Yazar olmak isteyenlere yazarlardan tavsiyeler

Talha Ocakçı
Mühendis kafası
Published in
6 min readOct 9, 2017

Yazarlık öğrenilmez, tohumunda varsa ve kendini yeterince besleyebilirsen yazar olabilirsin. Bu çok doğru. Yine de, gayet revaçta olan yazı atölyeleri, severek okuduğumuz yazarları kanlı canlı önümüze getirerek onlardan birebir tüyolar almamıza yardımcı oluyor.

Bu yüzden 7 gün süren Seferihisar Yazı Kampı’na katıldım.

Seferihisar yazı kampında konuşma yapan, “sırlarını açıklayan” yazarlar şunlardı: Yekta Kopan, İnci Aral, Enver Aysever, Işıl Özgentürk, Müge İplikçi, Mario Levi, Onur Behramoğlu, Gülşah Elikbank ve Onur Caymaz

Her birinden ayrı ayrı bir şeyler öğrendim ve her biriyle çok konuda ithilafa düştüm. Ne olursa olsun, alışageldiğimiz yüzeysel siyaset dışındaki konularda ithilafa düşmek bile gerçekten keyifli.

Yazar olmak isteyenlere tavsiyeler:

1- Yazar olmak istiyorsan, önce bir meselen olacak. Siyasi, varoluşsal, ailesel, toplumsal, bilimsel… Her neyse… Toplumun geneli tarafından yok sayılan, muhalefet edilen bir meselen.

2- Yazar olmak istiyorsan yapman gereken şey yazmak.

Çoğu kişi, yazma fikrinin büyüsünü seviyor. “Bir kitap yazıyorum” sözünü çok kişiden duymuşuzdur ama gerçekten yazmaya çalışan üç beş kişidir.

Yazı başına oturulduğunda çoğu zaman beşinci cümlede takılınır kalınır. Mario Levi diyor ki, bunun iki açıklaması vardır. Biri kötü, diğeri daha da kötü.

Kötü olan, bu konuda sandığınız kadar anlatabilecek hikayeniz, anekdotunuz olmaması. Daha kötü olanı ise malzemeniz olmasına rağmen anlatabilecek kabiliyetinizin olmaması…

3- Yazar olmak istiyorsan önce okumalısın. Okumayan kişiler tesadüfen bir iki satır güzel cümle çıkarabilir ama bunları destekleyecek hikayeleri, fikirleri bütün halinde ortaya dökmesi çok zordur. Bunların örnekleri bir şekilde ünlü olmuş, çok satmış yazarlar arasında da çok fazladır.

Yazarların en çok ithilafa düştüğü nokta “iyi okumanın ne olduğu” ya da “iyi okuma diye bir şeyin olup olmadığı” idi. Yani, her gün belli sayıda sayfa okumak iyi okuma mıdır, eline ne geçerse okumak, başladığın kitabı bitirmek iyi midir gibi sorulara cevaplar farklı farklıydı.

Benim cevabım şu: Ele geçen her metnin bir şeyler öğretmesi mümkündür ama bu tesadüfe güvenerek plansız programsız okumak, zamanı kötü kullanmak olacaktır. İşinize yaramayacağından emin olduğunuz bir kitabı bitirmeye çalışmak da sadece kişinin kendisine eziyet etmesidir. Üçüncüsü, nasıl ki, üniversitede her dersin bir amacı ve ulaştırmaya çalıştığı bir nokta varsa, okuma planındaki her kitabın da benzer bir amacı olmalıdır. Kitap okuma yöntemleri ile üniversitelerin öğretmeye çalıştığı beceri çok benzerdir.

Üniversitelerin en önemli işlevi bilgiye ulaşma yöntemlerini öğretmesidir. Tez ve antitezleri ayırma, benzerliklerini bulma, bunlar üzerinden fikirleri gruplayarak bir sonraki aşamaya geçme… Sentezleri nesnel yöntemlerle değerlendirme… Bunlar çok zor işlerdir ve işin profesyonelleri, deneyimlileri tarafından öğretilir.

Doğru okuma da bu yüzden öğretilebilir. Yazı kampı boyunca da her yazarın bambaşka okuma tarihçeleri ve planları olduğunu görmek bunu ispatlıyor. Her birinin okuma tarihçesi, edebiyata, tarihe ve siyasete bakış açılarınıyansıtıyor. Bunlardan detaylı olarak bahsedeceğim.

4- İyi bilmediğin şeyler hakkında yazma. Hatta en iyi neyi biliyorsan onu yaz. Bu, kendinle yüzleşmeni sağlayacak: Ben en iyi neyi biliyorum? Cevap veremiyorsan henüz hazır değilsin.

5- Herkesin “müthiş fikir”leri vardır. Yazmaya başladığı zaman çoğu sıradanlaşır. Eğer yeteri kadar okumuşsan, yazacağın fikre “müthiş” demekten o kadar çok imtina edersin. Cahil cesareti en çok yazarı komik duruma düşürür.

