Flickr/Toncy, 2014

Gündelik Yaşam Pratiklerinde Cinsiyetçilik

Yazar: Ömer Topuz

Omertopuz
konformist
Published in
5 min readSep 13, 2020

--

Cinsiyetçilik en genel anlamda kadın ya da erkeklerin cinsiyetlerinden dolayı maruz kaldıkları ayrımcılık olarak tanımlanabilir. Tanımı gereği erkek cinsiyetinin de cinsiyet temelli ayrımcılıklara maruz kalabileceği belirtilmiş olsa da ve yine gündelik yaşamlarında erkekler de birtakım güçlüklerle karşılaşıyor olsa da cinsiyetçilik konusunun politik yanı ağır bastığından, eril sistemlerde kadının var olmasının önündeki engeller göz önünde bulundurulduğundan bu yazı, kadınlara yönelik cinsiyetçi tutumları konu edinecektir.

Cinsiyetçi söylemlerin tarihi uzunca bir geçmişe sahiptir. 19. yy.da yapılan frenoloji çalışmaları, kadın ve erkek arasındaki farkları açıklamaya çalışırken kadınların ikincil konumlanışlarına haklı gerekçeler sunma çabası içerisine girmişlerdir. Uzunca bir süre kadının yok sayıldığı dünyada sanayi devrimi, kadının evden çıkmasını ve sahip olduğu rollerin değişmesini sağlamış, toplumsal yaşamda kadınların görünürlüklerini artırmıştır. Ancak kadınların yaşadığı sorunlar günümüze kadar ulaşmıştır.

Kadının iş yaşamında yer edinmeye başlaması ve ev dışına çıkması, kadınların yapıp etmeleri ile ilgili beklentileri oluşturan toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili algıyı görece değiştirmiş, kadınlara yönelik aleni bir düşmanlığın yerini daha örtük olan bir cinsiyetçi yaklaşımın almasına neden olmuştur. Bu çelişik durum, erkeğin kadınla birlikte kurduğu heteroseksüel ilişkiye zarar vermeyecek şekilde kurgulanmıştır. Sosyal psikoloji literatüründe çelişik duygulu cinsiyetçilik olarak kavramsallaştırılan bu durum, mevcut cinsiyetçi sistemlere modern bir bakış açısı sunmaktadır.

Glick ve Fiske’ nin 1996' da geliştirdiği çelişik duygulu cinsiyetçilik kuramına göre cinsiyetçilik, birbirini tamamlayan iki boyutlu bir ideolojinin karışımıdır. Düşmanca cinsiyetçilik, kadınlara yönelik açıkça nefret içerikli tutumları kapsarken korumacı cinsiyetçilik, kadınlara yönelik görece olumlu algılanan ancak dayatmacı tutumlardan oluşmaktadır. Bu strateji kadife eldiven içerisindeki demir yumruk olarak nitelendirilmektedir.

Peki çelişik duygulu cinsiyetçiliğin kaynağı nedir?

Kadın ve erkek grupları, doğası gereği hem birer iç grup hem de birer dış grup özelliği taşımaktadırlar. Erkeklere göre kadınlar, önyargılı tutumlar besleyebilecekleri birer dış grupturlar. Ancak aynı grup, heteroseksüel yakınlıklardan dolayı iç grup özelliği de taşımaktadır. Dolayısıyla kadınlara karşı olumlu ve olumsuz duyguların varlığından söz etmek olasıdır. Bu çelişiklik, bağlamsal olarak değişerek kadınlara karşı korumacı ve düşmanca cinsiyetçi tutumlarla kendini açık etmektedir.

Carrot or Stick…. Make your choice.

Kadınlara atfedilen cinsiyet rolleri modernleşmeyle birlikte değişim göstermiş ve kadın-erkek cinsiyetleri arasındaki eşitlik iddiaları normatif bir inanç olarak toplumdaki yerini almıştır. Özellikle iyi eğitimli sınıflarda kadın-erkek eşitliği olmazsa olmaz olarak değerlendirilmektedir. Peki bu eşitlik iddialarının niteliği nedir? Eşitlikçi tutumlara sahip olmalarına karşın bireylerin cinsiyetçi oldukları iddia edilebilir mi yahut hangi davranışlar bize bu konuda bir fikir vermektedir?

Yukarıdaki sorulara çelişik duygulu cinsiyetçilik perspektifinden cevap bulmayı denediğimizde şunları belirtmek mümkündür: Korumacı cinsiyetçi tutumlarla yüceltilen, koruyup kollanan kadınlar, sınırlandırılmış davranış rolleri içersinde davranmaya itilmektedir. Dolayısıyla korumacı cinsiyetçilik, eşitlikçi inançlarla kendini göstererek örtük bir tutum olarak karşımıza çıkabilmektedir. Kadının anneliğinin yüceltilmesi ve anneliğinden dolayı gördüğü hürmet, korumacı olan cinsiyetçi tutumlara en güzel örneklerden biridir. Ancak kadının anneliğinden dolayı kazandığı saygınlık, onu belirli davranış kalıpları içerisinde hareket etmeye zorlamaktadır. Düşmanca cinsiyetçilik ise kadına çizilen davranış kalıplarının dışına çıkan kadınlara yönelik açıkça saldırgan tutumları içermektedir. Övgülere mahsar olan annelik görevi, kadın tarafından reddedildiği takdirde, bu durum hem toplumsal hem de bireysel düzeyde düşmanca tutumlarla değerlendirilmektedir. Bir başka ifade ile korumacı cinsiyetçilik, kadını eşit olmayan sisteme uyması için motive eden bir havuç, kadının başkaldırdığı ve marjinalleştiği durumlarda ise düşmanca cinsiyetçilik bir sopa olarak belirmektedir.

