Hiç bir iyilik cezasız kalmaz!

Salih Geduk
Kurtarıcı İsa Katedrali
5 min readOct 30, 2021

Bu yazının başlığını böyle seçmeme yaşadığım kısa bir anı sebep oldu. Ankara Esenboğa havalimanına gitmek için gece üçte bir taksi çağırdım. Taksiye bindiğimde taksiciyle kısa da olsa sohbet etme fırsatım oldu. Taksici başına gelen bir olaydan yakınıyordu. Akşam sokağa çıkma yasağı olduğu için, birileri arayıp ondan evlerine ihtiyacı olan bazı gereksinimleri alıp getirmelerini istemiş, fakat eşyaları alıp eve gittiğinde telefonlarına cevap vermemişler. Bu nedenle de orada yarım saat boyunca boş boş beklemek zorunda kalmış. Bana bunu anlatırken, “İşte abi görüyor musun? kimseye yardım etmeyeceksin? Gerçekten de hiçbir iyilik cezasız kamıyormuş” dedi.

Eğer iyilikte karşılık beklenecekse gerçekten de buna iyilik denilmesi doğru mudur? Yani bir teşekkür bile beklediğimiz de yaptığımız eylemi iyi olarak adlandırmamız doğru mudur? İyilik tanımını doğru tespit etmek gerekir. Karşılık beklenen eylem iyilik değildir, bu yarar sağlanmak için yapılan bir yatırımdır. Bir çocuğun babasının kendisini sevmesi için yaptığı eylem iyilik değildir, ya da iki arkadaşın arasındaki samimiyeti arttırmak için birbirlerine yaptıkları güzel davranışlar iyilik değildir. Çünkü bu karşılık beklenen bir eylem olduğundan ötürü faydaya daha yakındır ve dolayısıyla iyilik olmayacaktır. Fakat iyilik hiçkimsenin sizi görmediği bir anda yolda giderken sizden yardım isteyen birine, gerçekten de o kişiyi bir daha görmeyeceğinizi kesin bilirken ona yaptığınız yardımdır. İşte bu tam manasıyla gerçek iyiliktir. Modern çağ paradigmasına göre iyilik ancak aptallıktır!

Hem iyilikten karşılık beklemek de neymiş? Size açıkça soruyorum sizce iyiliğinizin karşılığını, ki bu iyilik değildir ama her neyse, alacağınızı mı düşünüyorsunuz? Hayat tahmin edilebilecek bir şey değildir ve bizim onu anladığımızdan her zaman daha karmaşıktır. Eğer iyiliğinizin mükafatına ulaşacağınızı düşünüyorsanız derhal bundan vazgeçin; aksi halde, ruhsal açıdan yıpranacaksınız ve bir yerden sonra iyilikten nefret edeceksiniz. Sonuç olarak da kötüler kervanına dahil olacaksınız. Size bir şey diyeyim mi, dahil de olun, çünkü yapacağınız sözde iyiliklerin karşılığını almadağınız zaman iyiye küsüyorsanız eğer, siz aslında evvelinde de kötüydünüz, sadece kendinizi iyi zannediyordunuz.

Neden mi bu sözde iyiliği bırakmanızı tavsiye ediyorum. Önceki başlıktaki ayetlere tekrardan bakmanızı isteyeceğim. Bu sözleri söyleyen kişiyi öldürdüler, çarmıha gerdiler, ve bunu annesinin, kardeşlerinin, sevdiklerinin gözleri önünde yaptılar. Mutlak iyiliği öğütleyen, ve sadece insanlara birbirinizi sevin diyen, hatta düşmanlarınızı dahi sevin diyen birini cezasız bırakmadılar. İnsanlara, elinizde olanları paylaşın, mazlumların tarafını tutun, iyiliğin peşinden koşun, bir çocuk gibi yaşayın diyen birini yaşanacak en acımasız ölüm şekillerinden birine reva gördüler. Sanki bir hayinmiş gibi başına kral tacı taktılar ve onu sevdiklerinin gözlerinin önünde çarmıha gerdiler, ellerini mıhladırlar ve herkese bunu bir ibret olarak izlettiler. Söyleyin bundan daha acımasızı bundan daha caniliği var mıdır? Belki de! Fakat hikayesi anlatılan insanlarla kıyaslıyorum da başka birisini bulamıyorum.

