KOŞULLU MUTLULUK

Gülen Gündüz Yılmaz
Lidersensin

--

Tüm satış takımı beraber yemeğe gitmişlerdi. Okan biraz geç geldi. Suratından düşen bin parçaydı. Masaya başıyla merhaba dedi. Sonra eliyle garsonu çağırdı “Oğlum, hemen bana da rakı koy. Ne içiyor masa?” Sevdiği marka rakıyı söylediklerini duyunca yanında oturan Sinem’e “iyi, güzel rakı söylemişsiniz” dedi.

İlk rakı gelince “hadi şerefe” diye kaldırdı. Ekibin en genci fırlama Burak rakısını alıp Okan’ın yanına oturdu. Okan’da bir şeyler olduğunu anlamıştı. Hem Okan Ağabeyini severdi hem de gruptaki enerjiyi yükseltmeyi. “ Ne oldu abi?”

“Yok oğlum bir şey” diyen Okan sonunda ısrara dayanamadı:

“Ya bu takip ettiğimiz CRM projesi var ya, onu erteleme kararı almışlar.”

“Aman abi ya. Habire ertelenmiyor mu o proje zaten? Kendini üzdüğüne değmez. İçelim güzelleşelim.”

Okan tek kaşını kaldırarak baktı Burak’a. Küçücük çocuktan akıl alacak değildi. Çömez ısrarcıydı ama: “Abi daha geçen hafta kendine M6 aldın ya. Benim öyle arabam olsa hiç bir şeyi kafama takmam.”

Güldü Okan. Bu çocuk onu hep neşelendiriyordu. Kendi gençliğine de benzetiyordu biraz. Başarılı bir satıcıydı tıpkı onun gibi.

İlk dubleyi hızla götürünce keyfi yerine geldi. İkinci dublenin rakısını biraz çok koydu. Üçüncüde bitirmeye kararlıydı. Daha fazla içmek yaramıyordu. Kafası ideal sarhoşlukta İstiklal’de yürüyerek metroya giderken Burak yaşlarındayken bahçeli bir ev, güzel bir eş ve BMW hayal ettiğini hatırladı. Sadece bunlara sahip olmakla da kalmamıştı. Spor araba ondaydı, Jeep de eşinde. Üç ev, bankada para…

Bundan on yıl önce lise arkadaşlarıyla bir rakı gecesine yine Asmalı’ya gitmişlerdi. “O zaman da mutsuzdum”. Arkadaşlarına “yeterince param olsun, gidip güneye yerleşeceğim” muhabbeti yapmıştı.

O para çok değil bir kaç seneye gelmişti… Güney’de yıllarca yaşamaya da yeterdi.

Peki, neden gitmemişti?

Yüreğine oturan karanlığı dağıtmak için dikkatini İstiklal’in o her daim ışıltılı, kozmopolit kalabalığına çevirdi. Türbanlılarla, burnu hızmalılar, rocker’larla turistler… Gece saat ikiydi ama insanlar evlerine dönmemişti. Birbirine sarılmış yürüyen bir çift gördü. Gençlerdi ama üzerlerinde ofis kıyafetleri vardı. Gözlerini birbirlerinden ayırmadan yürüyorlardı. “İnşallah düşmezler. Önlerine bakmıyorlar.”

Aradan aylar geçti. Pazar günüydü. Ilık bir Haziran öğleden sonrasında, karısı çocukları yine kim bilir hangi aktiviteye götürmüş; onu da bu aralar çok çalıştığı için acıyıp evde bırakmışlardı. Bahçedeki ağaçlar yavaş yavaş salınırken tek başına viskisini içiyordu. Purosunu keserken, aklına o çift düştü. Önlerine bakmadan yürüyen o çift… Dudaklarını kıstı. Şu an bile onlar kadar mutlu olmadığını kıskançlıkla fark etti. Bahçeli evinde, bu limonata gibi havada İskoçya’dan aldığı elli yıllık viskisini içerken aklı yurt dışından gelen yöneticisine yapacağı sunumdaydı.

***

Kahramanımız Okan, iş hayatında başarılı adledilen, kendine koyduğu hedefleri belirli ölçüde yerine getirmiş; ama bir türlü huzurlu, mutlu, anlamlı bir yaşam sürdürdüğünü hissedemeyen bir dostumuz.

Bu durum size tanıdık mı? Bana çok tanıdık. Kurumsal hayatta çalışırken çoğumuz böyleydik diye hatırlıyorum. Şimdi de -yaptığım iş insanlara anlamlı bir hayat sürmelerinde destek olmak olsa da- bu tuzağa düşüyorum, düşmemek için sürekli uyanık olmam gerekiyor. Tuzak da şu: Hayatımızı ilerideki koşullara endekslemek.

Arkadaşlarımdan, danışanlarımdan o kadar çok duyuyorum ki bu koşulları:

“Yeterince param olunca işten ayrılacağım, Bodrum’a yerleşirsem o zaman mutlu olurum.”

“Çocukların okul parası bir bitsin, sevdiğim işi yapacağım. O zaman mutlu olurum.”

“Kurumsal hayattan çıkayım, kendi işimi kurayım; o zaman mutlu olurum”.

“Ah bir sevgilim yok, olsa o zaman mutlu olurum.”

Oysa bu koşulların olması bazı insanlara mutluluk ve anlamlı bir hayat verirken bazılarına vermiyor. Güney’e gidip çıldırarak geri döneni de var, mutlu mesut orada yaşayanı da. Ya da beyaz yakalıların çoğunun hayali olan kendi işini başarıyla kurmuş, ama stres altında ezilen girişimciler de var.

Demek ki, hayatı koşullara bağlamak mantıklı bir yöntem değil.

Peki nasıl olacak da hayatımızı anlamlı, mutlu ve huzurlu kılacağız?

Bu sorunun cevabını vermemi beklemiyorsun değil mi, sevgili okur :) Ha, peki çok mu ısrar ediyorsun? O zaman hazır durun, hayatın anlamını açıklıyorum:

Cevap: 42 :)

Şaka bir yana biz koçlar, senin cevaplarını senin için bulamayız. Cevaplarını bulman için doğru olan sorular sorabiliriz… En azından bazen ;)

Şimdi de sana üç yol önermek isterim. Bu üçü alternatif değil bu arada, üçünü birden yapmanı öneririm.

1- DEĞERLERİNİ KEŞFET:

Senin için gerçekten önemli olan şeyler nelerdir? Kalbini çocuk gibi çarptıran o şeyler nelerdir? Bunları hayatına katmak için neler yapabilirsin?

2- ANDA YAŞA:

İçinde olduğun anlarda sadece o anda olmak için neler yapabilirsin?

Yemek yerken sadece yemek yiyebilir misin?

Çay içerken sadece çay içebilir misin?

Arkadaşınla konuşurken yarınki iş toplantısını düşünmeden sadece onunla orada olabilir misin?

3- ENGELLERİNİ KEŞFET:

Seni hayatını yaşamaktan alıkoyan engellerini keşfet. Sana sürekli “ancak böyle olursa mutlu olursun” diyen iç sesin neler diyor? Gün içinde enerjini nerelere yöneltiyorsun? Nelere bağımlısın? Üretmek yerine neleri tüketmeyi seviyorsun?

***

HAYATIN ANLAMI İLE İLGİLİ ÇOK ÖNEMLİ NOT 😜 :

Google’a “the answer to life, the universe, and everything” yazarsan 42 cevabı alırsın ;)

https://tr.wikipedia.org/wiki/42_(say%C4%B1)#Edebiyatta_42

--

--