Türkiye bağlamında son yıllarda yapılan araştırmalar, kadının istihdam oranlarının arttığı ve eğitim seviyelerinin yükseldiğine işaret etmektedir. Ancak bu iyileşmelere karşın aynı araştırmalar, kadının aynı pozisyondaki erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalıştırıldığı, kadının aynı zamanda bebek bakımını üstlenmesi beklendiğinden, iş yerine yakın yerlerde yaşadıkları da bildirilmiştir. Bu veriler, kadına atfedilen geleneksel rollerin canlı bir biçimde varlığını sürdürdüğüne ve kadını sınırlandırdığına işaret etmektedir. Yukarıda sözü edilen eşitlik iddialarına sahip toplumsal yapılarda dahi kadının örtük bir biçimde ikincil konumlanışlarının devam etirilmeye çalışıldığı verilen örneklerle sabittir.

Peki ya eşitlik iddialarının dahi olmadığı durumlarda?

Toplumsal yaşamda neredeyse hemen her gün karşılaştığımız kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti haberleri artık olağan(!) bir hal almıştır. Ayrılmak istediğini belirttiği için öldürülen, çocuk istemediği için şiddete maruz kalan, ev işlerini aksattığı iddiası ile psikolojik şiddet gören kadınların varlığı şaşırılmayan durumlar olarak görülmektedir. Toplumsal yapılara şekil veren ataerkil kültürlerde, gelinlikle çıkılan eve kefenle dönülmesi, çocuk sahibi olamamanın verdiği utanç, evine özen göstermeyen kadınların gördüğü muamele bu hastalıklı şiddet halini pekiştirmektedir. Bu durum çelişik duygulu cinsiyetçiliğin düşmanca cinsiyetçilik boyutunun en belirgin örnekleridir. Ancak bu durumu öncellleyen faktörlere odaklanmak cinsiyetçiliğin ve şiddet içeren doğurgularının daha net anlaşılması adına önemlidir. Kadının ekonomik özerkliğini sağlayamadığı ve eğitim seviyesinin düşük olduğu durumlarda, kadının çalıştığı durumlara göre, kadına yönelik korumacı cinsiyetçilik daha çok geçim sağlama ile kendini göstermektedir. Kadının geçiminin sağlanması ve ihtiyaçlarının giderilmesi, kadının korunduğuna dair en belirgin işaretlerdir. Dolayısıyla kadının çalışmasının ayıplanması ve namus kültürü çerçevesinde kadının ev dışı yaşamda var olmasının önüne geçilmesi, erkeğin mevcut otoritesinin zayıflamasına neden olabilecek durumlara engel olmak istemesi olarak değerlendirilebilmektedir. Korumacı cinsiyetçiliğin bu bağlamda sunduğu havuç, bakım sağlama iken kadına çizilen sınırın ihlali durumunda kendisini gösteren sopa şiddetini arttırmaktadır.

Ne yapılmalı?

Sonuç olarak, kadınlara yönelik aleni bir biçimde düşmanlık içeren tutumların varlığının dışında, kadınları koruduğunu iddia eden yasa ve uygulamaların varlığına şüpheyle yaklaşmak ve bireylerin bu bağlamda bilinçlendirilmesi, cinsiyetlere atfedilen ve beklentiler silsilesine neden olan rollerin, eğitim sistemlerinde silikleştirilmesi adına gerekli düzenlemelerin yapılması mevcut cinsiyetçi sistemlerin son bulması hususunda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardır. Bahse konu olan cinsiyetçi uygulamaların son bulması adına, kadınların toplumsal ve iş yaşamında görünürlüğünün artırılması için geliştirilecek politikalar, yasa koyucuların özenle üzerinde durması gereken noktalar arasında yer almalıdır.

Unutulmamalıdır ki; cinsiyetçilik yalnızca sopanın varlığında değil, havucun reddedildiği durumlarda da söz konusudur.

Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar

Chapleau, K. M., Oswald, D. L. ve Russell, B. L. (2007). How ambivalent sexism toward women and men support rape myth acceptance. Sex Roles, 57, 131–136.

Glick, P. ve Fiske, S. T. (1996). The ambivalent sexism inventory: Differentiating hostile and benevolent sexism. Journal of Personality and Social Psychology, 70(3), 491–512.

Glick, P., Sakalli-Ugurlu, N., Ferreira, M. C. ve Souza, M. A. D. (2002). Ambivalent sexism and attitudes toward wife abuse in Turkey and Brazil. Psychology of Women Quarterly, 26(4), 292–297.

--

--