Şimdi gelelim iyiliğin cezasız kalmadığını görüp, bunu terkeden kişilere; siz gerçek iyilerin bu durumun farkında olmadıklarını mı sanıyorsunuz?. Siz onları cidden aptal mı zannediyorsunuz? Ben size birşey söyleyeyim mi, İsa’nın hikayesini okuyup da hala iyi olarak yaşaması gerektiğini düşünenler var ya, onlar gerçekten de büyük insanlardır ve aptal da değillerdir. Asıl aptallar bunları aptal zannedenlerdir. Bunlar, rasyonel akıllarına o kadar güveniyorlar ki, bunların gözleri kör olmuş görmezler ve kulakları sağır olmuş duymazlar. Bir düşünsenize İncili okuyup da bir kişi hala iyi oluyorsa gerçekten de bunu dünyasal bir karşılık için mi yapıyordur hala! En iyinin en büyük cezaya mahkum edildiği bu dünyada!

Ama er yada geç değerini bulur!

Roma imparatorluğu tarihin gördüğü en uzun ömürlü, en stabil ve en örnek devletidir. Bu imparatorluk bütün bir Akdenizi çevreleyen ve imparatorluk vasfı ile her milleti kendine bağlamayı başarmış bir medeniyettir. Romalılar gerek mühendislik olsun gerek hukuk ve sanat olsun, kendi çağlarının tartışmasız en güçlü devletiydi. Öyleki kendilerinin dışındaki topluluklar dahi Romalıların imparatorlarını kendi krallarından ve yöntecilerinden üstün görürlerdi. Millattan önce 200 lerle millattan sonra 400'lere kadar bütün bir Akdenizi tamamen kontrol altında tutmuşlar ve en zengin dönemlerini yaşamışlardır. Kendileri geleneksel çok tanrılı devlet düzenine sahiptiler. Her bir tanrı belirli grupları ve milletleri temsil etmekteydi, ve uzlaşı sağlamak açısından çok tanrılı yaklaşım onların düzenleri için olmazsa olmazdı.

Bu muazzam düzen İsa’nın çarmıha gerilmesi ile sarsılmaya başladı. İsa’nın öğrencileri bu vahim olaydan sonra Anadolu başta olmak üzere Roma’nın en ileri bölgelerine yayılarak bu hikayeyi ve onun öğretilerini anlatmaya başladırlar. Bu kişileri dinleyen insanlar akın akın İsa’nın yolunu tutmaya başlayıp, ayrı ayrı millet-tanrı kavrayışlarını terk edip, bütün insanları kapsayıcı tek tanrı anlayışına sahip oldular.

Bence insanların hele ki büyük bir kitlenin fikir ve kavrayışını değiştirmesi çok olağanüstü bir durumdur. Bunun uzun vadede olması, evrimsel bakış açısıyla yaklaşırsak mümkün görünebilir, fakat bunun hızlıca olması cidden çok ama çok ilginçtir. Bence insanların en zor değiştirdikleri şeyleri fikirleridir. Çünkü alışkanlıkları değiştirmek kolaydır, deneyim isteği buna sebep verebilir. Yeni bir şeyi deneyimleme isteği, eski alışkanlıkları terketmede çok etkin bir rol oynar, ve bunun kişisel dünyada kötü bir etkisi olmayacaktır; bilakis farklılığın yarattığı bir mutluluk oluşacaktır. Fakat fikirsel değişimler çok sancılı olur. Çünkü bu değişim geçmişin reddini beraberinde getirecektir, hatta geçmiş fikirlere ve yaklaşımlara aptallık olarak adlandırmaya sebep olacaktır. Kırk yaşında bir komunistin, fikrini değiştirip liberal olmasını bekler misiniz? Beklemezsiniz, çünkü önceki kırk yılına saçmalık demek zorundadır, ve dahi oradaki mantıksal yaklaşımlarının yanlış olduğunu düşünecektir. Ben kırk yıl boyunca aptlmışım demek zorundadır, ve bu ruh hali onu ancak ve ancak olan fikrine bağnazca bağlı olmasına neden olacaktır. Ayrıca sosyal çevre, böyle durumları rezilce değerlendirecek ve bu kişileri karaktersizlikle anacaklardır.