Konu ya da fikir bulmak işin en kolay kısmıdır. İyi bir yazar olmayı başaran herkes, fikrini övme aşamasını geçip gerçeğe dönüştürmek için durmadan çalışanlardır. Zor olan da bu kısımdır zaten.

6- Yazarlık aslında ağır bir işçiliktir. Öyle “duygularımı bilinçakışı ile dökeyim, aklıma ne gelirse yazayım, manayı okura bırakayım” demekle olmaz. Yazmak, matematik işidir. Zaman, kişi ve mekan üçlüsünün mantıklı bir şekilde kurgulanması, heyecan verici şekilde kırılıp bölünmesi, ayrıntıları doğru yerlerde vererek ya da saklayarak heyecan yaratma sanatıdır.

7- Her saniye oku, yaşa, izle, dinle ve “yazar hazinenini” her türlü malzeme ile doldur. Malzemeleri nerede kullandığına kendin bile şaşıracaksın. Yeter ki tüm malzemeyi bir anda kullanmaya çalışıp yazıyı bulamaç haline getirme.

Yeni yazarların en büyük sıkıntısı ne biliyorlarsa hepsini ilk romanlarında ortaya dökmeye çalışmaları ve saçma bir bulamaç üretmeleridir.

Romanınız/hikayeniz bir şeyleri bildiğinizi ispatlama çabasına dönüştüğünde samimiyetini yitirir. Sloganlarla yazmak, okura bir şeyleri gözüne soka soka öğretmeye çalışmak hamlıktır.

Mesela, Türkiye’deki toprak reformunu anlatıp “görgüsüz insanlar peydahlandı” diyerek slogan vari konuşma, madem öyle düşünüyorsun, öyle karakterler tasarla ki, görgüsüz insanlar yarattığı fikrine okuyucular kendisi varsın.

8- Sözcük tasarrufu et. Aynı hissi daha kısa cümlelerle vermeye çalış ve aynı bilgiyi çok daha kısa ve vurucu şekilde ver.

Anton Çehov der ki: “Vaktim olsaydı daha kısa yazardım.”

Ders veren yazarlar bize şöyle bir uyarıda bulundu: Yeniyetme yazarlar, bazı bildiklerinin inanılmaz önemli olduğunu ya da yalnızca kendilerinin bildiklerini düşünür ve dönüp dolaşıp farklı cümlelerle tekrar tekrar söylerler. Okurlar, sürekli didaktik bir dilden çabuk sıkılırlar.

9- İnsanları dinle. Onlardan malzeme topla. İyi yazarlar bunu yapar.

Yazarlar, arkadaş çevrelerinde pek sevilmez çünkü insanlar, yazarlara anlatacakları her şeyin bir malzeme olarak kullanılacağını bilirler. Bu, onları rahatsız hissettirir. Yazarların bu sebeple sosyal hayatlarında sıkıntı yaşaması acı bir gerçektir ama yapacak bir şey yok.

10- Her yazar, yazdıklarının kendisine zarar verebileceğinden çekinir. Satır aralarında babanızın sevmediğiniz yönlerini anlatmak, babanızın tepkisini çekebilir. Anne, baba, kardeş, eş, çocuk derken sizi sansürleyecek çok fazla bağınız vardır. Mümkün olduğunca sıyrılmaya çalışın bu korkulardan. Sıyrılamayorsanız, kimseyi birebir anlatmamaya, kimsenin bu karakterle özdeşleştirilememesi için uğraşın. Karakterinizi, gerçek hayattaki kişilerden farklılaştıracak öğelerle zenginleştirin.

Öykü yazmak isteyenlere tavsiyeler:

1- Hikayen, okuyanların bir işine yarasın.

Eğer okurlar öykünü okuduktan sonra, “Ee yani? Niye anlattın ki şimdi bunu” diyorsa, konu hiçbir yere bağlanmamışsa ya da hikaye, okura hiçbir soru sordurmamışsa, bir an için bile nabzını arttırmamışsa yanlış yapmışsın demektir.

Öykünün bunlardan birini yapabilecek kısımları olmalıdır. Bu, çok satmaktan, çok beğenilmekten farklıdır. Seni okuyan kişi sayısı çok az bile olsa onları heyecanlandırmış olman yeterlidir.

2- İyi bilmediğin konulara girmemeye çalış.

Doğuyu hiç görmediğin halde doğudaki acıları anlatmaya kalkman, bir zeytin bahçesi görmeden zeytin bahçesi romantizmi yapman seni komik duruma düşürecektir. Yaşar Kemal gibi büyük bir yazar bile gidip kent romanı yazmaya cesaret edememiştir mesela.

3- Ya çok sıkı konun olmalı ya da samimiyetin… İkisi de yoksa sadece zaman kaybı olacaksın.

