsel psikolojinin yükselişi olarak ifade edilir. Dilin koşullanma ile tamamen sonradan edinildiğini iddia eden Skinner’ın görüşüne karşın dilin doğuştanlığını ve içsel süreçleri vurgulayan Chomsky açıkça tartışmanın galibi olmuş, George Miller ve Ulrich Neisser gibi psikologlarla beraber bilişsel psikolojinin yükseliş fitilini ateşlemişti. Psikoloji literatüründe bilinç, biliş, algı, bellek, dil ve dikkat gibi kavramlarla sıkça karşılaşılmaya başlanmış davranışçılığın içsel süreçlere dair argümanları ise sığ kalmıştı. Yine o dönemdeki teknolojik gelişmeler ve veri toplama yöntemlerinin gelişmesi de modern psikolojinin temellerini atmış ve bilişsel psikolojinin yükselişini hızlandırmıştı.

Bilinçdışı Bilişi

Bilişsel psikolojinin doğduğu ilk zamanlarda bilinçdışı kavramı karar verme davranışına aktif bir şekilde dahil olmayan, gözetimsiz algılar ve unutulmuş anılar için bir çöplük gibi algılanıyordu. Ancak bilinçli zihinsel süreçleri içeren birçok çalışma, psikolojide bilinçdışının biliş ile ilişkisine dair merakı alevlendirdi.

“Yüzyıllık bir ihmal, şüphe ve korkudan sonra, bilinçdışı süreçler psikologların kollektif zihinlerinde sağlam yer edinmeye başlamıştı.”(Kihlstrom, Barnhard ve Tataryn, 1992)

Bilişsel psikolojideki bilinçdışı kavramı psikanalizden farklı olarak bastırılmış tepkilerin, anıların ve arzuların dışavurumundan ziyade daha rasyonel bir yapıya işaret eder. Bazı psikologlar bilişsel bilinçdışını psikanalitik teorideki bilinçdışından ayırmak ve bilinçsizlik anlamına gelmesini önlemek amacıyla “nonconsciousness” olarak kullanmıştır.

Bilinçdışının modern psikoloji tarafından yeniden keşfi, otomatik ve çaba gerektiren zihinsel süreçler ile açık ve örtük bellek karşılaştırmaları ile başlamıştır. Daha sonra dil edinimi, gözetimsiz algılama, dikkat, öğrenme ve düşünce çalışmaları bilinçdışı kavramını daha da görünür kılmıştır. Birlikte ele alındığında tüm bu literatür bilinçdışı bilişi olarak tanımlanır.

“Şimdi karmaşık dilsel ve görsel bilgileri işleyebilen, hatta gelecekteki olayları tahmin edebilen bilinçdışı ilk tanımlandığı noktadan çok farklı ve zekidir. Bilinçdışı artık dürtü ve içgüdülerin toplandığı basit bir havuzdan ziyade problem çözebilen, hipotezleri test eden ve yaratıcılıkta aktif rol oynayan bir yapıdır.”(Bornstein ve Masling, 1998).

Bir bireyin hayatında etkili olan olanlar yalnızca gönüllü tercihleri ya da niyetleri değil, aynı zamanda farkındalık dışında meydana gelen zihinsel süreçleridir. Başka bir deyişle, bireyin çevresiyle kurduğu etkileşim ve tecrübeleri, bazen kişinin farkında olmadan o tecrübe ile ilgili çıkarımlar yapmasına sebep olmakta ve birey bir daha o tecrübeyle ilişkili nesne ya da durumlarla karşı karşıya geldiğinde bu çıkarımlar otomatik olarak zihne gelebilmektedir.

Tutumlar, bireyin herhangi bir nesneye veya kendine yönelik bilişsel, duygusal ve davranışsal hazır oluşudur ve tutumlarımızın farkında olamayabiliriz. Tüm bu anlattıklarım doğrultusunda biraz da size örtük tutumlardan bahsedeceğim.