Bu durum göz önüne alınınca Roma İmparatorluğunda İsa’nın öğretilerinin yayılması, hele ki kendisinin yokluğunda olması çok şaşırtıcı gelmektedir. Tarihçiler bu olayın olmasında belirli nedenler koymaktadırlar, ve bunların başında Roma’nın içinde bulunduğu toplumsal sınıf farkını ve ekonomik durumu olarak görmektedirler. Onlara göre, düşük ekonomik sınıftaki insanlar bu tür dini öğretileri kendi ekonomik durumlarına bir çözüm, ya da ekonomik durumlarının yarattığı çöküntülerine psikolojik bir destek olarak gördüklerinden dolayı inanmışlardır. Bence bu tamamen tarihçilerin aşırı neden-seviciliklerinden ve gördükleri ilginç manzaraya çözüm bulma çabalarından gelmektedir. İllaki herşeyin rasyonel bir nedenini bulmak zorundalılıkları onları bu tür zorlama nedenler bulmaya itmektedirler. Hele ki modern tarihçiler, kendi entellektüel birikimlerinin getirdiği özgüvenle, insanların akın akın fikir değiştirmelerini, olayın ciddi boyutlarını görmezden gelmelerine ve daha yüzeysel ama kendilerince etkili (çünkü ekonomi bunlar için herşeydir) nedenlere indirgemelerine sebep olmaktadırlar.

Ben ise bu görüşün tam zıttında bulunmaktayım. Öncelikle Roma imparatorluğu hiç de ekonomik bir kriz yaşamamaktadır, yer yer olması belki pek mümkün, fakat iniş ve çıkış her ulusta sıklıkla görülecek bir olaydır, ve hepsinde de böyle fikirsel bir değişim görülmemiştir. Bir kaç istisna durumu genellememize neden olamaz. İkinci olarak İsa’nın öğretilerinin pek de ekonomik durumu çözecek bir yanı yoktu, ve işçilik (kölelik) kurumunu kapatma gibi bir vaadi de bulunmuyordu. Evet doğru bu öğretiler insanların ruhsal acılarına birer merhem olmaktadır, fakat bu ihtiyaçlar tamamen ekonomik kaynaklı mıdır? Sadece fakirler mi içsel huzurun peşinde koşarlar? Bence içsel huzurun ekonomik durumla pek bir ilgisi yok, tamamen insan olmakla alakalı bir durumdur. Sonuç olarak, zengin, gelişmiş, dünyada tek güç olan Roma İmparatorluğunda İsa’nın öğretilerinin bu kadar hızla yayılması çok ilginç bir durumdur. Romantik bir bakış açısıyla değerlendirirsek, belki de bu öğretileri veren kişinin karşılığında gördüğü revaya duyulan sinir bu duruma sebep olmuştu.

İşte, üzerinden tam üç asır geçtikten sonra Roma İmparatoru Kostantin artık Roma’da İsa’nın öğretilerini kabul eder ve bunu tanıdığını ilan eder. İmparatorluğun merkezini Roma şehrinden Yeni Roma (Konstantiniyye) şehrine taşır ve yeni bir düzeni ilan eder. Artık kendisini suçlu gören Roma İsa’nın yolunda gideceğini ilan eder. İşte bu iyiliğin dünyada da karşılık görebileceğine büyük bir işarettir, dün İsa’yı hain gibi cezalandırmaya yeltenenler, bugün onun yolundan giden öğrenciler olurlar. Fakat iyilik çok ilerde dahi olsa dünyada karşılık bulunsun diye yapılmaz, iyilik sadece ve sadece doğrusu bu olduğu için yapılır.

--

--