Mario Levi, çok iyi ipuçları verdi.

4- Öykü yazarken iki kavramı iyi öğrenmeliyiz. Tip ve karakter…

Tip, klişelerle dolu, herkesin kafasında üç aşağı beş yukarı aynı özellikleri canlandıran kalıplardır. Mesela puro ile viski içen bir büyükelçi bir tiptir. Doğru da olsa yanlış da insanların kafasında bu tip hemen canlanır.

Bu kişiye sadece meyve suyu içirirsen onu bir tipten çıkarır ve bir karaktere büründürürsün. Çünkü bu ezberlenmişin dışındadır ve belli ki bir hikayesi vardır.

Bu karakterin sadece meyve suyu içmek için bir sebebi olmalıdır. Bu sebebi de doğru seçmelisin, çünkü ona kendini bağlamış olacaksın. Mesela sebep mide kanseri geçirmiş olması ise hikayen boyunca bu gerçeği unutmaman gerekecektir. Hasta olduğu bir dönem olduğunu aklından çıkarmamak ve kurgunu ona göre yapmak zorunda kalacaksın. Mesela gastrit gibi basit bir şeye bağlamak daha güvenli olacaktır fakat bu sefer de bu konu basit kalacak ve öyküyü bir yere götürmeyecektir. Bu durumda meyve suyu içirmiş olmanın bir manası kalmayacak ve karakterden tekrar tipe düşmüş olacaksın. Klişeye dönmüş olduğun için hikayenin orjinalliği kalmayacaktır.

5- Tasvirlerin işlevsel olmalı. Marcel Proust onlarca sayfa boyunca bir eteği anlatabilirdi çünkü toplumun farklı kısımları birbirlerinin ne giydiğinden, o eteğin nasıl bir şey olduğundan haberdar değildi. Fotoğraf ve sinema yoktu. Bu yüzden tasvirleri uzatmak zorunda idi.

Ama günümüzde tasvir kısımları genelde okunmadan atlanır ve genelde hikayeye bir şey katmaz. Eğer tasvir yapacaksanız mutlaka konu içerisinde bir yere bağlamalısınız.

Mesela, bir eteğin mavi olduğunu söylüyorsanız bunu bir yere bağlamalısınız; ne bileyim “çocukluk aşkıyla ilk kez buluşmaya giderken de mavi giymişti” gibi bir anektod hikayeyi iyi yerlere götürebilir.

6- Doğruluğundan emin olmadığın noktalarda çok detaya girme. Mesela karakterinin normaldışı hareketleri varsa, bunları bir psikojik hastalık ismi ile tanımlamak zorunda değilsin. Bu, seni zor durumlarda bırakır.

Mesela bir yerlere bakıp kalma katatoni de olabilir, otizm de. Yazar olarak bunda bir çıkarım yapmak bizi komik duruma düşürebilir çünkü bir psikiyatr bizim bir otistiği mi yoksa katatoniği mi tanımladığımızı bizden çok daha iyi anlayacaktır. Eğer yanlış tanımladıysak komik duruma düşeriz ve samimiyetimizi kaybederiz.

Sen karakterini tasvir et, okuyucu bir sıfat bir hastalık yakıştıracaksa kendisi yakıştırsın.

Elif Şafak gibi, Mevlanaya salatada domates doğratma mesela. “Salata hazırladılar” diyip geç.

7- Karakterlerini tüm yönleriyle bil. Hikayende kullanmayacak olsan da, bu karakterin kültürel durumunu, ekonomik tarihçesini, eğitimini, basit aile bilgisini kafanda kur. Yoksa savrularak kaybolma riskin artar. Bu savrulmayı okur hissederse yazıyı bırakıp gidebilir.

Oblomov, yaratılmış en bilinen ve en samimi karakterlerden biri…

8- Bir karakteri genelleyerek bir toplum eleştirisi yapacaksan, benzer karakterleri inceleyerek kendi fikrinin doğruluğundan emin ol. Zaten genellemen doğru ise toplum tarafından kabul görecektir. Oblomovculuk gibi…

Bunu yapabilmek çok az kişiye nasip olsa da en azından karakterin ismi geçtiğinde herkes nasıl bir karakter olduğunu bilecektir: İnce Memed’in nasıl bir karakter olduğunu kitabı okumamış kişiler bile bilir mesela… Çünkü toplumun genelindeki bir tipi doğru şekilde karakterleştirilmiş ve toplum tarafından kabul görmüştür.

Kısaca, yazar olmak, okur olmak hakkında, deneyimli yazarlardan çok şey öğrendim. Başta Işıl Özgentürk olmak üzere tüm yazarlara teşekkürlerimi sunuyorum.

--

--

Talha Ocakçı
Mühendis kafası

Yazılarımda bazı şeyleri yanlış anlatıyor olabilirim. Kesin yanlış anlatıyorumdur.