Örtük Tutumlar

Örtük tutumlar, bir nesneye veya kendine yönelik farkındalık olmadan gerçekleşen değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler olumlu veya olumsuz olmak dışında, kişinin farkında olmadığı birçok davranışa etkisi olabilir. Greenwald, Banaji ve arkadaşları ilk kez 1995 yılında birçok bulguya dayanarak örtük tutum fikrini ortaya atmışlardır ve tutumu açık ile örtük tutum olarak ayırmışlardır.

Örtük tutum meselesi literatürde oldukça geniş yer tutmakta. Ancak başlıca kavramları ve ilgi çekici başlıkları kısaca toparlamaya çalıştım.

Sen Niye Bozdun Gözlerini Okumamış Gözlüklü? Halo Etkisi.

1920'de Edward Thorndike’nin öncülüğünü yaptığı Halo Etkisi, “A” niteliğinin bilinen ama ilgisiz bir “B” niteliğinden etkilendiği yargısıdır. Gözlüklü kişilerin daha zeki veya çalışkan olduğu, ya da fiziksel çekiciliği daha yüksek kişilerin diğer kişilik özelliklerinin de iyi olacağı varsayımı bu etkiye örnek olarak gösterilebilir. Landy, Sigall ve arkadaşlarının 1974 yılında yaptığı çalışmada fotoğrafı gösterilen çekici kadın yazarların kompozisyonları diğer yazarların kompozisyonlarına göre erkek jüriler tarafından daha “kaliteli” bulunmuştur.

Greenwald ve Banaji bu hatalı atfın bir tür örtük tutum olduğunu söylemiştir. Açık tutumlar ve davranışlar da mutlaka bu tarz örtük tutumlardan etkilenmektedir.

Kişilerin Kendisiyle İlgili Örtük Tutumlar

Tutumların dış dünyayla ilgili olduğu kadar kişinin kendisiyle ilgili de olabileceğini daha önce söylemiştim. 1985 yılında yapılan bir çalışma, kişilerin genellikle kendi isimleri içinde bulunan harfleri içeren nesnelere (veya kişilere) karşı olumlu bir tutuma sahip olduğunu göstermiştir. Bu etkiye Name-Letter Etkisi denmektedir. Yine insanlar kendi sahip oldukları nesnelere karşı da bilinçsizce olumlu bir tutuma sahip olabilirler. Araştırmacılar bu etkiye de Sahiplik Etkisi adını vermişler. İç grup yanlılığı ve partizanlık da göz önüne alındığında genel olarak kişinin kendiyle ilişkilendirdiği nesnelere karşı örtük olumlu tutuma sahip olduğu hipotezi Örtük Egoizm diye adlandırılır.

Peki Bu Örtük Tutumların Kaynakları Nelerdir?

Örtük tutumlar hakkındaki araştırma bulguları sosyalleşmenin ve geçmiş deneyimlerin bu tarz tutumların tezahüründen sorumlu olabileceğini göstermektedir. Goodwin ve arkadaşlarının 2004 yılındaki çalışmalarında daha çok anneleri tarafından büyütülen çocukların kadınlara karşı olumlu bir örtük tutuma sahip olduklarını söylemiştir. Yine daha önce bir nesnenin olumlu veya olumsuz bir uyaranla eşleştirilmesi yani klasik koşullanma da bu tutumların gelişmesinde önemli ölçüde pay sahibidir.

Örtük tutumlar, her zaman davranışı tahmin etmede açık ölçümlerden daha iyi olmayabilirler. Ayrıca biliyoruz ki her iki tutum türünün de davranışa etkisi sınırlıdır. Ancak örtük tutumlar, otomatik ve kendiliğinden olan davranışı tahmin etmede açık tutumlardan daha iyidir. Bu açıdan davranışsal iktisat, önyargı, ayrımcılık ve sosyal etki gibi konularda karşımıza çokça çıkan bir kavramdır.

Günlük yaşantı içinde farkında olmadığımız birçok süreç zihnimizin içinde akmaya devam etmekte. Otomatik olarak birçok karar veriyor ve eylem yapıyoruz. Tüm bu açılardan bilinçdışı ve farkındalık dışı süreçleri psikanaliz ve kişilik açıklamalarına indirgemek çok mantıklı değil gibi görünüyor.

--

--